Tıptaki
en temel ilke girdiğin ilk günden itibaren belki de yüzlerce kez duyacağın şey
"ZARAR VERME". Bu basit bir cümle gibi gelebilir ama şair diyor ki, "eğer
yarar sağlayamayacaksan bu işlem sonucunda, bırak kalsın. Kendi kişisel fantezin
için, ego tatminin için yarar sağlamayacak bir işlemi yapma". Tabii bu kavrama o
zamanlar çok fazla dikkat edilmiyor. Zira kimi zaman dizide de göreceksin bir
kobay gibi "hadi alıyoruz seni ameliyata" diye yeni şeyler denemek için bile
ameliyata alınabiliyor hastalar.
Aydınlatılmış onam diye bir kavram var günümüzde. Şöyle
ki hastaya anlatıyorsun "bak kanka sana şu şu işlemi yapacağız şu şu yararı
bekliyoruz buna rızan var mı?" diye. Hastanın anlayacağı şekilde tane tane
anlatman gerek. Adamın bedeninde bir işlem yapacaksın sonuçta, bir zahmet anlat
yani. Fakat o zamanlarda o kadar da önem verilen bir durum değil bu onama. Tek derdi "hastayı kurtarayım da aman o ne bilir zaten anlatsam ne, anlatmasam ne"
olan doktor kafasındalar. Kendince de haklı zira
elde hiçbir şey yok. Belki ameliyat sırasında yeni bir şeyler deneyeceksin belki
aslında sandığın gibi bir şey deği,l açınca göreceksin. Hasta pek değer görmüyor
özetle. O yüzden bir nev-i kasap da diyebiliriz o dönemdeki cerrahlara. Ha, kötü
bir niyetle mi yapıyorlar? Asla. Adamın tek derdi senin hayatını kurtarmak buna
emin olabilirsin. Kurtarıyor da zaten. O günkü imkanlarla olası gibi görünmeyen yüzlerce
ameliyat yapıyor. Zaten görünce de diyorsun, varsın değer vermesin kurtarsın da.
Gecesi
gündüzü olmaz doktorun. Ay dur iki dakka kestireyim sonra gelirim falan, yok öyle
bir dünya. Sabah akşam fark etmez eğer birisinin sana ihtiyacı varsa, gideceksin
kardeşim oyun değil bu. Çünkü sen makinelerle uğraşmıyorsun, sen insanlarla uğraşıyorsun. En
ufak bir hata hayata mal oluyor. Gözünün önünde belki de senin yapamadığın veya
yanlış yaptığın bir müdahale yüzünden birileri ölebilir. Bu "ay şurada bir vazo
vardı kırıldı neyse yenisini alırız" gibi bir kavram değil. Bir hayat gidiyor. Bu
hayatın gözlerinin önünde gidişini izlemek ise ister istemez inanılmaz baskı
yaratıyor.
Hay ben senin gibi doktorun, kapa kapa! Düşünsene elde hiç imkan yok, olan imkanla kendince bir şey yapıyorsun
ama bu yetmiyor ve hasta ölüyor. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane
daha…Vicdanen, ruhen inanılmaz bir baskı, inanılmaz bir stres. Bununla baş etmek
için bir takım "hobi"lere yönelmen gerekebiliyor. Dizideki doktorlarımız da
farklı farklı, ilginç ilginç hobilere yöneliyorlar kendinlerince. İzleyince "yani bunu mu
buldu yönelecek" falan diyebilirsin ama, yaşadıkları şeyleri gördükçe "varsın
yönelsin feda olsun" diyeceksin, güven bana. Uyku
en büyük düşmanı bu cerrahların. Günde onlarca hastayı ameliyat etmek bir yana,
eldeki kısıtlı verilerle yeni bir şeyler bulman, başarısız işlemleri başarılı
hale getirmen gerek. Özellikle Thack’i izlerken "böyle
bir beynin işlemesi için gereken neyse yapılsın" derken bulacaksın kendini. Ne yaman çelişki...
"Dizi
çok gerçekçi" dedim ya sana başlarda, çok lafı az bile kalır. Bazı sahneleri al,
tıp öğrencilerine amfi dersinde izlet ameliyat niyetine. Arada "ya herhalde
gerçek bir hasta falan buldular, bunlar da sahiden doktor galiba bu işin başka
bir açıklaması olamaz" diye sayıklıyorsun. "Bu dizi falan da değil dur bakayım aaa hakkaten de
diziymiş" diye ilginç bir arafa düşebiliyorsun. Hele bir kan aktarımı sahnesi var
ki bir koldan diğer kola; ben dedim "bu gerçek yani kesin oluyor, yok arkadaşım
imkansız bunun sahne olması" diye. Siz nasıl çektiniz bunları, valla helal
olsun. Aslanlarım benim. Ufak bir klinik stajı yapmak istiyorsan "yahu nasıl bir
yer şu ameliyatane" diye merak ediyorsan biraz ilkel bir formu olsa da aman
diyim kaçırma bu diziyi.
Sana en başında anlattım, biraz da olsa "yahu bu tıp nedir, kimdir şu tıpçılar,
dertleri nedir" anlayabilesin diye. Diziyi izlerken daha net göreceksin, anlayacaksın. Bembeyaz peleriniyle
oradan oraya koşturan bu insanların ne badireler atlattığını. O zamanın
koşullarıyla nasıl mucizeler gerçekleştirdiğini kendi içlerindeki şeytanlarla
nasıl mücadele ettiğini, bir yanda zenginlik bir yanda iş ahlakı varken hangisini
neden, nasıl seçtiklerini. Bazen "yazık ya bu insanlara bu ne, böyle hayat mı olur"
diyeceksin, bazen de "bu adam n'aptığını sanıyor, insan uleyn karşısındaki hastaya
böyle davranılmaz!" diyeceksin. Hem sevip hem söveceksin ama en sonunda "iyi ki
varlar" cümlesini muhakkak kuracaksın.
The
Knick bir diziden çok daha fazlası. Özellikle tıpçı arkadaşlar izlerken ne demek
istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Sevgili doktora gittim şuram ağrıyor diye
beni ilaç verip yolladı diyenler, sizler de konunun zannettiğinizden çok daha zor olduğunu göreceksiniz. Kıssadan hisse izleyin, izletin. Kendini gizli özne yapıp
bir yerlerde birilerinin hayatı için belki de o kişilere rağmen çabalayan tüm
tıpdaşlara selamlar olsun!
Not: Tatildeyim.
"Oh, tıp mıp derdi de yok. Ay ne rahat, biraz da şurama tatil biraz da burama tatil"
diyen bir tıpçıya bu diziyi öneren sevgili Ranini, sana da selamlar olsun !:)