Belçika’nın kalbi Belgica’da atıyor

Belçika’nın kalbi Belgica’da atıyor
Benim güzel ailem
Felix Van Groeningen İstanbul Film Festivali’ne daha önce de konuk olmuş ve çok sevdiğimiz filmi Çölde Kutup Ayısı ile 2009 yılında Altın Lale’ye uzanmıştı. 2012 yılında çektiği ve yine müzikle dolu bir film olan Kırık Çember’le ise hepimizi ağlamaktan helak etmişti. Bu yılki Sundance’da Dünya Sineması bölümünde en iyi yönetmen ödülüne uzandığı yeni filmi Belgica ile yine hem Altın Lale için yarışıyor hem de gözlerimize ve kulaklarımıza muhteşem bir ziyafet çekiyor.


Her aile kendini mi kopyalar?

Müziğin hiç susmadığı, alkol ve uyuşturucunun su gibi tüketildiği Belgica aslında bir aile filmi. Mutsuz geçen çocuklukların, kopan ve yeniden kurulan aile bağlarının, ebeveyn olmanın, abi ya da küçük kardeş olmanın filmi. Belgica aslında müziğin filmi. Temponun, dansın, eğlenmenin güzelliğinin, kendimizi kaybedip kaybedip tekrar bulduğumuz anların büyüsün filmi. Ve Belgica aslında, ilginç bir biçimde, adını aldığı mekanın filmi. Bir filme konu olan mekanın, o filmin dekorunun canlanıp bir oyuncuya dönüşmesinin ve filmin tam kalbine yerleşmesinin filmi. Belgica çok şey anlatıyor yani anlayacağınız. Ama bunları anlatmayı kendine dert edinmiyor bir yandan da. O yüzden özel hale geliyor; herkes filmin kendine en çok dokunan notasını, rengini, acısını ya da sevincini alıp öyle çıkıyor salondan. Belgica’nın sahipleri nasıl ki gelen müşterileri dil, din, ırka göre ayırmayıp içeri alıyor işte film de izleyene aynı şeyi yapıyor kısacası.


Bu nasıl tabela?

Jo ve Frank bir süredir görüşmeyen iki erkek kardeş. Jo küçük bi bar işletiyor, Frank evlenip çoluk çocuğa karışmış. Evlilik hayatından ve sorumluluklarından sıkılan Frank kardeşinin barını ziyaret edip gece hayatının tadını alınca neden yaşamımı hep böyle sürdürmemeyim ki duygusuna kapılarak kardeşiyle ortak olup daha büyük bir mekan açmaya girişiyor. Kendisini koruyup kollayacak abisinin desteğini alan Jo da bu fikre sıcak bakınca hummalı bir çalışmanın ardından Belgica doğmuş oluyor. Her gece sergilenen canlı performanslar, içkiler, kokain partileri, kadınlar falan derken hem Jo ve Frank hem de filmin temposu baş döndürücü bir hızla yükseliyor. Ama bizim biraderler de mekanları büyüdükçe büyüyorlar. Büyümek zor, büyümek daha fazla yükü taşımak demek, büyümek sorumluluklar demek ve büyümek aslında hiç de dışarıdan göründüğü gibi eğlenceli değil. Filmin temposu da yaptıkları seçimlerle birlikte omuzları düşen kardeşlerimiz gibi düşüyor; eğlence azaldıkça renkler ve atmosfer kararıyor. Müzik susmuyor elbet ama sonuçta herkes kendi seçimiyle yaşamaya mahkum oluyor. Çünkü hayat böyle işte, Belgica’nın da gerçek hayattan hiç farkı yok. Güvenlik kameralarını izlerseniz anlarsınız ne demek istediğimizi.


Sex, drugs and rock'n roll

Groeningen kamerasını kahramanlarının arasında gezdirirken geçirdikleri değişimi öyle güzel yakalamış ki hayran kalmamak elde değil. Sahneye çıkan her bir grup için değişen gölgeler, renkler ve ışık oyunları filmi görsel anlamda çok başka bir noktaya taşıyor. Birçok akılda kalıcı sahnesi var Belgica’nın ama özellikle bir hastane odası, yeni doğmuş bir bebek ve bir sıra kokaini buluşturan sahne bence kült olabilecek kadar acayipti. Fotoğrafını çektim, zihnime yerleştirdim, kolay unutacağımı sanmam. Belgica’yı pas geçmeyin. Frank’in oğullarını birlikte oynarken görünce de kendinize sorun: Ben kimim, bu hayatta neyi seçtim ve sonra nereye geldim? İyi seyirler.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER