Ben Cuma: Herkese benden çay!

Ben Cuma: Herkese benden çay!
"Tüm insanlığa kahve ısmarlamak… Aklımdan geçen bu."
 
Murat Menteş'in Dublörün Dilemması romanında yer verdiği uydurma alıntılardan biri olan bu cümleyi bana hatırlatan, çünkü tam olarak bana bunu hissettiren bir oyun izledim dün akşam Toy İzmir sahnesinde.
 
Cuma bir Suriyeli, savaş nedeniyle evini terk etmek zorunda kalanlardan. İstersen 'savaştan kaçanlardan' de, benim için fark etmez, çünkü bu, benim için hikâyenin değerinden hiçbir şey eksiltmez. Bir insanın savaştan kaçmasından, bir canlının yaşamayı seçmesinden daha doğal ne olabilir?
 
Ve bazen yaşamak da yitirir önemini sevdiklerini kaybettiysen ya da onları korumak istersen evine yağan bombalardan. Yalnız sen olsan savaşırsın belki ama savaşmak, savaşı devam ettirmekten başka neye yarar ki?
 
Ben bazen savaşmak, mücadele etmek şöyle dursun, çalışmak bile istemem, bazı günler yataktan çıkmak, yemek yemek, su içmek bile istemem. Cuma'nın ya da Cafer'in hakkı yok mu bunlara? Bir an olsun başkalarını değil kendini düşünmeye, sorumluluk almamaya, düşünmemeye, yaşamak zorunda olmamaya, sadece durmaya, öylece durmaya hakkı yok mu? Oysa bazılarını yaşamaya zorlar hayat. Mücadele etmeye, çalışmaya, hayatını kazanmaya zorlar, kazandığın bir kuru ekmek, bir çay bile olsa. Çöpten topladığın oyuncakları vermek küçük kardeşine, onun kim bilir ne zamandır yıkanmadığı için pis kokan saçlarına gömmek burnunu, yine de sarılmak ona sıkı sıkıya ne kadar zordur, hiç düşündün mü?
 
Evlerine bombalar yağmadan önce de gidebilirlerdi, dileyen 'kaçabilirlerdi' diye de okuyabilir, oysa Tolkien'in de dediği gibi kaçmak gardiyanların sorunudur ve bence savaşan tarafın gardiyanı olmaktadır sorun, kaçmakta, yaşamak istemekte, yaşamak zorunda kalmakta değil.
 
Dışarıda ne yaşanırsa yaşansın o çatının altında çay demlemeye devam etmekteki yaşama sevincini, vatan sevgisini, insanlık umudunu görsün isterim herkes. Bütün dünyaya çay ısmarlayayım, hatta ellerimle demleyeyim çayı, baş başa verelim ve savaşı konuşalım isterim. Bir çocuğun oyuncak istemek yerine ailesini ister hale düşmesini normalleştiren, çocukları bu tercihe zorlayan karanlığa beraber bakalım isterim. İsterim ki Cuma'yı dinlerken karnıma saplanan bıçağı hissedin, bu hikâyeye seyirci olmaktan duyduğum utancı anlayın, gözyaşlarımı gizleme riyakarlığını paylaşın benimle.
 
Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak sana.
Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!*
 
Hayat bazılarına bir çay bile ısmarlamaz, oysaki emrihak vaki olana dek evlerinde oturup çay içmeye devam edebilmektir tek arzuları. İsterim ki bir çay içimi zamanda bile olsa bunları düşünelim, savaşı düşünelim, insanlığı düşünelim, yaşamayı, yaşatmayı düşünelim.
 
Bir ara göz ucuyla etrafıma baktım, görebildiğim tüm seyirciler kollarını ya da ellerini kavuşturmuştu. Bizler, bu trajedinin seyircisi olduğumuz halde kendimizi korumaya alma derdindeydik, saklanıyorduk elimizin, kolumuzun arkasına; bir tek gözümüzü, kulağımızı kapatmamız eksik kalmıştı. Sanki biz görmesek, duymasak, bilmesek, tanık olmasak dünya daha iyi bir yer olabilirmiş gibi, cehalet gerçekten mutlulukmuş gibi. Oysa aylardan Mayıs, İzmir'de yazı yaşıyoruz ve ben buz kesiyorum Cuma'nın karşısında.
 
Ve açık havada biraz yürüyüp nefesimi düzenleyebildiğimde, "İyi ki tiyatro var" diyorum kendi kendime, iyi ki bütün bu soruları soran birileri var. Bir parçası olmak zorunda bırakıldığımız karanlığa bir kibrit çakmaya çabalayan, ufak yansımalardan umutlar doğuran, içine hapsedildiğimiz duvarlara gedikler açmaya çabalayan tiyatro iyi ki var!
 
*Yılmaz Odabaşı, "Gözlerin gök/yüzünde bir dolunay"şiirinden.

 

Oynayan: Adnan Devran
Yazar: Salihcan Sezer
Yönetmen: Pınar Çağlar Gençtürk
Işık Tasarımı: Serdal Ece
Dekor Tasarım: Yasin Kurtlu
Video & Animasyon: Mehmet Selçuk Bilge
Afiş Tasarım: Adnan Devran
Yapım: NoAct Sahne
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER