Mr. Robot izlediğim en art niyetli, rahatsız
edici dizi olabilir. Daha çok sinemada bu tarz "savunduğu şeyi aslında
savunmayan" yapımları görüyordum, dizi piyasasında da karşımıza çıkıyor
artık.
Öncelikle dizi antikapitalist falan değil,
kapitalizmin ta kendisi. Formülün nasıl işlediğini inceleyelim:
Dizide gayet vasat, zaten yüzlerce kez
gördüğümüz argümanlarla sistemi eleştiriyorlar ve bunu da mutsuz bir adamdan,
Elliot Alderson'dan dinliyoruz. Yani Elliot hem insanların fikrini
değiştirebilecek seviyede eleştiriler getirmeyip yalnızca safını belli ediyor,
hem de var olduğu şey ve kimliği ile temsil ettiği şey, sistemin dışına çıkanı
gizli gizli tehdit ediyor ve başına kötü şeylerin geleceğini söylüyor.
Ortalama insanın hayatta amaçları nelerdir? Para,
başarı, seks... Para ve seks de bir başarı ölçütü değil midir? Yani parayı kâğıt
parçası olmaktan çıkaran şey ona yüklediğimiz anlamdır. Para bir şeylere sahip
olmamıza fayda sağlar. Peki, bir şeylere niçin sahip olmak isteriz? Bunu
basitçe ikiye ayırabiliriz.
1. İhtiyacımız vardır. Çorap, ayakkabı, kitap,
mutfak malzemesi, internet vb. gibi.
2. Toplumdan kabul görmek, yani başarılı
olmak için.
"Başarı ortalama insanların hayallerine sahip olmaktır."
dersek başarı derken neyi kastettiğimiz daha açık bir şekilde anlaşılacaktır. Ve
seks: seksi de aynı biçimde ikiye ayırabiliriz:
1. Alınacak haz için, aşk için,
sevgiliyle daha da yakın olabilmek için.
2. Kabul, onay ve sonuç olarak başarı
getirdiği için.
Jennifer Lawrence ile sevişmek ile herhangi bir spor salonundaki
sıradan bir kadınla sevişmenin farkı bu başarı arzusunun ardında gizli.
Jennifer Lawrence ile sevişmek bir başarıdır. Herhangi bir spor salonundaki
güzel kızla sevişmek de başarıdır, ama Jennifer’la sevişmek kadar büyük bir
başarı değildir. İşte "sahip olduktan sonra insan sıkılıyor" geyiği
bu yüzden var. Çünkü kadını bir oyuncak gibi görürseniz, sohbet edilen,
iletişim kurulan, bir şeyler paylaşılan bir canlı olarak görmezseniz sıkılırsınız.
Çünkü ona sahip olmanız insanlar tarafından artık kanıksanmıştır ve başarı
getirmiyordur; başarı tüketilen bir şeydir. Örneğin bir yazarın kitabı 50.000
satarsa bu başarıdır. Ama beş kitap yazdığında beşi de 50.000 satmışsa bu
başarı olmaktan çıkar. Başarı için her daim daha fazlasına doğru koşmak
gerekir.
Başarı konusuna daha ayrıntılı değinmek ve
konudan sapmak istemiyorum. Yani şu yukarıdaki paragraftan çıkaracağımız cümle şudur: Kapitalizm insanları üç aşamada köle yapar.
1. Hayattaki esas amacın mutluluk olduğuna
inandır. Örneğin 1776 yılında ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nde
"Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara
hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar
verildiğine inanıyoruz." sözleri yer alır, fakat mutluluğun doğru bir
tanımını yapmamız bugün bile çok zor. Mutluluk bir toplumsal hedef olarak
koyulur, bu bir hayali gerçekliktir. Sadece kapitalizm değil, tüm sistemler
mutluluk vaadi ile yola çıkarlar. Hammurabi de müreffeh bir toplumun sadece
kendi kanunlarıyla mümkün olduğunu iddia etmişti, dünden bugüne halkı kontrol
etmenin yöntemi çok da değişmedi.
2. Mutluluğun basit şeylerle değil, yalnızca
büyük başarılarla gelebileceğine inandır. American Beauty filmini bu konuyu işleyen
başarılı bir eser olarak örnekleyebiliriz. Her daim daha fazlasına doğru koşan,
sahip olduğu şeylerin önemini kavramayan ve çok çalışan insanlar böyle
yaratılır.
3. Onlara başarılı olabilmeleri için hedefler
koydur ve rotaya sok. İnsanlar iyi bir iş, çok para, lüks otomobil, pahalı
kıyafetler gibi hedefler için çok çalışırlar.
Dizide de başarılı olmaya çalışan, zeki
(onlara göre: zeki=başarılı) ve oldukça havalı bir adam görüyoruz. Yani dizi
aslında kapitalizmi yeriyor gibi görünürken, kapitalizmin en büyük silahını
pazarlıyor: Başarıyı. Kendi görüşü ile baştan çelişen bir durum ortaya çıkıyor
haliyle.
Antikapitalizm ile antikapitalizmden insanları
anladığı farklı şeyler. Bu yüzden iki katmana ayırırsak, antikapitalizmden
insanların anladığı şeyleri dizide görüyoruz. Yani sığ fikirlerle, kapitalizme
fazla ilişmeden bir antikapitalist yaratıyorlar. Ve ardından da gerçek
antikapitalizmi yeriyorlar alttan alta. Az önce bahsettiğim gibi, tüm sistemler
mutluluğun yalnızca kendi sistemiyle mümkün olduğunu iddia eder. Sisteme ve
topluma ayak uydurmayanları ise bazen şiddetle yola sokmaya çalışır, bazen de
dizide gördüğümüz biçimde yalnızca gözünü korkutur.
Yalnız ve mutsuz! Peki gerçekten böyle mi? Elliot Alderson’dan
çıkardığımız, “çıkarmamız gereken” sonuç, sistemin dışına çıkan insanın çok
yalnız ve mutsuz olduğu. Peki, gerçekten öyle mi? Kendi hayatımdan örnek
vereyim: Kapitalizmin nasıl bir şey olduğunu gördüğümde yıkım yaşadım. Çünkü
çok kısa bir süre içerisinde hem dinin, hem de paranın saçma olduğunu düşünmeye
başlamıştım. Hukuk okuyacaktım, para ve başarı için. Tanrı'ya inanıyordum,
ileride cennete gidecektim. İkisi de elimden gittiğinde hayatımda hiçbir
doğrunun kalmadığını, ayaklarımın yere basmadığını fark ettim. (Bkz: Ateistlerin
içindeki korkunç boşluk) Bu durumda insanların intiharı düşünmesi gayet normal.
Ama bu bir süreç, bunun dinden çıkmakla ya da paranın çok da önemli olmadığını
anlamakla alakası pek yok.
Hayatını resme adamış biri, resim sanatının anlamsız
olduğunu düşünmeye başladığında da, yerine koyacak başka bir şey bulsa dahi bu sıkıntıyı bir
süre çeker. Çünkü hem sandığı kadar zeki olmadığıyla yüzleşir, zira yanılmıştır
(aslında insanlar yanılarak zekileşir fakat bunu anlamak için dahi bir nebze
zeki olmak gerekiyor), hem de ölçülebilir en değerli şey olan zamanı boşa
harcadığını fark eder. Bahsettiğim boşluğa yaklaştığı zaman insanların yapacağı
iki şey vardır:
1. Üstüne üstüne gidip kendi gerçekliğini yaratmak, dirayetli
olmak.
2. Var olduğu noktada zeki olduğunu düşünerek insanları ezmek, ardından
da onlardan çok da farklı olmadan fakat farklı olduğunu düşünerek yaşamaya
devam etmek.
İnsanlar hatalı olduklarıyla yüzleştiklerinde zekâlarına olan
güvenleri azalır, bu açığı da eski hâline benzeyenleri ezerek kapatmak
isterler. Mr. Robot da insanları ikinci tercihe yönlendiriyor. Oysa insan, bahsettiğim boşluğu doldurduğu zaman, kendine tekrar ve yeni bir amaç bulduğu zaman o sıkıntıyı
atlatır. Nitekim bende de öyle oldu. Kendime daha mantıklı amaçlar buldum ve
dizideki gibi duvar dibine çöküp ağlama seanslarını atlattım.
Antikapitalist olmak tek başına iletişim kurma
problemi getirmez. Ortalama insan hemen herkes tarafından anlaşılırken,
ortalamanın biraz üstündeki insanlar da yine kendi seviyesindeki insanlarla
anlaşabilir. Anlama anlaşılma problemini küçümsediğim için değil, Lost in
Translation bu konuyu en iyi işleyen eserlerden biridir. Sadece şundan
bahsediyorum: Ortalama insan ne yapar? Futbolla ilgilenir, Survivor izler vs.
Tuttuğu takımı zaten milyonlarca insan tutuyor, onun maç izlediği sürece
milyonlarca insan da aynı şeyi yapıyorken nasıl iletişim problemi yaşayabilir? Yani
nasıl yalnız kalabilir? Yalnız olmak "herkes tarafından"
anlaşılamamak mıdır? Antikapitalist insan da daha az insan tarafından
anlaşılır, ama anlaşılır. Bunun dışında sosyoloji, psikoloji, felsefe, edebiyat
gibi alanlarda derinleşen insanları çok daha az insan anlar, sağlıklı iletişim
kurmakta zorlanır, buna katılıyorum ama antikapitalizm o kadar yalnızlaştırmaz
insanı. Bu biraz sayılarla alakalı. Bunun haricinde anlaşılmadığını
düşünenlerin sorunu kendisinde araması gerektiğini düşünüyorum. İnsan en zeki ve en
doğru kişiyi kendisi olarak görüyorken, daha zeki olanların onu
anlamadığını düşünmesi olası, o tuzağa düşmemek gerekiyor.
Bir Hacker ne kadar 'derin' olabilir?
Ne oldu? Dizideki yalnızlığı da samimi
bulmadık. Üstelik karakterimiz felsefeyle ya da benzer bir alanla ilgilenmiyor
dahi. Biraz genelleyici olacak ama bir Hacker'ın anlaşılamayacak bir derinliğe
ulaşması pek olası değil. İnsanlar hangi alanla uğraşıyorsa, ne için mesai
harcıyorsa o alanda derinleşir. Burada zeki ve derin ayrımına gitmekte fayda
görüyorum. Mr. Robot için sığ derken tam da bundan bahsediyorum ayrıca, üzerine düşünülmesi
gereken hiçbir noktaya parmak basmıyorlar. Zeki ve derin ayrımını şöyle
yapabiliriz: Bir futbolcu (ya da herhangi bir sporcu) diğer futbolcularla aynı
şekilde antrenman yaptığı hâlde, diğerlerinden daha iyi pas atıyor, daha az
enerjiyle daha büyük işler başarıyor olabilir. Ya da bir ofiste herkesin tecrübesi aynı olmasına rağmen
bazıları problemlere daha çabuk ve kesin çözümler üretiyor olabilir. Ülkede
onlarca bilgisayar mühendisi varken birinin diğerlerinden çok daha iyi fikirler
ortaya koyması da gayet doğaldır. Ya da bir kebapçı yahut simitçi ürününü
rakiplerinden çok daha iyi pazarlayabilir. Bu insanlara zeki diyebiliriz. Çünkü
diğerlerinden bariz bir üstünlükleri vardır koydukları üründe ya da sunma biçimlerinde..
Fakat bir
futbolcu, bir bilgisayar mühendisi, bir kebapçı ya da simitçi derin midir?
Derin olabilir mi? Cevaplayayım: Hayır. Yani bir futbolcu ne kadar zeki
olursa olsun derin değildir. Niçin? Çünkü amaçları paradır, bir sınıf ayrımına
girmeden toplumun onayıdır (hattâ direkt ortalama insandır) ve uğraştıkları
alan onları derinleştirmiyordur. Bir edebiyatçı, bir mütefekkir derindir, çünkü
bu basit ve illüzyondan ibaret 'dünyevi' şeyler için çabalamaz, hem de uğraştıkları alan
onları ister istemez derinleştirecektir. Tabii burada edebiyatçı derken Murat
Menteş, Emrah Serbes gibilerden bahsetmiyorum. Bu yüzden bir Kebapçı zeki olabilir, fakat
derin olamaz.
Yani karakterimiz öyle resmedildiği gibi derin
değil; belki zeki, ama derin değil. Nietzsche "Anlattıklarımı 100 yıl
sonra anlayacaksınız!" dediğinde oradaki hüznü görebiliyorum. Genelde o
söylem Nietzsche’nin kendini beğenmesine, kibrine yorulur, oysa büyük bir acı
vardır orada bence. Yaptığımız şeyleri son kertede anlaşılmak için yapıyorsak,
çağdaşları tarafından anlaşılmayan birinin bu cümleyi kurması çok doğal ve
hüzünlü. Fakat dediğim gibi, bir bilgisayar mühendisi bunu söylerse samimi
bulmam.
