Poyraz Karayel: Depresyon kazağı ve kelebek metaforu

Poyraz Karayel: Depresyon kazağı ve kelebek metaforu
Merhaba sevgili Poyraz Karayelci! Oldukça hisli başlayıp, türlü ters köşelerle bizi yine ve yeniden şaşırtarak biten bir bölümü geride bıraktık. Bir önceki bölümün etkisinden çıkıp gerçek hayata dönmem biraz zaman almıştı. 44. Bölüm ile birlikte neyse ki o güzel kurgu beni yeniden içine çekti. Bir süredir Poyraz’ın namlusunun ucunda yaşıyorum.

Geleneğimi bozmayıp Poyraz ve Ayşegül çiftiyle başlayacağım yakınmaya. Yakınmak diyorum, zira devamlı mutsuz ve çaresiz olmalarına göz yumulan tüm karakterlere gereğinden biraz daha fazla bağlandım. Bu güzel insanların bu kadar acı çekmesi haksızlık. Hep mi iyiler üzülecek albayım? Kendilerini birlikteyken ‘tek’ olarak niteleyen Poyraz ve Ayşegül’ün birbirlerinin gözlerine bakamayışları, günlerce görüşmeyişleri, ne diyeceklerini bilememe halleri… Bu olayı nasıl atlatacaklar, yaşadıklarının üstesinden nasıl gelecekler diyordum başlarda. Sonrasında gördük ki kürtajla zorla alınan bebek, sorunların yalnızca başlangıcıymış. Ayakta kalmaya çabalayarak tecrübe edecekleri sayısız acı daha varmış.

Babalık...

Poyraz ve Bahri ilişkisinin bu kadar gelgitli, bu kadar karmaşık ve aynı zamanda bu kadar sağlam olabilmesi beni tarifsizce mutlu ediyor. Poyraz’ın söylemediği yalan, etmediği ihanet, başlarına getirmediği felaket kalmamışken; Baba’nın her seferinde Poyraz’a güvenmesi iki tarafın da aslında ne kadar mağdur olduğunu gösteriyor sanki. İkisi de hayatları boyunca çok kötü şeyler yaşamışlar, birçoğunun da sebebi olmuşlar belki; fakat nereden bakarsak bakalım suçlayamıyoruz onları. Bahri Baba da aynı Poyraz gibi tutunmaya çalışıyor hayata. Bu esnada Poyraz’a da destek olmayı unutmuyor, sağ olsun.

Bölümün en dokunaklı kısmını Bahri Baba ve Ayşegül’ün küçük, mavi duvarlı ve bol kelebekli odada konuştukları sahne seçiyorum. Yine Ethem Özışık’tan rol çalarak sahneyi senaryo formatında yeniden yazdım. Yine, umarım ki, paylaşmamda bir sıkıntı olmaz.



Ah Ayşegül! Bir insanın başına Poyraz olmaktan daha kötü ne gelebilir ki sorusunun kanlı canlı yanıtısın. Hanginiz daha çok acı çekiyorsunuz bilmiyorum. Bildiğim tek şey çekeceğiniz acıların artacağı. Keşke sarılsak ve dertlerimiz azalsa, diye bir kez daha eklemek durumundayım.


Konuşamayanlar...

Bölümün en sanatsal kısmını da acılı çiftimizin yemek masasında her şey yolundaymış gibi davranmaya çalıştıkları sahne seçiyorum. Acıyı inkar evresi böyle başlıyor sanırım. Tamamen ikisine ait olan bu travma, ikisinin de konuyu açmaya cesaret edemeyişleri yüzünden yabancılaşıyor çiftimize. Bambaşka bir sorun olup çıkıyor hatta. Sessizlik ağırlaşıyor, batıyor; kelimeler tuhaflaşıyor, cümleler anlamsızlaşıyor. Cehennemin dibi tasvirinde olduğu gibi, acı hak ettiği şekliyle, layıkıyla yaşanamıyor. Ayşegül de, Poyraz da rol yapıyor.

Bu garip atmosferi sonlandırmak üzere imdatlarına Sinan yetişiyor. Kapının çalışıyla özellikle Poyraz derin bir nefes alıyor. Suçluluk duygusu ağır basıyor Poyraz’da, hatta kendine kızmaktan yeterince üzülemiyormuş gibi hissettim. Ben bu gaflet hali ne zaman son bulacak, sahneyi ne/nasıl çevirecek diye beklerken Sinan ve emziği derhal yetişiyor. Neyse ki can kırıklıklarını inkardan vazgeçip ağlamış suratlarla birbirlerine bakıp sarılıyorlar da, biz de kederin iki aşığa ne kadar yakıştığını bir kez daha görüyoruz.

Şiir

Sefer’le Sema’yı her geçen gün biraz daha seviyorum. Sanırım Poyraz ve Ayşegül kadar göze sokulan romantik bir ilişkileri olmadığı için... Sanki onların ağızlarından çıkan her sözcüğü tek seferde anlatabilecek kadar derin bakabildikleri için... Bence çocuk yetiştirmek konusunda Ayşegül ve Poyraz’dan çok daha başarılı olacaklardır. Yine de yetimhanedeki sevimli miniğin o evde oluşunda yadırgadığım bir takım şeyler yok değil. Siz böyle güzelsiniz ya, çocuk falan, ne bileyim.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER