Peri masallarına büyükannemizin sandığında naftalin kokusu
bulaşmışken... Aşk ayaklarımızın dibinden esip giden rüzgar hâline gelmişken...
Günümüz ilişkilerinde başlamak bitirmenin yarısı olmuşken...
O da ne?
Bir yaz bahçesi serinliğinde bir dizi, duygusuz
yaşamlarımızın orta yerine düşüverdi. Hafta içi, her gün Kanal 7 ekranlarında
yayınlanan Bir Garip Aşk'tan bahsediyorum. Bugünlerde ondan bahsetmeyen birine
rastlamak, çölde kutup ayısına rastlamak kadar zor. Yapımcılığını 4 Lions
Films'in üstlendiği Bir Garip Aşk dizisinin yönetmen koltuğunu ArshadKhan
ve Lalit Mohan paylaşıyor. Dizi, Jane Austen'ın Gurur ve Önyargı isimli
unutulmaz romanına saygı duruşunda bulunan onlarca yapımdan biri. Peki
Türkiye'de neden bu kadar çok sevildi?
Bir Garip Aşk, özünde Ksushi (Sanaya
Irani) ve Arnav'ın (Barun Sobti) sahiden de 'garip' olan aşkının öyküsü...
Ksushi; kendi halinde, ailesine bağlı ve duygularıyla hareket eden bir genç
kadın. Arnav tüm duyguları fiyat etiketi ile algılayan ve kalbini mühürleyip
hırslarını zırhı haline getiren bir adam. Ksushi ve Arnav'ın aşkını ilginç
kılan şey ise tam da bu noktada başlıyor. Arnav, duygulara hükmedilebileceğini
kanıtlamak için Ksushi'nin sınırlarını ihlal ediyor. Ksushi ise Arnav'ın zorlu
hamlelerine ilkeleri ve duygularıyla ışık tutmaya çalışıyor. İşleri gerçekten
çok zor...
Bollywood yıllardır erdem,
düşmanlık, dans, kardeşlik ve aşk ekseninde yapımları görücüye çıkarıyor. Kaçma
kovalamacalar, tam kavuşma anında başlatılan danslar ve mekan ayrımı
yapmaksızın esen rüzgar... Bu kavramlar Hint yapımlarını bütünüyle anlatmaya
yetmese de, akılda kıvılcımlar yaratıyor. Hint sinemasında en duygusal anda bile
başlayan göbek atmalara ve boyun kırmalara aşinayız. Coğrafi anlamda aramızdaki
uzaklık epeyce çok olsa da, insani değerlerimiz ve belki de onların duygulara
bakış açısı bizi cezbediyor.
Selam, merhaba, güle güle HIH!
Bir Garip Aşk, derdini oldukça yalın ve klişe biçimde
anlatıyor. Öylesine klişe ki, bir değil sekiz adım sonrasını tahmin etmek bile
kolay. Dizide birbirinden farklı dinamikler mevcut. Şüphesiz ki Manorama
Raizada karakterine hayat veren Utkarsha Naik bunların en tatlı olanı! Her
repliğinin öncesine bir adet ''Selam, merhaba, güle güle!'' iliştiren Manorama,
kısa sürede fenomen haline gelmeyi başardı. Bazen kendinizi bu repliği
dillendirirken ya da duygusal anınızda Rabba Ve şarkısını mırıldanırken
buluyorsanız, korkmayın. Duyguları damardan vermeyi iyi biliyorlar. Eh, damara
karışan ilacın ufak yan etkileri olacak elbette.
Hint kültürünün etkilerinden olsa gerek, duygusal
yakınlaşmalar bakışmalarla sınırlı kalıyor. Fakat başrolleri paylaşan Sanaya
Irani ve Barun Sobti'nin hakkını vermek gerek. Sanki birbirlerine bakmıyorlar
da, dipsiz bir kuyuya soluksuz atlıyorlar. Etnik kostümler ve geleneksel Hint
teması dizide etkisini oldukça hissettiriyor. Ülkemizde saat 16:00'da
yayınlanan dizi, üç kuşağa birden hitap edebilme becerisine sahip. Büyükanneler
geçmişlerini hatırlatan o saf aşka, yetişkin hanımlar akşam yemeğini
hazırlarken vakit geçirmeye ve gençler de ''Acaba neymiş bu kadar heyecanlı
olan?'' sorusunun merakına karşı koyamıyor.
Dizinin yayın saati, izleyicinin alternatifsiz kaldığı
vakitlere can suyu gibi yetişiyor. Günün telaşına mola vermek isteyenler,
özellikle ev kadınları, Bir Garip Aşk alışılmış ama aynı zamanda da unutulmuş
romantizminde buluşuyor. Yine de Bir Garip Aşk'ın seyirci kitlesini kategorize
etmek zor. Mahalle bakkalımızın heyecanla diziyi izlerken elindeki gazoz
şişesini düşürüp kırdığını gördüğümden beri...
Bir Garip Aşk, ülkesi Hindistan'da tam 12 sezon yayınlanmış.
Bölüm sürelerinin 20 dakikadan oluştuğu düşünülürse, bu makul bir durum. Tabii
bizdeki uzun dizi sürelerine kazanılmış bağışıklık neticesinde, her gün birden
fazla bölüm birleştirilerek yayınlanıyor.
Tanrı'nın böylesi aşk mucizeleri yarattığına inanıyorsanız,
şeytanın da birkaç numarası olduğunu bilmelisiniz. Her yerde olduğu gibi, bu
dizide de şeytanlar fink atıyor. Ülkemiz insanları ise, hasret kaldığı aşkın
karşısına dikilen şeytanlara epeyce söverek deşarj oluyor. Bu deşarjın etkisi, Manorama'nın
neşesi, Arnav'ın yavaşça kırılan buzları ve Ksushi'nin buğulu bakışları Türk
seyircisini çoktan kuşattı.
Çok klişe, çok tahmin edilebilir, çok eğlenceli, çok aynı,
çok nostaljik, çok duygulu, kısacası çok masal... Fakat belki de acının her
daim fazlaca gerçek hissedildiği ülkemizde, masalları hatırlamaya ihtiyaç
vardır.
Güzel günler.