Balkan Ninnisi: Kalbim senindir, gelesin alasın...

Balkan Ninnisi: Kalbim senindir, gelesin alasın...
Hani bazen biriyle tanışırsınız ve tanışmanızdan beri birkaç saat ya olmuştur ya olmamıştır, bir ân durur ve ona her şeyinizi anlatıverdiğinizi fark edersiniz. Belki daha önce en yakınınıza bile açmadığınız bir duygunuz, düşünceniz kendiliğinden ağzınızdan dökülüvermiş olur.  Bir yanınızla anlam veremez ve nasıl yaptım bunu dersiniz ama sanki diğer yanınız da buna hiç şaşırmaz, sanki doğal olan buymuş gibi gelir. Onca anlaşılmamışlığın, onca iyileşememiş kırığın üzerine öyle iyi gelir ki bu gözleriniz dolar. Sanki acemice kapamaya çalıştığınız yaralarınızı bile görebilen gözleri vardır. Ne anlatsanız yargılamayacaktır, iki kelimenizden tüm paragrafı anlayacaktır, bilirsiniz. Öyle bir his bu.

İşte bazen bazı hikâyeler de bana böyle hissettiriyor. Karşımda "yeni tanıştığım eski bir dost" oturuyormuş gibi hissettiriyor bana böyle hikâyelerin ruhuna sahip dizileri izlemek. "Balkan Ninnisi" de bunlardan biri oldu benim için. Pek çok insan gibi Balkan müzikleri beni de çok etkiliyor, o yüzden dizinin fragmanı her karşıma çıktığında beni kitleyerek tekrar tekrar izletmişti bana kendini. Hissimi sadece müziğin etkisine yorarak "Denk gelirsem bakarım, güzel duruyor." demiştim. Sonra bölüm günü ortasından bir yerden denk geldim sahiden de. Ve sonrasında o eski dost usulca geldi ve yine geçip oturuverdi karşıma. Elinde hazır tuttuğu bir mendil ve gözlerinde o daimi anlayışlı, şefkatli bakışlar... İşte gündelik hayatın olanca karmaşasından ve bitkinliğinden uzaklaşıp kendimi emanet edeceğim yeni dizimi bulmuştum.



O damat gecesindeki kese sahnesi... İzleyen pek çok kişi gibi ben de diziye tam orada bağlandım. Ertan'ın bilekliği kaldırıp yukarı baktığı o ânda... Kim bilir ne zamandan biriktirdiğim birkaç damla yaş süzülüverdi oracıkta. Demedim kendime "Nedendir?" diye. Yerini bulmuştu işte. Çok gerçek geldi bana. Sıcacıktı, içtendi, gösterişe ihtiyaç duymayacak kadar güzeldi. Yazının başlığını da oradan koydum. Bana verdiği his buydu. Her açılan kese sonrası başka yerde duysanız normal gelecek bir cümle "Kalbim senindir, gelesin alasın."a dönüşüyordu. Nasıl güzel, nasıl zarif. 

O su tulumbası başındaki sahne ve akabinde ilgili tüm sahnelerle Ertan ve Jovanka aşkı adım adım geçti bana. Tüm kalbimle inandım. Kalbim onlarla pır pır etti, heyecanlarını hissettim. Emre Bey ve Merih Öztürk birlikte ne hoş olmuşlar. Onları yan yana getiren ve bu karakterlerle buluşturan kişiye en içten sevgilerimi gönderiyorum. Emre Bey, "Ertan"ı öyle güzel giymiş ki. Acısına, sevincine, hayal kırıklığına, idealine, sevgisine tüm kalbimle inandım. Onu önceki işlerinde parça parça izlemiştim, pek bilmiyordum. Ama burada Ertan rolüyle o kadar şahane olmuş ki adeta ışıl ışıl parlıyor. Tebrik ederim. Ve eminim ki yolu çok çok açık olacak bundan sonra da. Ama öncesinde az biraz müsaade edin Ertan'a doyalım:)



Merih Öztürk'ü ilk defa izledim. Ve çok sevdim. Gerçekten çok duru bir güzelliği var, insanı etkiliyor. Allahım hele o gözler... Klavyemde nazar boncuğu emojisi yok, şuraya n tane hayali nazar boncuğu bırakıyorum.ˆˆ Jovanka'nın içindeki onca duyguya rağmen yine de başını dik tutmaya çalışan hâlini ne güzel yansıtmış. Annesine ulaşamayan küçük bir kız çocuğunun hüznü, taze bir âşığın kaçak bakışları... Jovanka'yı da kalbime alıverdim.

Sonradan tabii baştan izledim ama bölüme denk geldiğimde izlediğim ilk sahne Ertan'ın yemek başında mimarlık okumadığını söylediği ve tüm ailenin ona Müge Anlı'daki ailesinin her şeyini satıp hiç eden oğlanmış gibi davrandığı sahneydi (: İlk olarak içimden "Allahım ya Rabbim!" sesi yükseldi. Ailelerin kendi gerçekleştiremedikleri hayalleri çocuklarının omzuna yüklemesi beni çok rahatsız eden bir durumdur. Herkesin bir hayatı var ve herkes kendi hayalinden mesul, çocukları yetemediklerini yettirecek bir şans olarak görmenin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Orada dört yıl boyunca aileye yalan söylemesi benim için nutuğu hak eden bir olaydı, harici kısım beni rahatsız etmişti. Ta ki hayalin asıl sahibi ve dolayısıyla kaybıyla en çok üzüleni olan dede o masada Ertan'a yüz çevirmeyen tek kişi olana ve sonrasında cami hayalini bir de onun gözünden görene dek. 



Gençliğinin caminin sağlam hâline sevgiyle baktığı yerden şimdiki hâlinin enkaza acıyla bakışına geçiş yapılan sahneyi çok beğendim. Gerçekten karakterle özdeşlik kurmamız adına çok faydalı olan bir sahneydi. Gönlü kırılsa da yine de Ertan'dan elini çekmediği ânda onu affetmiştim ama sonrasında bu hayalin onun için ne kadar değerli olduğunu, ne kadar istese çabalasa da güç yetiremeyen hâlini görünce baştaki yargılayan hâlim tamamen kayboldu uçtu gitti. Ertan'ın kendi hayalini seçmesi durumunu destekleyen ben bir ânda onun esas okuduğu bölümü de dedesinin hayali için okumasına aşırı duygulanan ve sevinen bir bene dönüştüm.ˆˆ Tıpkı kese geleneğini ilk duyduğumda feminist tarafımın bundan hoşlanmaması ama sonrasında sahnenin güzelliğini görünce bir ânda eriyivermem gibi. İşte bu dizi böyle tatlı tatlı tüm gardımı indiriverdi benim. Sarsılmaz doğrularıma "Bir de şu âçıdan bakmak istemez misin?" dedi en şefkatli yerinden.

Çok sevdiğim bir diğer sahne de dedenin Ertan'a anlattığı çalım hikâyesiyle onu kırıldığı yerden yeniden sarıp ayağa kaldırdığı yerdi. Hikâyeyi bilmiyordum ve orada Ertan'ı az kenara ittirip Peri olarak kendim de dedenin verdiği güçten nasibimi aldım.ˆˆ Bana da çok iyi geldi. Gözlerimin ikinci defa dolduğu yerdir. (Evet, gerçekten duygusal bir insanım, yeni mi anladınız?ˆˆ)



Tek "acaba"m, Ertan ile Jovanna acaba birbirlerini önceden tanıyor olmasalar mıydı şeklinde oldu. Çünkü onların birbirlerine yeni âşık olduklarını düşünerek izlediğimiz sahneler bence gerçekten de çok güzeldi ve böyle ufak ufak duvarlarını kırmalarını izlemek isterdim. Evet bölüm sonu cidden şaşırtıcı olmuş olsa da bu seçim vazgeçtiğimiz ihtimale değecek mi emin değilim. Bir de sanırım birbirlerini tanıdıklarını anladığımız sahnenin bi' tık araya sıkışmış şekilde kurgulanması da benim böyle düşünmemde etkili oldu. Bir ânda dip dibe oldukları ve büyük büyük cümleler duyduğumuz sahneyi görmek yerine lokantaya ayrı kapılardan girip karşılıklı yürürken birbirlerini görmeleri ve bakışlarının birden yabancıdan âşığa döndüğü ve akabinde özlemle sarıldıkları bir sahneyle bunu öğrenmek muhtemelen beni daha fazla etkilerdi.

Ayriyeten doğrudur yanlıştır bilemem ama sanki bana bölüm sonunun böyle olmasına sonradan karar verilmiş gibi geldi. Çünkü bölümdeki sahneleri sonradan tekrar düşündüğümüzde bile birkaç oyun vurgusu hariç "Aaa bak burada da böyle olmuştu, demek ondanmış." aydınlanması yaşamadık hiç. Ertan ve Jovanna insanlara karşı oyun yapıyordu ama tek oldukları sahneler de görünenin aksini düşündürmüyordu. Bölüm sonu Twitter hesabımda da yazdığım gibi ben Ertan'la Jovanna'nın aşkına ve kurulan dünyaya, atmosfere tüm kalbimle inandım ama maalesef bu önceden tanışma olayı bana geçmedi. Lakin diziyi çok sevdiğim için el mahkum devam edip olduğu hâline alışmaya çalışacağım, lütfen benim kalbimi daha fazla kırmayın.ˆˆ



Uzunun kısası, bana acaba dedirten bu kısmı es geçtiğim zaman sahiden de şu günlerde hepimizin ihtiyacı olan türden bir dizi olmuş Balkan Ninnisi. Kucaklayıcı üslubu, incelikli mesajları, zarif anlatım dili ve sıcacık sahici hikâyesiyle iyi ki gelmiş hoş gelmiş ekranlarımıza. Hem kamera önünde hem de kamera arkasında tüm kadro şahane, bölüm de şahaneydi. Vaktim olsa ve bir okur kitlesi oluşsa her hafta gelip uzun uzun üzerine konuşmak isteyeceğim bir iş olmuş. Yan karakterler ve hikâyeleri de kuvvetli, uzun ömürlü olmaya bence çok müsait. Haydi inşallah diyelim. Bu yaz sezonun en yüksek reytingiyle de umut vaat ediyor. Tüm ekibin emeğine, yüreğine sağlık. 

Epeydir buraya yazamıyordum. Muhtemel bundan sebep yine arayı kapatmak için epey konuşmuşuz.ˆˆ Sürç-ü lisan ettiysek affola efendim.

Sevgiyle kalın.
Periniz.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER