Aşk; 3 harf bir kelimeden oluşan, ağızdan bir kerede kolayca çıkıp
sorumluluğun tavan noktasında olduğu duygudur. Aşık olunca; yemeden içmeden
kesilen, gözünü karartan, ayakları yere basmayan, her şeyi tozpembe gören ve
bunun gibi daha nice farklı duyguları yaşayan insanlar vardır. Bir de
seyircinin gözünden ekrandaki karaktere duyulan aşk vardır. Hadi en başa
dönelim…
"Büyük aşklar nefretle başlar” sözünü duymayan kalmamıştır. Patronun en iyi
çalışanıysanız, patronunuz sizi seviyorsa bu çok güzel bir durumdur. Pekiii Hulusi
Kentmen sevecenliğindeki patronunuzun şımarık, ukala, burnu havada bir
çocuğu varsa!.. Üstelik siz bir bayansanız ve patronun oğlu varsa durum pek de
iyi değildir.
Kahramanımız kimse ve yaşı kaç olursa olsun babasının biricik evladı,
annesini kaybetmiş (yıllardır aynı film klişeleri) olduğu için içinde hâlâ
kocaman bir çocuk yatıyordur. Dışarıdan kaba, sert, acımasız, kendini beğenmiş
görünmesi bir bakıma kendisinin savunma mekanizmasıdır. Tüm bu genelleme
durumları
Baba Candır’ın Haluk’u içinde geçerlidir. Haluk’un patron oğlu, annesini kaybetmiş, ukala olması
ve ilk başta Ece’yi (patronun asistanı) babasına asılan, onu elde etmeye
çalışan sıradan bir ofis çalışanı olduğunu düşünmesi elimizdeki verileri
doğruluyor.
İzleyenler bilir, izlemeyenler için de kısa bir özetle Haluk Güney
dediğimiz şahsa ilk başta gıcık olanların sayısı epey fazlaydı. Hani Haluk’a
gıcık olan 1 milyon kişi toplayabilirim deseniz hiç de abartmış olmazdınız.
Peki neler oldu da Haluk için fikirlerimiz 180 derece değişti. Hayran olduğumuz
adam oldu.
Yazı devam ediyor..