Haziran ortalarında başlayan, sonuna doğru kalemime düşüncelerimi aktardığım Güneşin Kızları... Ne büyük heyecandın benim için. Hevesimi hiç kaybetmeden izledim, hissettim ve yazdım. Elimden geldiğince senden oldum, sen oldum. Her bir saatinde ayrı bir fikrimi bıraktım. Ben oldum, seninle oldum. Çok güzide insanlar tanıdım en önemlisi de. Hikayeyi yanımda yaşanıyormuş gibi benimsedim. Yazarken sana karıştım. Tam 38 hafta konuk ettin beni. Belki de ben seni. Yerin ayrı olacak. Çok yaşa..
Savaş ve Nazlı'da beni kendine çeken o kadar çok şey buldum ki. Nazlı'nın güçlü duvarlarının arkasında ellerini dizlerine kenetlemiş bir kız çocuğu olduğunu gördüğüm an, kalbimde apayrı bir yer kazandı aşk. Kendini bir ruha hapsetmiş adamdan gözleri ışıl ışıl parlayan bir aşık yarattın Nazlı. Önünde şapka çıkarsam azdır herhalde. Lafı geçmişken derin bir iç çekerek belirteyim buradan, ne çektik senden be Melisa! Bir geldin, bir gittin onlar da yetmedi Hulk kılıklı Haluk'çuğumun takıntısı çıktın hadi onu da atlattık koskoca Rana ablamıza kafa tuttun bunlar ne ki? Ne çektiğimi bir ben bir Allah biliyor..
Selinciğim Aliciğim.
Bal çocuklarım benim. Masalımsı hayallerim, gökyüzü kokulu çiftim. Nefretten doğan bir aşk mı desem, aşka yenilmek mi desem hala ayrımını yapamıyorum. Ali'nin arkadaş ortamının güzide bekarı olması ile beraber gelen arkadaş kavgaları, parçalanan camlar, izletilen videolar, şikayet edilen psikolog anneler, fısıldadığımız uçurumlar. Ne çok şey yaşamışız değil mi? Ne çok bağlanmışız onlara. Tolga Sarıtaş'ın sesinde ne de çok boğulduk. Allah affetin bir dönem Whatsapp durumlarında ''Vazgeç Gönül'' görmekten kusacaktım da çok şükür atlatıverdik o haftaları. Var olsun.
Yazı devam ediyor...