Kaybedenler Kulübü Yolda: Mete ile Kaan'ın yeni macerası

Kaybedenler Kulübü Yolda: Mete ile Kaan'ın yeni macerası

2011 yapımı Kaybedenler Kulübü filminin devamı olan Kaybedenler Kulübü Yolda’da Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un maceraları kaldığı yerden devam ediyor. Başrollerini Nejat İşler ile Yiğit Özşener’in paylaştığı filmde Kaan’ın başı yine aşkla derde giriyor, Mete ise bir türlü vazgeçemediği alkolün hayatında yarattığı olumsuz etkilerle boğuşuyor.

Film, Kaan ve Mete’nin arkadaşlarıyla gittikleri Olimpos tatilinin sonuyla başlıyor. Eşyalar toplanmış, yola çıkmak için hazırlanılmış… Kaan ve Mete Harley-Davidson’larına atlamış İstanbul’a dolaşa dolaşa dönerlerken tatile birlikte gittikleri arkadaş grubundan Sevda adlı pek de tanımadıkları kadın, Kaan’ın teklifini kabul edip, onlarla birlikte yola koyuluyor. O koydan, bu koya giderken birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulan Sevda ile Kaan arasında bir yakınlık kuruluyor. Ancak Mete’nin de dediği üzere “fazla iyi” olan Sevda’nın sırları yolculuk sırasında gün yüzüne çıkıyor. Sonrasında ise tek seferlik bir eğlence olan bu yolculuk tatsız bir maceraya dönüşüyor.

Adına ve hikayesine karşın Kaybedenler Kulübü Yolda’yı bir yol film olarak değerlendirmek ne denli doğrudur, tartışılır. Zira her ne kadar film içinde “yol”un önemi vurgulansa da perdeye yansıtılan hikayede yolculuk, yol ve durak ile karakterler ve karakterin ilişkileri arasında bir etkileşim görülmüyor, yol ve duraklar yalnızca birer mekan olarak karşımıza çıkıyor. Zaten filmde yolda başlarına neler geldiğini görmüyoruz, vardıkları duraklar da güzel manzaraları dışında filme etki etmiyor. Yine de tam anlamıyla bir yol filmi olmaması, ortada bir süreç olduğu gerçeğini değiştirmiyor, Sevda ile Kaan arasındaki çalkantılı ilişki, Mete’nin sorunlarının giderek daha da belirginleşmesi bir süre zarfında şekilleniyor. Ancak ne bu süreç ne de yolun kendisi filmde bir önem arz ediyor.

Kaybedenler Kulübü Yolda’da bizler, günümüz Türkiye’sinden konuşacak olursak Türkiye coğrafyasının tasvip etmediği, hep küçümseyerek, öteki olarak baktığı farklı bir hayat tarzıyla baş başa kalıyoruz. “İçkinin fincanlarda değil şişelerde, bardaklarda olduğu” bir film, “alkolün ve ‘pompanın” merkeze oturduğu yaşamlar izliyoruz. Bu tırnak içine aldıklarımı ben söylemiyorum, film sonrası fuayede filmi tartışan sinema yazarları söylüyor. Gişede iş yapabilmek, televizyonlarda sansür yemeden yer alabilmek için film karelerinin silindiği ya da oto sansüre uğradığı günümüz ana akım Türkiye sineması içinde de zaten bu yönleriyle değer kazanıyor Kaybedenler Kulübü Yolda, yine benim lafım değil, sevgili sinema yazarı ustalarımın değerlendirmeleri bunlar.

Tabii madalyonun bir de diğer yüzü var. Duruşuyla, tarzıyla, müzikleriyle her ne kadar sinema salonlarındaki diğer yerli filmlerin arasından sıyrılsa da kendi içinde değerlendirildiğinde Kaybedenler Kulübü Yolda salondan çıkıldığı andan itibaren silinmeye başlayan, üzerinde düşünülecek hiçbir detay bırakmayan, yalnızca güzel müzikler ve Mete ile Kaan’ın uğradığı koyların güzel manzaralarından oluşan bir kolaj. Kadın karakterler oldukça zayıf, eğlenecek/evlenecek erkek ayrımına girilmesi ve bu denli kalıplaştırılması filmi bayağılaştıran bir detay. Benim için eksileri artılarına kıyasla daha ağır bassa da Kaybedenler Kulübü Yolda meraklısının keyif alabileceği bir yapım, en azından ilk filmin karakteristik yapısını korumayı başarmış.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER