Kiralık Aşk: Hediye gibi geldin, hoş geldin bahar!

Yazıyı nasıl bağlayayım diye düşünürken ben (temsili(tabii ki temsili ben böyle güzel düşünemem…Tablo gibi ^^))
Galiba bu yazı bir yere bağlanamayacak. Çünkü moleküllerim her tarafa saçıldı, toplayamıyorum. Yazmak için sahneleri düşündükçe toplanacakları yerde daha da saçılıyorlar. Artık uzaya gittiler. Hayır, geri kalan hayatımı da moleküllerim olmadan yaşamak istemiyorum. Ani şok lazım… Derken Muşamba diyorum. Bakın bunu siz de deneyin. Böyle aşktan, tatlılıktan eridiğiniz anlarda aklınıza Muşamba’yı ya da Sude cadısını ve yahut Nöro the kötü kaynanayı getirin. Soğuk duş etkisi yemnederim. Biraz acı oluyor ama başka türlü de bizimki de can yani. ^^

Muşamba, nam-ı diğer Tranba, hayatta tek gayesi insanlara kötülük yapmak olan ve bununla beslenen benim gözümde bir adet insan müsveddesi. Gerçekten şu hikâyede bir ondan bir de Sude’den bu kadar nefret ediyorum. İkisinin kafalarını birbirine tokuşturup yerlerde süründüresim var. Yan yana geldiklerinde bela takımı bunlar. Pokemon’da vardı hani bir Roket Takımı. Jessie, Jamed ve Miyav. Her bölüm sonunda iyiler Roket Takımı’nı yani kötüleri yenerdi. Ash ve arkadaşları bunları uzaya fırlatırlardı. Böyle küçücük bir yıldız olana kadar giderlerdi. Heh, şu ikisini ilaveten Nöro’yu paketleyip öyle uzayın derinliklerine fırlatasım var. İçimde bir cani var galiba, korktum bi’ şuan. Ay, bunlardan daha fazla bahsedemeyeceğim. Bu kadar molekül yetsin canım!

Bu bölüm ayrıca çok da güzel bir özet izledik. Hayır, bölümden önceki özetten bahsetmiyorum. Hani şu Defne’nin sözel anlatımı zayıf (!) olan özetinden bahsediyorum. Çok ağlak bir insan olduğumdan mı, yoksa elimizde büyüyen bu aşkı en başından itibaren sadece mutlu anlarıyla izlemekten midir bilinmez, gözlerim dolu dolu izledim o sahneleri. Ve de izleyemediğimiz için feryat figan kopardığımız ‘’Ömer ben geldim.’’ sahnesini de bu vesileyle izlemiş olduk. Aslında ilk bölümden beri belki de görmek için öldüğümüz, hatta artık beklerken kuruduğumuz sahneleri bir bir   izlemeye başladık. Sabrın sonu selamettir, demiş atalarımız. Ben daha ne diyeyim ki ? ^^

Ne tarafa ölüyorduk?

Garip, değil mi? Her şey restorandan ve peşindeki kadından kaçmaya çalışan Buzlar Prensi’nin Kızıl Saçlı Kız’ı çekip öpmesiyle başladı. Ve 39 bölüm sonunda gelinen noktada o Kızıl Saçlı Kız, Buzlar Prensi’nin buzdan şatosunun duvarlarını saçlarının kızılıyla, güzel bakan gözleri ve bilhassa zor anlarda hiçbir şekilde esirgemediği desteğiyle eritti, yeniden inşa etti. Adam da böylece güvenmeyi seçti. Zor oldu. Çok sancılı oldu, çok canları yandı. Ama kız o kapalı kapıları açtı ve şimdi prensiyle tatlı, huzurlu uykular paylaşıyor. Biliyorum, bu uyku paylaştıkları son uyku olmayacak. Evet, belki yeniden ayrı düşecekler. Yeniden acı çekecekler. Ama o şatonun kapıları bir kez aralandı. O karanlık odalara Güneş’in kızılı bir kez girdi. Artık dönüşü yok.

Daha önce de dediğim gibi Defne o eve bir kez dokundu. Geldi, kaldı, kendinden izler bıraktı. Artık hiçbir ayrılık uzun süreli olamaz, olmamalı. Bu iki kalp daha fazla ayrı ayrı atmamalı. Böyle güzel seven bir adam, böyle güzel bakan, sevdiğine dokunurken kırmaktan korktuğu bir sanat eseriymiş gibi dokunan bu adam artık o şatoda tek kalmamalı. Acılarını, üzüntülerini, sevinçlerini hep dolu dolu ve de kalbinin diğer yarısıyla yaşamalı. Buzlar Prensi’ne elveda deme vakti Ömer… Çünkü artık yalnız değilsin. Yanında Kızıl Saçlı Kız var.

Bahar geldi, hoş geldi. Çok ‘hoş’ geldi…

*Büyük Ev Ablukada grubunun Havadar isimli şarkısından bir kısım.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER