Fear The Walking Dead: Nick koş, sülalemizi yiyecek bu zombiler!

Fear The Walking Dead: Nick koş, sülalemizi yiyecek bu zombiler!
Hikayeye çizgi roman haliyle hasta olanları nezaketle bir kenara koyarsak, beş yıldır The Walking Dead izleyip de, "Arkadaş nerden çıktı bu zombiler?" demeyen kaldı mı? Şahsen Carl'ın ergen triplerini, Rick'in git-gel akıllı hallerini izleme sebebim ilk sezonun muh-te-şem olmasının yanı sıra bu merak duygusuydu. Tamam, kabul, bana The Walking Dead izleten bir diğer güdü de Rick'in her şeyin sonunda elde kalan son kan olan evladı Carl'ın Walker olduğunu görmek istememdi. Hikayeciler bana bu iyiliği yapacak mı, göreceğiz. Lakin şimdi konumuz 23 Ağustos gecesi reklamsız 63, reklamlı 90 dakikalık açılış bölümüyle huzura çıkan Fear The Walkind Dead. Bu arada dizi hakkında ilk günden yayın anına kadar olan gelişmeleri özetleyen bir yazıyı hemen şuraya bırakıyorum.



Kafadan giren o sarı ışıktan illallah geldi bana!

AMC yapımı, The Walking Dead spin-off tripli Fear The Walking Dead'in, aylardır yükselerek zirve yapan tanıtım kampanyalarının ardından pilot bölümü yayına girdi. İlk üç bölümün yönetmeni Adam Davidson; bu sezon toplamda 6 bölüm izleyeceğiz. İkinci sezon onayı da geldi hemencecik. Adamlar yaptıkları işe ne kadar güveniyor, düşün. İlk bölüm hakkında söyleyeceklerim çok parlak değil. Gayet ticari, seyirciyi gerelim de bizimle kalsın diye planlanmış açılış sahnesinden (cold open) sonra aşırılı ağır yürüyen bir temposu vardı. Bu proje için tek bir kare dahi The Walking Dead çekmemiş (Turn ve Fringe çekmiş mesela) bir yönetmen seçmelerinin sebebini gerçekten çok merak ettim. Muhtemelen o dünyadan etkilenmesini istememişlerdir. Eğer gerekçe bu ise benden söylemesi (muhtemelen de subliminal yatırım) pilot bölümde The Walking Dead'ı hatırlatan bazı kamera açıları vardı. Örneğin açılış sahnesinde çekirdek ailemizin çıkıntı evladı, uyuşturucu bağımlısı Nick (Frank Dillane) kazadan sonra yerde yatarken, üzerinden dik açıyla yükselen kamera beni anında Rick'in atını yedikleri ana götürdü...

Teknik yeterlilik tavan ama sarı beni çok bozdu..

Bunun dışında da Adam Davidson'un bütün "Kocakarı Kitapları"nda ayrılığın rengi olarak bilinen sapsarı bir ışıkla antre vermesi şahsen ve kafadan ortamdan soğumamı ve uzaklaşmamı sağladı. Hiçbir bilimsel dayanağı yok bu söylediğimin, sade izleyici olarak gözümün algılayıp beynime verdiği emirden bahsediyorum. Elbette Kirkman da Davidson da bana nal toplatacak kadar deneyimli ve çok bilen adamlar ama o sarılık beni içine çekmedi, aksine itti. Koy cebe! Ne bekliyordum da, bulamadım? 63 dakikanın sonunda bu sorunun bile cevabını açıkça veremem. Beş yıldır televizyon seyircisini avcunun içine alan, kırılmadık izlenme rekoru bırakmayan bir hikâyenin öncesini anlatmak zaten riskli bir seçimdi. Pilot bölümün sonunda haftaya yayınlanacak olan "So Close, Yet So Far" namlı ikinci bölümü merak bile etmiyorum desem? İzlemeye devam etme sebebim şimdilik sadece yarı profesyonel bir seyirci olarak "gidişat" bakmak, prodüksiyonun izleğini görmek olur. O kadar, fazlası yok.. Umarım erken konuşmuşumdur ve umarım haftaya bu cümleler için AMC'den özür dilemek zorunda kalırım. Fear The Walking Dead'ı yerli yayıncılardan alan olacak mı, koltuğa kurulup, televizyonda ferah feza izleyebilecek miyiz, onların cevabını da yakında öğrenmeyi ve duyurmayı umuyorum.

İşte çekirdek ailemiz; Nick, Alicia, Madison ve Travis..

Havadan sudan sohbeti kesip bölüme gelirsek; her zamanki gibi (kıyas başladı) nefis müzikler kullanmışlar. Bunların dışında bölüm alıp götürmedi beni.. Her bölümünü, her sezonunu izlerken delicesine söylenirim ama The Walking Dead izlerken başka işlerle uğraşmam mesela.. Bunu izlerken durdum, gittim işimi yaptım. Geri döndüm yeniden baktım. Bir türlü dalıp gidemedim. Neyse.. Efendim, The Walking Dead'e temel oluşturan ailemizin zombi salgını sebebiyle paramparça olmasına üzülmüştük lakin bu hikayeye göbek taşı olarak katılan Clark takımı zaten salgından önce de parçalanmış. Carl, cehennemde yaşayarak sorun yumağına dönüşen bir çocukken Nick belki de bu cehennemi yaşayarak adam olacak, hizaya gelecek.. Bunlar Madison (Kim Dickens) tarafı, bir de Travis'in (Cliff Curtis) çekirdek ailesi var elbette. Ayrıldığı karısı ve oğlundan mütevellid. O da sıkıntılı dönemlerden geçiyor. Anlayacağınız zombi salgınından önce de L.A'de kimsenin huzuru yok Matmazel!

Nick ve arkadaşları izbe kuytularda buluşup uyuşturucu kullanıyorlar. Oğlumuz bir sabah uyanıyor ve kız arkadaşının insan yediğini görüyor. Ağzını açıp kimselere bir şey söyleyemiyor çünkü kafa bi dünya dolaşıyor ve gördükleri gerçek mi kullanığı malın etkisi mi emin olamıyor. Biz bu esnada hayatın kalanını öğrencilerine adamış tatlı Madison ve Travis'in ayrı ayrıyken zaten sorunlu olan hayatlarının bir arada daha da sorunlu oluşunu izliyoruz. Hatta "10 dakikaya kadar zombi salgın çıkmazsa tez zamanda tepelerine gök taşı düşer de kurtuluruz inşallah!" bile diyorum. Zombiler ortalığa yayılmadan önceki hayatları bu kadar klişe bir yerden anlatmak da AMC'nin totali alma kaygusu diyeceğim. Dayak yemekten korkuyorum. Bu arada hikaye ağır yürüdü dedim de bütün bu anlattılarımı öğrenmemiz toplasan 15 dakika sürmedi. Kaldı ki yerli uyarlaması yapılmaya çalışılsa, bizim senaristler sadece açılış sahnesinden bir koca sezon üretirdi hem de her bir bölüm 110 dakikadan aşağı düşmezdi.

Tobias, konuya ilk uyanan olarak "ilk kurban" ödülünü mü kucaklayacak dersiniz?

Aslında bazı açılardan bakınca hikayeyi Türkiye'ye uyarlama konusunda hiçbir sıkıntı olmaz diye düşünüyorum. Çünkü çok gelişkin, özgürlükler ülkesi Amerika'nın can damarı bir şehirde bile insanlar salgın haberlerini yani insanların nedensizce birbirini öldürdüğünü internetten duyuyorlar ve bazı kazmalar (sorry Madison!) da hâlâ, "Sıkıntı olsa devlet açıklama yapar calm down!" diyorlar. Aynı biz! Bölüme dönersek, aşırılı klişe içeriyordu hem de en cıvığından. Demem o ki Sayın Robert Kirkman yoldan adam çağırsa işi sipariş etse, o da en güvenli yerden alırdı başlama çizgisini. "Oğlan uyuşturucu içsin, kafa bi dünya, kimse inanmasın, hoop virüsü kapan Üsküdar bir-ki!" Yine soruyorum kendime, "Ne bekliyordun?" El cevap: Bilmiyorum ama bunu beklemiyordum. Dünyanın en korkak, en gerilim sevmeyen, sahnede kuş uçsa etkilenip salondan tuvalete gidemeyen seyircisi olarak gerilim sahnelerinin bir tanesinden bile feyk yememiş olmam herkes adına büyük başarısızlık. Her sahnede hep önden haber vererek gardımı almama müsade eden reji, izlerken bırak korkutmayı dirhem germeyi bile başaramadı. Bazı gerilim denemelerini de ucuz buldum hatta. Olmadı yani.. Fear The Walking Dead, pilot bölümü bende yaratılan beklentinin fena halde altında kaldı.

Mesela zombi olma virüsü/motivasyonu insanın içine girince vampir efekti mi veriyorlar? Zombi filmleri konusunda ben de tıpkı Clarklar ve bütün L.A halkı gibi cahilim ama virüs kapanların diğer insanların damarını duble kokoreç gibi görmesini hiç yaratıcı bulmadım. Zombi beslenme motivasyonunun kan değil, et olduğunu zannedenlerdenim. Umarım ilgili sahneyi de yanlış yorumlamışımdır ama eğer öyleyse çok kafa karıştırıcı oldu. Çünkü Nick'in hastanede kardeşi Alicia'nın damarına fokuslanmasını "yoksunluk" emaresi olarak okuyamadım Sayın Reji... Özetle; yüzlerce onaydan geçmiş bir bölümden beklentim aslında biraz daha sadelik, damıtılmış yaratıcı bir gerilim, biraz daha zeka dolu bir hikaye yürüyüşüydü; bulamadım. Ancak altı çizilerek bahsedilmesi gereken tek bir şey seçmem gerekse o da Nick rolünde gördüğümüz Frank Dillane'nin çizgi üstü performansı olurdu. 91 doğumlu İngiliz aktör pilot bölümün yıldızı oldu, bence. Eğer aksi bir bakış varsa, "Yuh Ranini adamlar kendini aşmış ama sen anlamamışsın" diyen olursa buyursun, dinlemeye hazırım. 63 dakika beklerseniz, finalin "Sabırla koruk bile üzüm olur," tadı vermeye çalıştığını da göreceksiniz. Hayırlısı bakalım!

Böyle yani..
R.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER