Öncelikle belirtmek isterim, dizi üç bölümden oluşuyor ama ilk iki bölüm 82'şer dakika, son bölüm ise 76 dakika. Bunun bilincinde olarak başına oturmuştum, size de aynısını tavsiye ederim. Hazmetmesi daha kolay oluyor.
Discovery'nin programlarını takip edenler için Harley and the Davidsons'ın, tam bir Discovery yapımı olmuş, ne eksik ne de fazla... Diziyle birlikte Harley-Davidson markasına sadece saygı duruşunda bulunulmuyor, aynı zamanda bir motosikletten daha fazlası olduğu da yavaş yavaş izleyiciye aktarılıyor. Haklarını vermek gerek, inanılmaz bir prodüksiyon işi çıkartmışlar ve detaylara büyük önem vermişler. Zaten dizinin en hoşuma giden kısmı da bu oldu.
Tüm bunların da getirisini aldılar, dizi Amerika'da son üç yılın en çok izlenen kablolu kanal mini dizisi oldu.
Üç bölüm boyunca dizide birbirinden çok farklı üç zihni ve karakteri izliyoruz.
Game of Thrones'un genç Ned Stark'ı olarak izlediğimiz
Robert Aramayo, ekibin beyni Bill Harley'i oynuyor. 33 yıllık süre boyunca şirketin çıkardığını gördüğümüz bütün motosiklet modelleri onun çizimlerine dayanıyor, mühendis kafası onda. Bana kalırsa dizideki üç kurucunun en sevilesi olanı. Belki de üstündeki baskıyla empati kurmaya başarabildiğim içindir.
Michiel Huisman'ın Walter Davidson'ı ise tabii ki daha fazla öne çıkan olmuş. 'Davidsons' kısmının yarısını o oluşturuyor. Adam hırslı, inatçı, gözüpek, biraz gıcık, risk almaktan çekinmeyen tipte ve aklınıza gelebilecek daha bir sürü şey... Hikâyede başından sonuna kadar ağırlığını hissettiren bir şey varsa o da motosiklet yarışlarının motosiklet sattırdığı. İşte Walter da burada devreye giriyor, ekibin yarışlarındaki yüzü olarak özellikle ilk dönemde onu izliyoruz.
Kolları bağlamayalım işin bereketi kaçar..
Ortaklığın beyni Bill Harley, yüreği Walter Davidson ise çenesi de Arthur Davidson (
Bug Hall) işte. Ekibi, motosikletleri ve şirketi dışarıya pazarlayan, anlaşmaları yapan kişi de o. Üçlüyü bir araya getiren veya bir arada tutan kişi de diyebiliriz aynı zamanda. Her ne kadar Walter kötü çocuk olarak sunulmak istense ve öyle olsa da ortadaki 'kardeşlik bağı' cidden inkar edilemez. Ama nihayetinde zirveye giden yol güllük gülistan değil, biraz da uyanık olmak lazım.
1929
Dünya Ekonomik Bunalımı, 1. Dünya Savaşı, yarışlarda meydana gelen kazalar, ölümler, telif savaşları, bitmek bilmeyen kirli ekabetlerse şirketin ve üçlünün uğraştığı dertlerden sadece bazıları. Az değil, 33 yıllık bir süreci izliyoruz sonuçta. Buna çoluk çocuğa karışma ve saçlara ak düşmesi bile dahil! (Yaşlandırma makyajı konusuna hiç girmeyelim, orası biraz karışık açıkçası)
İlk bölüm karakterlerin tanıtımına ve kuruluşa daha odaklıyken hikaye özellikle ikinci bölümle birlikte ivme kazanıyor, şirketin zorlu yoluna ve kişisel hayatlara daha çok tanık oluyoruz. Bölüm sonlarının bir diğerini merak ettirmesi de cabası. Bu dizide hiçbir şeyin 'kesin' olmadığından emin olabilirsiniz, o kadarını söyleyeyim.
Ama tüm bunların üzerine şunu da itiraf etmem gerek: Evet, bu diziyi izlemek için Harley-Davidson'la ilgili bir şey bilmenize gerek yok. Evet, bu diziden keyif almak için motosikletleri özellikle sevmek de gerekmiyor. Öyle olsa zaten ben beğenmezdim en başta. Ama 'konusunun' müşterisi olan kişiler için daha ilgi çekici bir dizi olduğunu söylemezsem olmaz. Bazı teknik konuşmalar ve sunum tabii ki işin içine giriyor, bir sürü yarış izleme imkanımız da oluyor. O yüzden de motosikletlere ilgisi olanlar özellikle ihya olur, olmayanlar ise güzel, gayet kaliteli bir varoluş ve zirve hikayesi izlemiş olurlar.
Özetle Harley and the Davidsons'da durum genel olarak böyle efendim: Vaktiniz varsa böylesi bir diziye bir şans verin, zararlı çıkmazsınız...