The Knick izleyen bir Tıp öğrencisinin pek acıklı hikayesi...

Şimdi hep beraber, hastanın ruhu için el faaatihaa!
Tıptaki en temel ilke girdiğin ilk günden itibaren belki de yüzlerce kez duyacağın şey "ZARAR VERME". Bu basit bir cümle gibi gelebilir ama şair diyor ki, "eğer yarar sağlayamayacaksan bu işlem sonucunda, bırak kalsın. Kendi kişisel fantezin için, ego tatminin için yarar sağlamayacak bir işlemi yapma". Tabii bu kavrama o zamanlar çok fazla dikkat edilmiyor. Zira kimi zaman dizide de göreceksin bir kobay gibi "hadi alıyoruz seni ameliyata" diye yeni şeyler denemek için bile ameliyata alınabiliyor hastalar.

Aydınlatılmış onam
diye bir kavram var günümüzde. Şöyle ki hastaya anlatıyorsun "bak kanka sana şu şu işlemi yapacağız şu şu yararı bekliyoruz buna rızan var mı?" diye. Hastanın anlayacağı şekilde tane tane anlatman gerek. Adamın bedeninde bir işlem yapacaksın sonuçta, bir zahmet anlat yani. Fakat o zamanlarda o kadar da önem verilen bir durum değil bu onama. Tek derdi "hastayı kurtarayım da aman o ne bilir zaten anlatsam ne, anlatmasam ne" olan doktor kafasındalar. Kendince de haklı zira elde hiçbir şey yok. Belki ameliyat sırasında yeni bir şeyler deneyeceksin belki aslında sandığın gibi bir şey deği,l açınca göreceksin. Hasta pek değer görmüyor özetle. O yüzden bir nev-i kasap da diyebiliriz o dönemdeki cerrahlara. Ha, kötü bir niyetle mi yapıyorlar? Asla. Adamın tek derdi senin hayatını kurtarmak buna emin olabilirsin. Kurtarıyor da zaten. O günkü imkanlarla olası gibi görünmeyen yüzlerce ameliyat yapıyor. Zaten görünce de diyorsun, varsın değer vermesin kurtarsın da.

Gecesi gündüzü olmaz doktorun. Ay dur iki dakka kestireyim sonra gelirim falan, yok öyle bir dünya. Sabah akşam fark etmez eğer birisinin sana ihtiyacı varsa, gideceksin kardeşim oyun değil bu. Çünkü sen makinelerle uğraşmıyorsun, sen insanlarla uğraşıyorsun. En ufak bir hata hayata mal oluyor. Gözünün önünde belki de senin yapamadığın veya yanlış yaptığın bir müdahale yüzünden birileri ölebilir. Bu "ay şurada bir vazo vardı kırıldı neyse yenisini alırız" gibi bir kavram değil. Bir hayat gidiyor. Bu hayatın gözlerinin önünde gidişini izlemek ise ister istemez inanılmaz baskı yaratıyor.

Hay ben senin gibi doktorun, kapa kapa!

Düşünsene elde hiç imkan yok, olan imkanla kendince bir şey yapıyorsun ama bu yetmiyor ve hasta ölüyor. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha…Vicdanen, ruhen inanılmaz bir baskı, inanılmaz bir stres. Bununla baş etmek için bir takım "hobi"lere yönelmen gerekebiliyor. Dizideki doktorlarımız da farklı farklı, ilginç ilginç hobilere yöneliyorlar kendinlerince. İzleyince "yani bunu mu buldu yönelecek" falan diyebilirsin ama, yaşadıkları şeyleri gördükçe "varsın yönelsin feda olsun" diyeceksin, güven bana. Uyku en büyük düşmanı bu cerrahların. Günde onlarca hastayı ameliyat etmek bir yana, eldeki kısıtlı verilerle yeni bir şeyler bulman, başarısız işlemleri başarılı hale getirmen gerek. Özellikle Thack’i izlerken "böyle bir beynin işlemesi için gereken neyse yapılsın" derken bulacaksın kendini. Ne yaman çelişki...

"Dizi çok gerçekçi" dedim ya sana başlarda, çok lafı az bile kalır. Bazı sahneleri al, tıp öğrencilerine amfi dersinde izlet ameliyat niyetine. Arada "ya herhalde gerçek bir hasta falan buldular, bunlar da sahiden doktor galiba bu işin başka bir açıklaması olamaz" diye sayıklıyorsun. "Bu dizi falan da değil dur bakayım aaa hakkaten de diziymiş" diye ilginç bir arafa düşebiliyorsun. Hele bir kan aktarımı sahnesi var ki bir koldan diğer kola; ben dedim "bu gerçek yani kesin oluyor, yok arkadaşım imkansız bunun sahne olması" diye. Siz nasıl çektiniz bunları, valla helal olsun. Aslanlarım benim. Ufak bir klinik stajı yapmak istiyorsan "yahu nasıl bir yer şu ameliyatane" diye merak ediyorsan biraz ilkel bir formu olsa da aman diyim kaçırma bu diziyi.

Sana en başında anlattım, biraz da olsa "yahu bu tıp nedir, kimdir şu tıpçılar, dertleri nedir" anlayabilesin diye. Diziyi izlerken daha net göreceksin, anlayacaksın. Bembeyaz peleriniyle oradan oraya koşturan bu insanların ne badireler atlattığını. O zamanın koşullarıyla nasıl mucizeler gerçekleştirdiğini kendi içlerindeki şeytanlarla nasıl mücadele ettiğini, bir yanda zenginlik bir yanda iş ahlakı varken hangisini neden, nasıl seçtiklerini. Bazen "yazık ya bu insanlara bu ne, böyle hayat mı olur" diyeceksin, bazen de "bu adam n'aptığını sanıyor, insan uleyn karşısındaki hastaya böyle davranılmaz!" diyeceksin. Hem sevip hem söveceksin ama en sonunda "iyi ki varlar" cümlesini muhakkak kuracaksın.

The Knick bir diziden çok daha fazlası. Özellikle tıpçı arkadaşlar izlerken ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Sevgili doktora gittim şuram ağrıyor diye beni ilaç verip yolladı diyenler, sizler de konunun zannettiğinizden çok daha zor olduğunu göreceksiniz. Kıssadan hisse izleyin, izletin. Kendini gizli özne yapıp bir yerlerde birilerinin hayatı için belki de o kişilere rağmen çabalayan tüm tıpdaşlara selamlar olsun!

Not: Tatildeyim. "Oh, tıp mıp derdi de yok. Ay ne rahat, biraz da şurama tatil biraz da burama tatil" diyen bir tıpçıya bu diziyi öneren sevgili Ranini, sana da selamlar olsun !:)
 
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER