Mr. Robot ve onun sahte kapitalizm eleştirisi!

Mr. Robot ve onun sahte kapitalizm eleştirisi!
Mr. Robot izlediğim en art niyetli, rahatsız edici dizi olabilir. Daha çok sinemada bu tarz "savunduğu şeyi aslında savunmayan" yapımları görüyordum, dizi piyasasında da karşımıza çıkıyor artık.

Öncelikle dizi antikapitalist falan değil, kapitalizmin ta kendisi. Formülün nasıl işlediğini inceleyelim:
 
Dizide gayet vasat, zaten yüzlerce kez gördüğümüz argümanlarla sistemi eleştiriyorlar ve bunu da mutsuz bir adamdan, Elliot Alderson'dan dinliyoruz. Yani Elliot hem insanların fikrini değiştirebilecek seviyede eleştiriler getirmeyip yalnızca safını belli ediyor, hem de var olduğu şey ve kimliği ile temsil ettiği şey, sistemin dışına çıkanı gizli gizli tehdit ediyor ve başına kötü şeylerin geleceğini söylüyor.
 
Ortalama insanın hayatta amaçları nelerdir? Para, başarı, seks... Para ve seks de bir başarı ölçütü değil midir? Yani parayı kâğıt parçası olmaktan çıkaran şey ona yüklediğimiz anlamdır. Para bir şeylere sahip olmamıza fayda sağlar. Peki, bir şeylere niçin sahip olmak isteriz? Bunu basitçe ikiye ayırabiliriz.
1. İhtiyacımız vardır. Çorap, ayakkabı, kitap, mutfak malzemesi, internet vb. gibi.
2. Toplumdan kabul görmek, yani başarılı olmak için.

"Başarı ortalama insanların hayallerine sahip olmaktır." dersek başarı derken neyi kastettiğimiz daha açık bir şekilde anlaşılacaktır. Ve seks: seksi de aynı biçimde ikiye ayırabiliriz:
1. Alınacak haz için, aşk için, sevgiliyle daha da yakın olabilmek için.
2. Kabul, onay ve sonuç olarak başarı getirdiği için.

Jennifer Lawrence ile sevişmek ile herhangi bir spor salonundaki sıradan bir kadınla sevişmenin farkı bu başarı arzusunun ardında gizli. Jennifer Lawrence ile sevişmek bir başarıdır. Herhangi bir spor salonundaki güzel kızla sevişmek de başarıdır, ama Jennifer’la sevişmek kadar büyük bir başarı değildir. İşte "sahip olduktan sonra insan sıkılıyor" geyiği bu yüzden var. Çünkü kadını bir oyuncak gibi görürseniz, sohbet edilen, iletişim kurulan, bir şeyler paylaşılan bir canlı olarak görmezseniz sıkılırsınız. Çünkü ona sahip olmanız insanlar tarafından artık kanıksanmıştır ve başarı getirmiyordur; başarı tüketilen bir şeydir. Örneğin bir yazarın kitabı 50.000 satarsa bu başarıdır. Ama beş kitap yazdığında beşi de 50.000 satmışsa bu başarı olmaktan çıkar. Başarı için her daim daha fazlasına doğru koşmak gerekir.
 
Başarı konusuna daha ayrıntılı değinmek ve konudan sapmak istemiyorum. Yani şu yukarıdaki paragraftan çıkaracağımız cümle şudur: Kapitalizm insanları üç aşamada köle yapar.

1. Hayattaki esas amacın mutluluk olduğuna inandır. Örneğin 1776 yılında ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nde "Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine inanıyoruz." sözleri yer alır, fakat mutluluğun doğru bir tanımını yapmamız bugün bile çok zor. Mutluluk bir toplumsal hedef olarak koyulur, bu bir hayali gerçekliktir. Sadece kapitalizm değil, tüm sistemler mutluluk vaadi ile yola çıkarlar. Hammurabi de müreffeh bir toplumun sadece kendi kanunlarıyla mümkün olduğunu iddia etmişti, dünden bugüne halkı kontrol etmenin yöntemi çok da değişmedi.

2. Mutluluğun basit şeylerle değil, yalnızca büyük başarılarla gelebileceğine inandır. American Beauty filmini bu konuyu işleyen başarılı bir eser olarak örnekleyebiliriz. Her daim daha fazlasına doğru koşan, sahip olduğu şeylerin önemini kavramayan ve çok çalışan insanlar böyle yaratılır.

3. Onlara başarılı olabilmeleri için hedefler koydur ve rotaya sok. İnsanlar iyi bir iş, çok para, lüks otomobil, pahalı kıyafetler gibi hedefler için çok çalışırlar.

Dizide de başarılı olmaya çalışan, zeki (onlara göre: zeki=başarılı) ve oldukça havalı bir adam görüyoruz. Yani dizi aslında kapitalizmi yeriyor gibi görünürken, kapitalizmin en büyük silahını pazarlıyor: Başarıyı. Kendi görüşü ile baştan çelişen bir durum ortaya çıkıyor haliyle.
 
Antikapitalizm ile antikapitalizmden insanları anladığı farklı şeyler. Bu yüzden iki katmana ayırırsak, antikapitalizmden insanların anladığı şeyleri dizide görüyoruz. Yani sığ fikirlerle, kapitalizme fazla ilişmeden bir antikapitalist yaratıyorlar. Ve ardından da gerçek antikapitalizmi yeriyorlar alttan alta. Az önce bahsettiğim gibi, tüm sistemler mutluluğun yalnızca kendi sistemiyle mümkün olduğunu iddia eder. Sisteme ve topluma ayak uydurmayanları ise bazen şiddetle yola sokmaya çalışır, bazen de dizide gördüğümüz biçimde yalnızca gözünü korkutur.

Yalnız ve mutsuz! Peki gerçekten böyle mi?

Elliot Alderson’dan çıkardığımız, “çıkarmamız gereken” sonuç, sistemin dışına çıkan insanın çok yalnız ve mutsuz olduğu. Peki, gerçekten öyle mi? Kendi hayatımdan örnek vereyim: Kapitalizmin nasıl bir şey olduğunu gördüğümde yıkım yaşadım. Çünkü çok kısa bir süre içerisinde hem dinin, hem de paranın saçma olduğunu düşünmeye başlamıştım. Hukuk okuyacaktım, para ve başarı için. Tanrı'ya inanıyordum, ileride cennete gidecektim. İkisi de elimden gittiğinde hayatımda hiçbir doğrunun kalmadığını, ayaklarımın yere basmadığını fark ettim. (Bkz: Ateistlerin içindeki korkunç boşluk) Bu durumda insanların intiharı düşünmesi gayet normal. Ama bu bir süreç, bunun dinden çıkmakla ya da paranın çok da önemli olmadığını anlamakla alakası pek yok.

Hayatını resme adamış biri, resim sanatının anlamsız olduğunu düşünmeye başladığında da, yerine koyacak başka bir şey bulsa dahi bu sıkıntıyı bir süre çeker. Çünkü hem sandığı kadar zeki olmadığıyla yüzleşir, zira yanılmıştır (aslında insanlar yanılarak zekileşir fakat bunu anlamak için dahi bir nebze zeki olmak gerekiyor), hem de ölçülebilir en değerli şey olan zamanı boşa harcadığını fark eder. Bahsettiğim boşluğa yaklaştığı zaman insanların yapacağı iki şey vardır:
1. Üstüne üstüne gidip kendi gerçekliğini yaratmak, dirayetli olmak.
2. Var olduğu noktada zeki olduğunu düşünerek insanları ezmek, ardından da onlardan çok da farklı olmadan fakat farklı olduğunu düşünerek yaşamaya devam etmek.

İnsanlar hatalı olduklarıyla yüzleştiklerinde zekâlarına olan güvenleri azalır, bu açığı da eski hâline benzeyenleri ezerek kapatmak isterler. Mr. Robot da insanları ikinci tercihe yönlendiriyor. Oysa insan, bahsettiğim boşluğu doldurduğu zaman, kendine tekrar ve yeni bir amaç bulduğu zaman o sıkıntıyı atlatır. Nitekim bende de öyle oldu. Kendime daha mantıklı amaçlar buldum ve dizideki gibi duvar dibine çöküp ağlama seanslarını atlattım.
 
