Müthiş hızlı bir girişle açıldı ilk bölüm. Mert’in ağzından
ailesinin hikâyesini dinledik kısa ve tempolu bir anlatımla. Metin (Fikret
Kuşkan) ve Perihan (Şebnem Bozoklu) severek ve kaçarak evlenmişler, Perihan’ın
annesi (Bedia Ener) kaçmalarına yardım ettiği için o da onlarla. Metin ve
Perihan çiftinin üç çocukları oluyor: Gülsen, Birsen ve Mert. Perihan, bundan
12 yıl önce Mert 6 aylıkken bir arkadaşının kına gecesi için şehirlerarası
yolculuğa çıkıyor, bindiği otobüs kaza yapıyor, kazanın ardından Perihan’dan
haber alınamıyor ve öldüğü kanısına varılıyor. Bu olaydan 6 yıl sonra Hülya
(Dolunay Soysert) ile evleniyor Metin, ondan da İzzet adında bir çocuğu oluyor.
Çocukların üvey anne eziyeti çekmediği, gelin-kaynana çekişmesinin yaşanmadığı
mutlu bir evlilik, kocaman bir aile…
Mert’in bize bunları anlattığı 1-2 dakika ne kadar ilgi
çekici ve hızlıysa bundan sonrası da bir o kadar yavaştı. Perihan, hafızasını
kaybettiği için 12 yıl boyunca bir rehabilitasyon merkezinde kalmış. Bir sabah
uyanıyor ve ta taaa! Hafızası geri gelmiş! Fakat her nasılsa bu kez de 12 yıl
boyunca yaşadıklarını unutmuş…
Perihan eve geliyor, önce herkes şoke oluyor tabii. Doktorların,
yeni bir şok yaşamasının onun için sakıncalı olacağı uyarısını yaptığını
söyleyince Perihan, hepsi bir anda Hülya’nın varlığını Perihan’dan saklamaya
karar veriyorlar. Bu plana Perihan’ın yakın arkadaşı, kapı komşuları Mürvet (ya
da Mürüvvet, emin değilim – Bâlâ Atabek) ve oğlu Tarık (Bora Akkaş) da dâhil
oluyor.
Perihan ve Hülya’yı birbirlerinden saklama mücadelesi ve
Perihan’ın aradan geçen 12 yılda neler olduğunu öğrenme çabasıyla geçti bölüm, finalde
de karşılaştılar. Oyunculuklara asla lafım yok, herkes gayet iyiydi. Ama benim
için ortada ne takip edilebilecek bir hikâye var ne de bir komedi unsuru. Çıkış noktası iyi, hoş, ama kısır kalmış. Buradan ne kadar ileri gidilebilir, ben göremedim.
Perihan'ı aile albümüyle oyalayalım da soru sorup durmasın.
Zaten sonlara doğru dikkatimi iyice kaybettim, dikkatimi
verebildiğim kadarında takıldığım yerleri not edip bitireyim:
● Evine gitmek isteyince bulunduğunda yanında olan
çantasını iade ediyorlar Perihan’a. Çantada paraları var, altınları var ama
cüzdanı/ kimliği yok. Şehirlerarası yola kimliksiz mi çıkmış yani?
● Perihan, tam da kaybolduğu günün 12. yıldönümünde
hatırlıyor evini, ailesini. Yıldönümü sebebi ile bütün aile, aslında boş
olduğunu bildikleri mezara gidiyorlar ziyarete. Evleneli 6 yıl olmuş ama mezarlığa
gidip eski eşine yeni eşini anlatmaya bu yıl karar veriyor Metin, her nedense…
● Komik olsun diye yapılmış şakalar kağıt üzerinde
nasıl duruyor bilmiyorum ama izlerken pek de komik değiller; “hengaver”,
“atarlı panik” gibi laflar hiç güldürmedi. Biraz tebessüm ettiğim tek yer, Mert'in, "Nedir bu annelerin 'anne yemeği' takıntısı yaa!" cümlesiydi.
● Bâlâ Atabek’e neden ısrarla olduğundan 10-15 yaş
büyük kadın karakterlerin giydirildiğini hiç anlayamıyorum. Başarılı olmadığını
söyleyemem, ama yanılmıyorsam Beni Böyle
Sev dışında hiçbir yerde olduğu yaşta ya da jenerasyonda bir rolde
göremedik kendisini.
● Bora Akkaş gibi yetenekli ve çalışkan bir oyuncu
varken elde, kendisine –yine- neden bir karakter değil de tiplemenin emanet
edildiğini de anlayamıyorum. Diziyi izlemek isteme sebebim Akkaş’ın varlığıydı
ama takip etme kararı vermeme yetmedi maalesef.
● Ailenin soyadı Saadet, dizi de ismini, bu
soyadını taşıyan iki kadının varlığından alıyor… “Çifte Saadet” adını sevmiştim
ama bu fikri beğenemedim.