Ben
hikayenin biraz, çok az, mini minnacık bir farkla Defne tarafında olan bir
insandım, DIM. Ömer’in çok sevdiğine,
çok güzel sevdiğine her zaman inandım orada bir sıkıntı yok kesinlikle, ama
Defne tek başına çok büyük bir yükün altındayken mücadele veriyordu, ondan
Defne’yi korumaya almıştım hep. İşte Defne’yi koruma alanıma alırken Ömer’in
verdiği mücadeleyi kaçırmışım sanırım.
Bir insanın en zor savaşı kendisiyle verdiği savaştır bence. Kendinize
ait olmayan bir şeyi, garip bulduğunuz bir şeyi ‘hani genel geçer doğruluk
kuralları vardır ya o kurallara göre DOĞRU’ olsa bile; yaparken, yapmak zorunda
kaldığınızda bir huzursuz olursunuz. Her insanın spesifik özellikleri vardır,
onu o yapan özellikleri. İsmini söylediğinizde, aklınızda herkes bir sıfatla
yer etmiştir veya böyle bilgisayar gibi o kişiye ait olan tüm özellikler alt
alta gelir aklınıza. Ömer dediğimizde benim aklıma ilk gelen şey, güven.
Defne’yi bankın üzerinde bırakıp gittiğinde Ömer’i anlamıştım ama çok
kızmıştım. Her ne kadar haklı sebepleri de olsa, kolaya kaçıyor gibi gelmişti.
Çünkü nasıl Defne ona ‘koşulsuz, şartsız; sorgulamadan güveniyorsa (ki geçen
bölüm Sinan, ‘Ömer sana söyler sanmıştım’ dediğinde, ‘Söylerdi’ cevabı veren
Defne, hiçbir kırgınlık duymayıp, pazı sarıp (parantez parantezi açıyor ama bir
pazı sarması olayı bu kadar güzel bağlanabilirdi♥ neyse parantezi kapayıp diğer
paranteze geçiyorum) Ömer’in yanına BEN VARIM diye gitmesi, bunun en güzel
öğreği değil midir? ) Ömer’den de bunu beklemesi, bütün kaçışlarına rağmen son
derece anlaşılır bir olaydı, bence. Ama bizim zeytin gözlü prensimiz kolaya
kaçmamış, kolaya kaçıyor gibi yapmış fakat en büyük savaşın galibi olmuş.
Kendisiyle verdiği savaşı kazanmış, kendi olmazsa olmazını, insanlara karşı
ördüğü duvarın ham maddesini ve belki onu ÖMER İPLİKÇİ yapan özelliğini Ömer’in
Defne’si için törpülemiş, hatta yıkıp geçmiş. Güvenmek istiyorum’dan ‘Kaçak Defne’ye’ rağmen GÜVENİYORUM’ a gelmiş
ve iki kişi olmak için gün saymaya başlamış. Ayyyy oralarım buralarım hep aşk,
hem DefÖm oldu. Isıra ısıra,mıcıra mıncıra sevmek istiyorum.
Defne
Topal’dan daha tatlı bir şey varsa, o da sarhoş olan Defne Topal’dır. Arabadaki
hallerini replaylemekten telefonumun dokunmatiği bozulacaktı, ama olsundu
değerdi. NASIL OLUYOR DA BİR ÇİFT DİĞER BİR İNSANI BU KADAR ÇOK
MESUT EDEBİLİYOR?. (Sabahattin Ali’nin affına sığınıp, bir insanı bir çift
yapmış olabilirim ^.^) Benim aklım almıyor Şükrü diye de tamamlamak isterim.
Gerçekten aklım almıyor. Bir sahneyi daha fazla ne kadar izleyebilirim? O kadar
tatlı, o kadar doğal ve o kadar güzel bir sahne ki alıp kavanoza koyup
sağlamak, gelecek nesillere aktarmak istiyorum. (evet gelecek nesillere
aktarmak için kavanoz önemli!) Sonrasında gelen beraber uyuma sahnesi. Bir
insan bir insanı en çok bu kadar sevebilir heralde, ki bu cümleyi kurmak bana
çok mantıksız geliyor-du sevmek ölçülen bir şey mi ki çok veya az ile ifade
edilebilir derdim ama başka türlü kendimi ifade etmekte zorlanıyorum.
Sevgilisini güzel güzel izleyip (izlerken bu kadar yakışıklı olan *burası da
mühim*) elini öpüp, sinesine çeken kim var arkadaşlar kiiiim?( Bu arada bu
sahnenin çekim açısı ne kadar mükemmelloydu. Bir tebriks de kamera arkasına!)
Yazı devam ediyor..