Aslında işin özü şu: Son yıllarda internetle
beraber düşünürlere ve edebiyatçılara yönelen bir ilgi var. İnsanlar onlar gibi
olmak istiyor. Fakat zaten aydının derdi caka satmak olmadığı için, bu amaçla
hareket edenler onlar gibi olma olasılığını baştan kaybediyor. Ne yapıyorlar?
Onları taklit ediyorlar. Yalnızlıktan, anlaşılmamaktan, insanların aptal
olmasından şikâyetçi olarak kısa yoldan "zeki" oluyorlar. Benim
dizide gördüğüm adam da bu, daha fazlası değil. Elliot Alderson zaten Twitter'da
Camus fotoğrafı paylaşıp "Ah! o anda ne düşünmüştü acaba?" yazan
kitlenin yansıması. (Camus onları görse hem ağlar hem gülerdi.)
Karakterimiz "normal" derken neyi
anlatmak istediğimi aslında en güzel dizinin kendisi örnekliyor: Bölümün
başında Elliot Alderson'ı çocuk pornosu izleyen birini şikâyet ederken
görüyoruz. Anlıyoruz ki kahramanımız çocuk pornosuna karşı, peki. Ardından psikoloğun
takıldığı adamın yanına gidiyor ve adamın köpeğe kötü davrandığını gördüğünde
rahatsız oluyor, peki. Ardından psikoloğunu kandırdığı için adamı tehdit
ediyor, yani anlıyoruz ki psikoloğunu önemsiyor. Adamı 15 yaşında bir kızla
birlikte olduğunu söyleyerek, polise şikâyet etmekle tehdit ediyor ve adam
inanıyor. Orada hemen iç sesten "aslında 15 yaşında değil, ama gençlerden
hoşlandığı için inandı" minvalinde bir şeyler duyuyoruz. Bu cümleden, gerçekten
15 yaşında olsaydı polise şikâyet edeceği çıkarımını yapmak zor değil. Demek ki
30 küsur yaşındaki adamların 15 yaşındakilerle birlikte olmasına da karşı.
Ortalama insanların kötülük olarak gördüğü şeyleri Elliot Alderson da kötülük
olarak görüyor, hepimizin "iyilik" olarak adlandıracağı şeylere o da
iyilik diyor ve hattâ iyilik yapıyor. Karakterimiz baştan aşağı normal.
Toplumun dışında kalmış biri toplumun ahlaki yargılarını önemsemez ki. Yine
kendimden örnek vereyim: Elimde karşı apartmanı yok edecek bir düğme olsa,
basarım galiba. Çünkü ne olacağını, ne hissedeceğimi merak ediyorum. Benim için
insanların ölmesi tuhaf bir şey değil, sürekli ölüyorlar zaten. Buraya daha uç
örnekler de gelebilir. Örnekleri çoğaltmadan kısaca, "toplumun ahlaki yargılarını
taşımıyorum" diyebilirim. Zaten sorun da bu, iletişim problemi de bu
yüzden doğuyor.
Üstelik hani karakterimiz insanları
sevmiyordu? Bölümün sonunda da bu tarz "kötü" adamlarla ilgili
elindeki verileri depoladığı çantayı görüyoruz. Yani hem insanları sevmiyor hem
kahraman öyle mi? Hadi ahlaki yargılarının toplumla aynı olmasını sığ olmasıyla
açıklayabiliriz, fakat kahraman olması komik. "İyi" olmak için nasıl
bir motivasyona sahip ki?
Neden sistemin
dışına çıkmış, aklı başında, zeki ve tutarlı birini göremiyoruz hiç?
Az önce iletişim problemi bu yüzden doğuyor
dedim, onu da açayım biraz. Yazarlar ve düşünürler neden yalnız insanlar, neden
iletişim problemi yaşıyorlar? Benim buna -birazcık tecrübelerimle de anladığım
kadarıyla-, getirdiğim tespit şu: Kavramlara farklı anlamlar yüklüyorlar, çünkü
kavramları sorguluyorlar. Yani aşk dendiğinde bir düşünürle normal insan aynı
şeyleri anlamıyor. Ölüm dendiğinde de, ayrılık dendiğinde de, yalnızlık
dendiğinde de bu böyle oluyor. Yani kendi dillerini inşa ediyorlar zamanla ve
normal insanla iletişim problemi bu yüzden ortaya çıkıyor. Aynı sözcüklerle
farklı dilleri konuşuyorlar bir nevi. Karakterimizde böyle bir problem var mı? Bu
da yok. Bu iletişim problemi nereden kaynaklanıyor ki? İnsanların Açlık
Oyunları'nı sevmesinden mi? Eğer tüm derdi buysa Elliot Alderson çevresini
değiştirse iyi eder.
Elliot Gömlek giymeye karşı fakat ahlaki
yargıları normal insanınkiyle neredeyse aynı. Sistemi böyle eleştirmek için ya
beceriksiz olmak gerekiyor ya da art niyetli. Beceriksiz olmadıklarından son
derece eminim. Kapitalizmi kapitalizmin diliyle
eleştiremezsiniz. Yani iyilerin ve kötülerin belli olduğu (Evil Corp) bir dünya
yaratıp kapitalizmi eleştirmeye çalışıyorsanız çok yanlış yoldasınız demektir.
Dizide çok net bir iyi-kötü ayrımı var, ne yazık ki Orta Dünya'da yaşamıyoruz.
Ben de isterdim bu kadar basit olmasını. Ama zaten yazının bütününde değindiğim
gibi dizinin yaratıcılarının kapitalizmi eleştirmek gibi bir dertleri yok.
Bu tarz yapımlarla ilgili birkaç örnek daha
vereyim: Fight Club'ı izleyen kitle kendini zeki hissetmişti değil mi? Hattâ
onlara göre Fight Club'ı beğenmeyen aptaldı. Ne oldu? Antikapitalist olmak moda
oldu. Zeki görünmek isteyen herkes birkaç ezber antikapitalist söylemi dile
getirdi ve hemen "zeki" oldu. Zeki olmak doğası gereği azınlığa dâhil
olmak anlamına gelir. Bahsettiğim yöntemle antikapitalist olanların sayısı o
kadar arttı ki, oradan bir onay ve kabul sağlanamaz hâle geldi. Nihayetinde
antikapitalist olmanın modası kaçtı. O gün onay almak için antikapitalist
olanlar, bugün onay almak için antikapitalistlere burun kıvırdılar. Bir bugüne
bakalım, bir de beş yıl önceye: Eskiden kapitalizmi övenler, parasıyla caka
satanlar eleştirilirken, bugün bunlar gayet doğal karşılanıyor. İnsanlar
antikapitalizmi içselleştiremediği için, sadece onay almak için bu kılıfa
büründüğü için antikapitalistler artık demode, kafa ütüleyen ve yapmacık
insanlar olarak görülüyorlar. İnternet ortamında dahi böyle bu.
Özgecan olayı sonrası insanların tepkileriyle
örnekleyebiliriz bu bahsettiğim içselleştirememe durumunu. O olaydan sonra
çoğunluk cinsiyetçi ifadeler kullanmaktan kaçınıyordu, yazarken küfür
kullanmaktan imtina ediyorlardı. Bunu içselleştirdiklerinden değil, sadece onay
almak için yaptılar. Bugün tekrar aynı ifadeleri yavaş yavaş kullanmaya
dönüyorlar. Toplumsal farkındalık olabilir ama bilinçlenme bireysel olur. Bir
bilinçlenme söz konusu değil ne yazık ki, işte internet bu yüzden çok tehlikeli.
İçi boşaltılmayan tek bir kavram kalmayacak yakında.
İtiraf etmeliyim ki çok zekice bir hamle bu.
İşte bu yüzden hiçbir zaman kapitalizm açık açık övülmüyor. Kapitalizmi övmek
yerine kapitalizme karşı olanların içi boşaltılıyor. Şöyle örnekleyebiliriz: iPhone
bükülüyormuş, şöyle bozuluyormuş böyle bozuluyormuş geyiğinin döndüğü günlerde iPhone'a roket atanlar, iş makinesinin altında ezenleri gördük, ânında
sulandırıldı konu. Eskiden iPhone kullanıcıları "iPhone şundan bundan
zarar görüyor" başlığını gördüğünde dikkat kesilirken, artık umursamıyor
dahi.
Neden oğlan güzel, kız güzel?
Mr. Robot zaten daha çok 16-24 yaş
arası kesime hitap ediyor. Artık cılkı çıkan aşk üçgeninden, karakterimizin
karşılıksız aşkından, anlam veremediğimiz kahramanlığından, sürekli anlaşılmıyorum
deyip sıradan olmayan tek bir şey söylememesinden, kapüşonla sürekli
"cool" takılmasından, geceleri dedektif gibi problem çözmesinden bu
sonucu çıkarmak zor değil. Karakterin beğenilmesi ve kabul edilmesi için
uygulanan formül şu: Biraz olandan koy, biraz olmak istenenden. Bunu yaptığınız
anda, ki yukarıda saydığım şeylerin bir kısmı bu yaş aralığındaki insanlarda
var ve yarısı da hayallerindeki kişinin özelliği, karakter sevilir. Kime hitap
edeceğinizi de bu şekilde belirlersiniz.
Neden karakterimiz 110 kilo değil? Neden âşık
olduğu kız gayet güzel? Neden büyük ihtimalle ilerideki bölümlerde âşık olacağı
kız da güzel? (ilk bölümü izledim henüz, şu Hacker kızdan bahsediyorum). Bu
soruları arttırabiliriz. Ayrıca şizofreni konusunu art niyetli bulmak
mümkün. Dediğim gibi ilk bölümü izledim yalnızca ama çok büyük ihtimalle
karakter şizofren. Hacker kızın Mr. Robot'tan bahsedildiğinde verdiği tepki,
adamın dert etmeden metroda sigara içmesi ve benzerleri kanıttır buna. Neden sistemin
dışına çıkmış, aklı başında, zeki ve tutarlı birini göremiyoruz hiç?
Gerçek antikapitalizm bu değil. Burada
aklınızda "Öyleyse kapitalizmi eleştiren hiçbir eser iyi değil mi?"
sorusu canlanabilir. Önemli olan neyi eleştirdiği değil, nasıl eleştirdiğidir.
Örneğin hiç "paranın işlevini" sorgulayan bir antikapitalist eser
gördünüz mü? Biraz açayım, en nihayetinde her şeyi duygularımız için
yapıyorsak, zenginlerin sıradan insanlardan daha mutlu olduğu varsayımını nasıl
yapıyoruz? Genelde çok çalışan, stres içinde, herkesi rakip olarak gören, sahip
olduklarıyla asla yetinmeyen insanlar. Daha çok orta ve düşük gelirli insanın
olması ve onların genelde mutsuz olması, zenginlerin orta ve düşük gelirlileri
"Bizim kadar mutlu olmak istiyorsanız çok çalışmalısınız!" diyerek
kandırmasına kılıf oluyor yalnızca. Bana kalırsa hayatta kalacak kadar paraya
sahip olduktan sonra paranın fazlası işlevsiz bir hâl alıyor. Hattâ tehlikeli
bile diyebiliriz çünkü bir şeylere sahip olma dürtüsü insanın yakasını
bırakmıyor. Hasan Ali Toptaş bununla ilgili "Sahip olmak ruha
yüktür." diyordu. Yani belli bir miktardan sonra ne kadar paraya sahip
olduğunuzun önemi yok. Neyi tüketirseniz tüketin, aynı duyguları tadacaksınız.
Bir orta gelirli baba çocuğuna bisiklet aldığında ya da zengin bir baba genç
evladına araba aldığında çocukların hissettikleri çok da farklı değil.
1800'lü yıllarda siyahilerle beyazların eşit
kabul edilmemesi bugün bize oldukça tuhaf geliyor. O günlerde yaşayan bir beyaz
tenlinin aklına siyahilerle eşit olduğu düşüncesi dahi gelmiyordu. Beyazlar ve
siyahlar farklı okullara, farklı hastanelere giderken, bugün bunu oldukça
absürt buluyoruz. Peki, bugün zenginler daha iyi okullara, daha iyi hastanelere
giderken bunu niçin tuhaf bulmuyoruz? Tuhaf bulmuyoruz, çünkü gerçekten kapitalizmi
eleştiren eserler önümüze kolay kolay çıkmıyor. Eğer Mr. Robot’ta da kapitalizmi
gerçekten eleştirmek isteseler, paranın işlevsizliğinden, bazı insanların
diğerlerinden daha iyi sağlık hizmetini hak edip etmediğinden bahsederlerdi. Bu
yüzden Mr. Robot antikapitalizm maskesiyle hepimize kapitalizm satıyor.