Antikapitalist olmak tek başına iletişim kurma problemi getirmez. Ortalama insan hemen herkes tarafından anlaşılırken, ortalamanın biraz üstündeki insanlar da yine kendi seviyesindeki insanlarla anlaşabilir. Anlama anlaşılma problemini küçümsediğim için değil, Lost in Translation bu konuyu en iyi işleyen eserlerden biridir. Sadece şundan bahsediyorum: Ortalama insan ne yapar? Futbolla ilgilenir, Survivor izler vs. Tuttuğu takımı zaten milyonlarca insan tutuyor, onun maç izlediği sürece milyonlarca insan da aynı şeyi yapıyorken nasıl iletişim problemi yaşayabilir? Yani nasıl yalnız kalabilir? Yalnız olmak "herkes tarafından" anlaşılamamak mıdır? Antikapitalist insan da daha az insan tarafından anlaşılır, ama anlaşılır. Bunun dışında sosyoloji, psikoloji, felsefe, edebiyat gibi alanlarda derinleşen insanları çok daha az insan anlar, sağlıklı iletişim kurmakta zorlanır, buna katılıyorum ama antikapitalizm o kadar yalnızlaştırmaz insanı. Bu biraz sayılarla alakalı. Bunun haricinde anlaşılmadığını düşünenlerin sorunu kendisinde araması gerektiğini düşünüyorum. İnsan en zeki ve en doğru kişiyi kendisi olarak görüyorken, daha zeki olanların onu anlamadığını düşünmesi olası, o tuzağa düşmemek gerekiyor.

 Bir Hacker ne kadar 'derin' olabilir?

Ne oldu? Dizideki yalnızlığı da samimi bulmadık. Üstelik karakterimiz felsefeyle ya da benzer bir alanla ilgilenmiyor dahi. Biraz genelleyici olacak ama bir Hacker'ın anlaşılamayacak bir derinliğe ulaşması pek olası değil. İnsanlar hangi alanla uğraşıyorsa, ne için mesai harcıyorsa o alanda derinleşir. Burada zeki ve derin ayrımına gitmekte fayda görüyorum. Mr. Robot için sığ derken tam da bundan bahsediyorum ayrıca, üzerine düşünülmesi gereken hiçbir noktaya parmak basmıyorlar. Zeki ve derin ayrımını şöyle yapabiliriz: Bir futbolcu (ya da herhangi bir sporcu) diğer futbolcularla aynı şekilde antrenman yaptığı hâlde, diğerlerinden daha iyi pas atıyor, daha az enerjiyle daha büyük işler başarıyor olabilir. Ya da bir ofiste herkesin tecrübesi aynı olmasına rağmen bazıları problemlere daha çabuk ve kesin çözümler üretiyor olabilir. Ülkede onlarca bilgisayar mühendisi varken birinin diğerlerinden çok daha iyi fikirler ortaya koyması da gayet doğaldır. Ya da bir kebapçı yahut simitçi ürününü rakiplerinden çok daha iyi pazarlayabilir. Bu insanlara zeki diyebiliriz. Çünkü diğerlerinden bariz bir üstünlükleri vardır koydukları üründe ya da sunma biçimlerinde..

Fakat bir futbolcu, bir bilgisayar mühendisi, bir kebapçı ya da simitçi derin midir? Derin olabilir mi? Cevaplayayım: Hayır. Yani bir futbolcu ne kadar zeki olursa olsun derin değildir. Niçin? Çünkü amaçları paradır, bir sınıf ayrımına girmeden toplumun onayıdır (hattâ direkt ortalama insandır) ve uğraştıkları alan onları derinleştirmiyordur. Bir edebiyatçı, bir mütefekkir derindir, çünkü bu basit ve illüzyondan ibaret 'dünyevi' şeyler için çabalamaz, hem de uğraştıkları alan onları ister istemez derinleştirecektir. Tabii burada edebiyatçı derken Murat Menteş, Emrah Serbes gibilerden bahsetmiyorum. Bu yüzden bir Kebapçı zeki olabilir, fakat derin olamaz.
 
Yani karakterimiz öyle resmedildiği gibi derin değil; belki zeki, ama derin değil. Nietzsche "Anlattıklarımı 100 yıl sonra anlayacaksınız!" dediğinde oradaki hüznü görebiliyorum. Genelde o söylem Nietzsche’nin kendini beğenmesine, kibrine yorulur, oysa büyük bir acı vardır orada bence. Yaptığımız şeyleri son kertede anlaşılmak için yapıyorsak, çağdaşları tarafından anlaşılmayan birinin bu cümleyi kurması çok doğal ve hüzünlü. Fakat dediğim gibi, bir bilgisayar mühendisi bunu söylerse samimi bulmam.
 
Aslında işin özü şu: Son yıllarda internetle beraber düşünürlere ve edebiyatçılara yönelen bir ilgi var. İnsanlar onlar gibi olmak istiyor. Fakat zaten aydının derdi caka satmak olmadığı için, bu amaçla hareket edenler onlar gibi olma olasılığını baştan kaybediyor. Ne yapıyorlar? Onları taklit ediyorlar. Yalnızlıktan, anlaşılmamaktan, insanların aptal olmasından şikâyetçi olarak kısa yoldan "zeki" oluyorlar. Benim dizide gördüğüm adam da bu, daha fazlası değil. Elliot Alderson zaten Twitter'da Camus fotoğrafı paylaşıp "Ah! o anda ne düşünmüştü acaba?" yazan kitlenin yansıması. (Camus onları görse hem ağlar hem gülerdi.)
 
Karakterimiz "normal" derken neyi anlatmak istediğimi aslında en güzel dizinin kendisi örnekliyor: Bölümün başında Elliot Alderson'ı çocuk pornosu izleyen birini şikâyet ederken görüyoruz. Anlıyoruz ki kahramanımız çocuk pornosuna karşı, peki. Ardından psikoloğun takıldığı adamın yanına gidiyor ve adamın köpeğe kötü davrandığını gördüğünde rahatsız oluyor, peki. Ardından psikoloğunu kandırdığı için adamı tehdit ediyor, yani anlıyoruz ki psikoloğunu önemsiyor. Adamı 15 yaşında bir kızla birlikte olduğunu söyleyerek, polise şikâyet etmekle tehdit ediyor ve adam inanıyor. Orada hemen iç sesten "aslında 15 yaşında değil, ama gençlerden hoşlandığı için inandı" minvalinde bir şeyler duyuyoruz. Bu cümleden, gerçekten 15 yaşında olsaydı polise şikâyet edeceği çıkarımını yapmak zor değil. Demek ki 30 küsur yaşındaki adamların 15 yaşındakilerle birlikte olmasına da karşı.

Ortalama insanların kötülük olarak gördüğü şeyleri Elliot Alderson da kötülük olarak görüyor, hepimizin "iyilik" olarak adlandıracağı şeylere o da iyilik diyor ve hattâ iyilik yapıyor. Karakterimiz baştan aşağı normal. Toplumun dışında kalmış biri toplumun ahlaki yargılarını önemsemez ki. Yine kendimden örnek vereyim: Elimde karşı apartmanı yok edecek bir düğme olsa, basarım galiba. Çünkü ne olacağını, ne hissedeceğimi merak ediyorum. Benim için insanların ölmesi tuhaf bir şey değil, sürekli ölüyorlar zaten. Buraya daha uç örnekler de gelebilir. Örnekleri çoğaltmadan kısaca, "toplumun ahlaki yargılarını taşımıyorum" diyebilirim. Zaten sorun da bu, iletişim problemi de bu yüzden doğuyor.
 
Üstelik hani karakterimiz insanları sevmiyordu? Bölümün sonunda da bu tarz "kötü" adamlarla ilgili elindeki verileri depoladığı çantayı görüyoruz. Yani hem insanları sevmiyor hem kahraman öyle mi? Hadi ahlaki yargılarının toplumla aynı olmasını sığ olmasıyla açıklayabiliriz, fakat kahraman olması komik. "İyi" olmak için nasıl bir motivasyona sahip ki?

 Neden sistemin dışına çıkmış, aklı başında, zeki ve tutarlı birini göremiyoruz hiç?

Az önce iletişim problemi bu yüzden doğuyor dedim, onu da açayım biraz. Yazarlar ve düşünürler neden yalnız insanlar, neden iletişim problemi yaşıyorlar? Benim buna -birazcık tecrübelerimle de anladığım kadarıyla-, getirdiğim tespit şu: Kavramlara farklı anlamlar yüklüyorlar, çünkü kavramları sorguluyorlar. Yani aşk dendiğinde bir düşünürle normal insan aynı şeyleri anlamıyor. Ölüm dendiğinde de, ayrılık dendiğinde de, yalnızlık dendiğinde de bu böyle oluyor. Yani kendi dillerini inşa ediyorlar zamanla ve normal insanla iletişim problemi bu yüzden ortaya çıkıyor. Aynı sözcüklerle farklı dilleri konuşuyorlar bir nevi. Karakterimizde böyle bir problem var mı? Bu da yok. Bu iletişim problemi nereden kaynaklanıyor ki? İnsanların Açlık Oyunları'nı sevmesinden mi? Eğer tüm derdi buysa Elliot Alderson çevresini değiştirse iyi eder.
 
Elliot Gömlek giymeye karşı fakat ahlaki yargıları normal insanınkiyle neredeyse aynı. Sistemi böyle eleştirmek için ya beceriksiz olmak gerekiyor ya da art niyetli. Beceriksiz olmadıklarından son derece eminim. Kapitalizmi kapitalizmin diliyle eleştiremezsiniz. Yani iyilerin ve kötülerin belli olduğu (Evil Corp) bir dünya yaratıp kapitalizmi eleştirmeye çalışıyorsanız çok yanlış yoldasınız demektir. Dizide çok net bir iyi-kötü ayrımı var, ne yazık ki Orta Dünya'da yaşamıyoruz. Ben de isterdim bu kadar basit olmasını. Ama zaten yazının bütününde değindiğim gibi dizinin yaratıcılarının kapitalizmi eleştirmek gibi bir dertleri yok.
 
Bu tarz yapımlarla ilgili birkaç örnek daha vereyim: Fight Club'ı izleyen kitle kendini zeki hissetmişti değil mi? Hattâ onlara göre Fight Club'ı beğenmeyen aptaldı. Ne oldu? Antikapitalist olmak moda oldu. Zeki görünmek isteyen herkes birkaç ezber antikapitalist söylemi dile getirdi ve hemen "zeki" oldu. Zeki olmak doğası gereği azınlığa dâhil olmak anlamına gelir. Bahsettiğim yöntemle antikapitalist olanların sayısı o kadar arttı ki, oradan bir onay ve kabul sağlanamaz hâle geldi. Nihayetinde antikapitalist olmanın modası kaçtı. O gün onay almak için antikapitalist olanlar, bugün onay almak için antikapitalistlere burun kıvırdılar. Bir bugüne bakalım, bir de beş yıl önceye: Eskiden kapitalizmi övenler, parasıyla caka satanlar eleştirilirken, bugün bunlar gayet doğal karşılanıyor. İnsanlar antikapitalizmi içselleştiremediği için, sadece onay almak için bu kılıfa büründüğü için antikapitalistler artık demode, kafa ütüleyen ve yapmacık insanlar olarak görülüyorlar. İnternet ortamında dahi böyle bu.
 
Özgecan olayı sonrası insanların tepkileriyle örnekleyebiliriz bu bahsettiğim içselleştirememe durumunu. O olaydan sonra çoğunluk cinsiyetçi ifadeler kullanmaktan kaçınıyordu, yazarken küfür kullanmaktan imtina ediyorlardı. Bunu içselleştirdiklerinden değil, sadece onay almak için yaptılar. Bugün tekrar aynı ifadeleri yavaş yavaş kullanmaya dönüyorlar. Toplumsal farkındalık olabilir ama bilinçlenme bireysel olur. Bir bilinçlenme söz konusu değil ne yazık ki, işte internet bu yüzden çok tehlikeli. İçi boşaltılmayan tek bir kavram kalmayacak yakında.
 
İtiraf etmeliyim ki çok zekice bir hamle bu. İşte bu yüzden hiçbir zaman kapitalizm açık açık övülmüyor. Kapitalizmi övmek yerine kapitalizme karşı olanların içi boşaltılıyor. Şöyle örnekleyebiliriz: iPhone bükülüyormuş, şöyle bozuluyormuş böyle bozuluyormuş geyiğinin döndüğü günlerde iPhone'a roket atanlar, iş makinesinin altında ezenleri gördük, ânında sulandırıldı konu. Eskiden iPhone kullanıcıları "iPhone şundan bundan zarar görüyor" başlığını gördüğünde dikkat kesilirken, artık umursamıyor dahi.

 Neden oğlan güzel, kız güzel?

Mr. Robot zaten daha çok 16-24 yaş arası kesime hitap ediyor. Artık cılkı çıkan aşk üçgeninden, karakterimizin karşılıksız aşkından, anlam veremediğimiz kahramanlığından, sürekli anlaşılmıyorum deyip sıradan olmayan tek bir şey söylememesinden, kapüşonla sürekli "cool" takılmasından, geceleri dedektif gibi problem çözmesinden bu sonucu çıkarmak zor değil. Karakterin beğenilmesi ve kabul edilmesi için uygulanan formül şu: Biraz olandan koy, biraz olmak istenenden. Bunu yaptığınız anda, ki yukarıda saydığım şeylerin bir kısmı bu yaş aralığındaki insanlarda var ve yarısı da hayallerindeki kişinin özelliği, karakter sevilir. Kime hitap edeceğinizi de bu şekilde belirlersiniz.
 
Neden karakterimiz 110 kilo değil? Neden âşık olduğu kız gayet güzel? Neden büyük ihtimalle ilerideki bölümlerde âşık olacağı kız da güzel? (ilk bölümü izledim henüz, şu Hacker kızdan bahsediyorum). Bu soruları arttırabiliriz. Ayrıca şizofreni konusunu art niyetli bulmak mümkün. Dediğim gibi ilk bölümü izledim yalnızca ama çok büyük ihtimalle karakter şizofren. Hacker kızın Mr. Robot'tan bahsedildiğinde verdiği tepki, adamın dert etmeden metroda sigara içmesi ve benzerleri kanıttır buna. Neden sistemin dışına çıkmış, aklı başında, zeki ve tutarlı birini göremiyoruz hiç?
 
Gerçek antikapitalizm bu değil. Burada aklınızda "Öyleyse kapitalizmi eleştiren hiçbir eser iyi değil mi?" sorusu canlanabilir. Önemli olan neyi eleştirdiği değil, nasıl eleştirdiğidir. Örneğin hiç "paranın işlevini" sorgulayan bir antikapitalist eser gördünüz mü? Biraz açayım, en nihayetinde her şeyi duygularımız için yapıyorsak, zenginlerin sıradan insanlardan daha mutlu olduğu varsayımını nasıl yapıyoruz? Genelde çok çalışan, stres içinde, herkesi rakip olarak gören, sahip olduklarıyla asla yetinmeyen insanlar. Daha çok orta ve düşük gelirli insanın olması ve onların genelde mutsuz olması, zenginlerin orta ve düşük gelirlileri "Bizim kadar mutlu olmak istiyorsanız çok çalışmalısınız!" diyerek kandırmasına kılıf oluyor yalnızca. Bana kalırsa hayatta kalacak kadar paraya sahip olduktan sonra paranın fazlası işlevsiz bir hâl alıyor. Hattâ tehlikeli bile diyebiliriz çünkü bir şeylere sahip olma dürtüsü insanın yakasını bırakmıyor. Hasan Ali Toptaş bununla ilgili "Sahip olmak ruha yüktür." diyordu. Yani belli bir miktardan sonra ne kadar paraya sahip olduğunuzun önemi yok. Neyi tüketirseniz tüketin, aynı duyguları tadacaksınız. Bir orta gelirli baba çocuğuna bisiklet aldığında ya da zengin bir baba genç evladına araba aldığında çocukların hissettikleri çok da farklı değil.
 
1800'lü yıllarda siyahilerle beyazların eşit kabul edilmemesi bugün bize oldukça tuhaf geliyor. O günlerde yaşayan bir beyaz tenlinin aklına siyahilerle eşit olduğu düşüncesi dahi gelmiyordu. Beyazlar ve siyahlar farklı okullara, farklı hastanelere giderken, bugün bunu oldukça absürt buluyoruz. Peki, bugün zenginler daha iyi okullara, daha iyi hastanelere giderken bunu niçin tuhaf bulmuyoruz? Tuhaf bulmuyoruz, çünkü gerçekten kapitalizmi eleştiren eserler önümüze kolay kolay çıkmıyor. Eğer Mr. Robot’ta da kapitalizmi gerçekten eleştirmek isteseler, paranın işlevsizliğinden, bazı insanların diğerlerinden daha iyi sağlık hizmetini hak edip etmediğinden bahsederlerdi. Bu yüzden Mr. Robot antikapitalizm maskesiyle hepimize kapitalizm satıyor. 
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER