Tarihi kurgu, dönem, tarihi drama, tarihi
belgesel, tarihi kurgu belgesel… Söz konusu bir dönemi anlatan dizi olduğunda
başına eklenen sıfat uzayıp gidiyor. Çünkü öyle hassas bir durum ki salt kurgu
yapıldığında eleştiri oklarının hedefi olması açısından bile bile lades
diyorsunuz, salt gerçeğe dayandırdığınızda tabii ki objektifliğiniz ve de
gerçeğin nasıl bilineceği sorgulanıyor. İkisini aynı potada erittiğinizde ise ipin
ucunun kaçma potansiyeli o kadar yüksek ki o da sizi doğal yollardan direkt
eleştiri hedefi haline getiriyor. Bu açıdan bakıldığında dönem dizilerinden
galiba beni en çok kendine çeken Rome (RIP Cnbc-e) dizisi
olmuştur. Türkiye televizyonlarına baktığımızda ise açıkçası Muhteşem
Yüzyıl ve Muhteşem Yüzyıl Kösem projelerinin alıcısı olmamıştım hiçbir
zaman kaba tabirle. Çünkü benim için tarih demek, ders kitabı ve ezber demekti;
o nedenle geçmişin kapılarını aralayan dünyaların benim için herhangi bir albenisi
olmazdı. Ancak garip bir şekilde Uyanış: Büyük Selçuklu’nun ilk
bölümünü izlediğimde nadir tarih bilgime en hitap eden işle karşılaştım.
Karakterleri, dönemin ilerleyişini biliyordum. Önceleri her izleyici gibi tabii
ki adı (Uyanış kısmı) itibariyle diğer örnekleriyle kıyaslayıp önyargıda
bulunmuştum. Bunu yadsıyamayacağım ancak her pazartesi TRT 1 ekranlarında
gelen; Buğra Gülsoy, Ekin Koç, Hatice Şendil, Mehmet Özgür, Gürkan Uygun ve
Sevda Erginci gibi isimleri buluşturan bu dizi hakkında verdiğim yargıda
temyize giderek beni haksız çıkarmakta başarılı oldu. Dizinin yapımcısı Emre
Konuk’un deyimiyle tarihin bu en yetim kalmış dönemini anlatan yapım, gerçek
ile kurguyu öyle bir eritiyor ki belki de o ince çizgiyi geçse “parodi”ye
dönüşebilecek çoğu yerlerde aslında noktaları doldurma eyleminde bulunuyor.
Yani zaten tarihin bu en bilinmeyen dönemlerinden birinin tamamen boşta kalmış
kısımlarını hayalgücünün akışına bırakıyor. Durum böyle olunca Emre Konuk’la
bir araya gelmemek olmazdı. Şu sıralar aynı zamanda Hay Sultan adlı yeni
projesi için çalışan Konuk’la hem senaryoda tarih yazımı hem tarihe olan ilgisi
hem de Uyanış: Büyük Selçuklu’yu konuştuk.
• Sinema-TV bölümü
mezunusunuz ama hakkınızda araştırma yapılmasa tarih bölümü mezunu olduğunuza
kendimizi kolaylıkla ikna edebiliriz. Tarihe bu denli ilginiz nereden geliyor?
Ortaokul ve lise dönemlerinde
tarih derslerine özel ilgim vardı. Tarih kitaplarını bir ders kitabı değil de
masal kitabı tadında okurdum. Okuduğum romanları da genelde tarihi romanlardan
seçerdim. Velhasıl sinema ile tanıştıktan sonra şükür ki yaptığım işlerin
neredeyse tamamı tarihi dramalar oldu. Hani derler ya küpün içinde ne varsa
dışarıya da o sızar diye, biz de biriktirdiklerimizi şimdi ekrana yansıtmaya
çalışıyoruz.
• Sinemayla başlayıp
yolculuğunuzu dizilere yönelten ne oldu? Özellikle bölüm sürelerini ve
devamlılığı düşündüğümüzde bambaşka iki disiplin söz konusu.
Esasen kariyerime dizi ile
başladım. Görüntü yönetmenliğini yaptığım ilk işler çoğunlukla dizi ve reklamdı.
Sonrasında sinema filmlerinde görüntü yönetmenliği yaptım. Bu iki disiplini
teknik bir eleman olarak deneyimlemenin faydalarını yönetmenliğe geçiş
yıllarımda fazlasıyla gördüm. Yönetmen olarak da sinema ve diziyi paralel
yürüttüm. Yapımcı olmaya karar verdiğimde de tüm bu deneyimleri ekip
arkadaşlarıma aktarmaktan mutluluk duyuyorum.
• Sizinle buluşmamıza
asıl vesile olan ‘Uyanış: Büyük Selçuklu’ya gelelim; Selçuklulara olan
ilginizin başlamasında neler etkili oldu?
Bana göre Selçuklu tarihi yetim
kalmış bir tarihtir. Bu durumu çok önceleri dert edinmiş ve dönemle ilgili
mutlaka film ya da dizi projelerinin yapılması gerektiği düşüncesiyle
okumalar yapmaya başlamıştım. Başlarda bireysel bir çaba olarak başlayan bu
girişimim sonraları TRT’nin, senaryo ekibinin ve tarih danışmanlarımızın
desteğiyle büyük bir proje haline geldi. Hazırlıklar yaklaşık üç yıl
sürdü. Zannediyorum bu süreçte en az 20 konsepti ve 50’den fazla senaryoyu
beğenmeyip daha iyisini yazabilmek için ciddi bir kampa girdik. Nihayetinde
hepimizin içine sinen bir hikâye ortaya çıktı. Uyanış: Büyük Selçuklu; iç
karışıklıklar ve dış saldırılar sebebiyle düzenini kaybederek paramparça olmuş
İslam dünyasını yeniden birleştirmek ve batıya doğru büyük fethi yeniden
başlatmak için çabalayan bir devletin hikâyesidir. Ahmed Sencer, 15. yüzyıla
gelindiğinde yani vefatından yaklaşık 300-350 sene sonra bütün bilginlerin
ittifakıyla yüzyılın siyasi müceddidi kabul edilen, düzen kurucu ve yön
gösterici bir isimdir. 40 yıl tahtta kalıp “İslâm Padişahı”, “Dünya Sultanı” gibi
unvanları bihakkın taşıyan bir cihan hükümdarıdır. Dizinin temel aksı Sultan
Melikşah ile altın çağını yaşayan Büyük Selçuklu Devleti’nin sonrasında bayrağı
devralan Sencer ile birlikte İslam dünyasını siyasi, iktisadi, askeri, ilmi ve
kültürel açıdan birleştirme ve batı fetihlerini sürdürme çabası içerisinde şekilleniyor.
Bu özellikleriyle mutlaka anlatılması gereken bir dönemdi. Bir anekdotu
belirtmek istiyorum. Evet, İstanbul’da doğdum büyüdüm ama aslen Erzurumlu
olduğumuz için ben köken itibarı ile de bir Selçuklu şehrinin çocuğuyum.
Dolayısıyla bu projeyi ecdadıma olan bir vefa borcumu ödemek olarak da kabul
edebiliriz.
• Diziyi yaratırken nasıl
bir araştırma disiplini benimsediniz? Belli bir güzergahınız var mıydı bu
süreçte? Ne gibi kaynaklardan yararlandınız?
Doğrusu sadece karakterler
hakkındaki okumalar ve fikri hazırlık sürecinin bir yıl sürdüğünü
söyleyebilirim. Tek tek her bir karakteri; Gazali’yi, Melikşah’ı, Hasan
Sabbah’ı, Sencer’i, Hemedani’yi, Ömer Hayyam’ı tüm ayrıntılarıyla çalıştık ve
hemen her dilde üretilmiş literatürü masamızın üstüne koyup seyirciye
nasıl bir karakter yansıtacağımız üzerinde kafa patlattık. Diğer taraftan
ilerleyen bölümlerde daha yakından göreceğimiz geniş tarihsel bağlamı nasıl
yansıtacağımız sorusu da başlı başına bir meseleydi. Burada sadece Selçukluları
değil Fatimileri, Karahanlıları, Gaznelileri, Bizans İmparatorluğu’nu, Türkiye
Selçukluları’nı, hatta giderek Eyyubiler’e kadar varan bir siyasi organizasyon
aksını tahayyül ettik. Bunları konumlandırıp ilişkilendirebilmek için uzun bir
hazırlık sürecine ihtiyacımız vardı. Fikri hazırlığı somutlaştıracak dünyanın
kurulumuyla ilgili uzun bir hazırlık süreci yaşadık. Bu geniş dünyayı yansıtabilmek
için devasa bir platoya ihtiyacımız vardı. TRT bu ihtiyacı gidermek ve projenin
hayata geçebilmesini sağlamak için Türkiye’nin en büyük dizi-film platosunu
kurdu. Selçuklu idari yapısının kompleks bileşenlerine kadar oldukça geniş bir
dünya inşa ettik. Sözgelimi, Nizamülmülk’ün Sencer’e Selçukluların
dünya-tarihsel vizyonunu aktardığı bir sahne için Selçuklu istihbarat
yapısının kalbini oluşturan oldukça kompleks bir bina inşa ettik. Bu binayı
sonraki bölümlerde de görmeye devam edeceğiz. Böyle bir merkezi tahayyül
etmek, hayata geçirmek zorlu bir süreçti. Aynı şey diziye zemin oluşturan ve
hareketlilik sağlayan İsfahan sokakları için de geçerli. Sokaklardaki gündelik
hayatın dinamik akışını nasıl yansıtırız sorusu, Selçuklu gündelik hayatı
üzerine kafa patlamamızı sağladı. Zannediyorum sokakla ilgili
tahayyüllerimiz, önümüzdeki bölüme daha çok yansıyacak.
• Pek
çok tarihi kaynak oluyor elinizde; genel olarak düşündüğümüzde sizin için
bir tarihi kaynağın geçerliliğinin, güvenilirliğinin sağlaması nasıl oluyor?
Ülkemizde Selçuklu dönemini
çalışan tarihçi sayısı çok az. Çalışan hocalarımız da çok derin araştırmalar
yaparak bizlere bir kaynak oluşturuyorlar. Çoğu kaynak birbiri ile uyuşuyor.
Sadece bazı durum ve şahsiyetler ile alakalı birkaç farklı rivayet olabiliyor.
Bizde bu durumda dramatik olarak işimize en çok yarayan rivayeti tercih
ediyoruz. Bu vesileyle Selçuklu Tarihine kıymetli katkıları olmuş merhum Osman
Turan hocamızı rahmet ile anıyorum.
• Yazım aşamasında sizi
en çok zorlayan / uğraştıran aks veya karakter hangisi oldu?
Bizi en zorlayan şey projenin
ilk sezonunu bir sır üzerine inşa edip etmeme kararını vermekti. Bir diğer
kafa patlattığımız mesele Hasan Sabbah’ın saray içerisinde asıl kimliğini
gizleyerek barınan bir hain olma meselesiydi. Sarayda olsun mu, olmasın mı
sorusu bizleri epey meşgul etti.
• Açıkçası bir izleyici
olarak dizinin en sevdiğim yanı gerçek ile kurgu arasında bir ip cambazı misali
harika bir denge kurması; mesela hikayede Sevda Erginci’nin canlandırdığı Turna
Hatun’u görüyoruz. Ancak tarihte böyle bir karakter yok. Baktığınızda bu
gerçeği bilmemize rağmen Turna gerçekten yaşamış ama kayıtlara geçmemişçesine
izliyoruz. Bu dengeyi sağlamada, gerçek ile kurguyu aynı potada eşit şekilde
eritmekte önemli olan, gözettiğiniz unsurlar neler?
Biz her şeyden önce tarihin
ruhuna sadık kalmayı kendimize prensip edindik. Tarihi şahsiyetlerin
itibarlarını zedeleyecek yahut tarihin akışını aksi yönde değiştirecek bir
duruma girişmedik. Netice itibarı ile bir drama yapıyoruz. Dramanın
izlenebilirliğini arttırabilmek için ihtiyaç halinde hayali karakterlerle projemizi
zenginleştiriyoruz. Seyircilerimizin de ilgisinden anlıyoruz ki gerçek ile
kurguyu aynı potada eritmeyi başarabilmişiz. Ama şundan sonuna kadar eminiz ki
asla milletimizin ve tarihi şahsiyetlerin değerlerine halel getirecek bir hamle
yapmadık ve yapmayacağız.
• TRT 1’in hazırlamış
olduğu devasa bir platoda dizi çekiliyor. Platonun hazırlanış sürecinde ne kadar
etkili oldunuz? Özellikle sizin imzanız diyebileceğimiz, sizin yönlendirmenizle
oluşturulan yapılar, detaylar neler?
Projenin dekor ve aksesuar
çalışmaları için günümüze kalan tüm Selçuklu eserleri titizlikle incelendi.
Mekânlar evvela 3D ortamında çizildi. Bir yıl süren inşaat çalışmalarının
ardından TRT’nin desteğiyle platomuz hayata geçti. Tüm detaylara ekibimizin de
görüşlerini alarak tek tek karar verdik. Kufi sanatı Selçuklunun
sembollerinden birisidir. Yapılardaki tüm kufi yazılara bizzat karar verdim.
Peki, neler yaptık? 60 hanelik İsfahan kenti, Büyük Selçuklu Sarayı, Nizamiye
Medresesi, Rasathane, Şelemzar kenti, Bizans Kalesi ve 50 çadırlık oba inşa
edildi. Kostüm çalışmaları için de döneme ait ev ve mutfak eşyaları üzerindeki
çizimlerden feyz alındı ve binden fazla kostüm dikildi. İzleyicilerimizden
aldığımız olumlu geribildirimler bizi ziyadesiyle mutlu ediyor.
• Buğra Gülsoy, Ekin
Koç, Hatice Şendil, Mehmet Özgür, Gürkan Uygun, Sevda Erginci gibi hem genç
kuşağın başarılı isimleri hem de usta, her işi büyük beğeniyle izlenen
oyuncular bir arada. Kadroyu oluşturmada hangi unsurları gözettiniz? Bu
saydığımız oyuncuları düşündüğünüzde acaba bu kişi şu karakteri değil de,
şunu mu canlandırsa diye sizi başta ikilemde bırakan isim oldu mu?
Hikâye aşamasında kimi karakterler için
aklımızda bazı oyuncular vardı. Bunların bir kısmı projeye katıldı. Bu mesele
biraz hislerle alakalı. Aynı rolü oynayabilecek çok yetenekli oyuncular
vardır. Ancak oturup karakter üzerine konuşmaya başladığınızda çok ince
nüanslar rolün hakkını kimin daha iyi vereceğine dair belirleyici oluyor. Çok
şükür ki işe gönlünü koyarak hakkını veren bir oyuncu kadromuz var.
• ‘Uyanış: Büyük
Selçuklu’, savaş sahneleriyle de oldukça konuşulan bir yapım oldu hatta bu
anlamda ünü yurtdışına da yayıldı. Geçtiğimiz bölümlerde Buğra Gülsoy’un
yer aldığı savaş sahnesinin çekimlerine nasıl hazırlanıldı? Çekimler sırasında
sizi zorlayan anlar oldu mu?
Uyanış: Büyük Selçuklu
dizisinin Türkiye’de yapılmış diğer dönem dizilerinden farkı, ilk bölümünde
iddialı bir savaş sahnesi ile yayın hayatına başlaması. Bu konu bizim için
önemliydi. Bizden sonra savaş sahnesi çekmek isteyen birçok yapıma da ilham
oldu. Yapılan her yeni işin bir önceki benzer işten daha gü.lü olması
gerekir. Bu sebeple savaş sahnesi için ciddi bir çalışma yaptık. Kazakistan’dan
getirdiğimiz Nomad Stunts ekibiyle yaklaşık iki ay süren provaların ve 8 gün
süren çekimlerin ardından Türk dizi tarihinin en iddialı savaş sahnesini
hayata geçirdik. Kurgusunu bitirip izledikten sonra tüm ekip birbirimize
bakıp, “Evet, başardık!” dedik. Öyle ki bu başarı sezon ortasında da savaş sahnesi
çekebilme noktasında bize özgüven kazandırdı. Nitekim 14.bölümde yine büyük
bir savaş sahnesini hayata geçirdik. En başta da söylediğim gibi savaş sahnesi
çekebilme cesaretini sektöre kazandırmaktan dolayı mutluyuz.
• ‘Uyanış: Büyük
Selçuklu’nun ilerleyen bölümlerinde Selçuklu tarihine iz bırakmış ama henüz
görmediğimiz karakter(ler) dahil olacak mı?
Tabii ki… Kaşgarlı Mahmud ve
onun dünyaca bilinen eseri Divânu Lügati’t Türk’ü yazma hikayesini işlemek
üzerine çalışıyoruz. Dikkatli izleyicilerimiz Divânu Lügati’t Türk’te yer
alan dünya haritasına jenerikte yer verdiğimizi fark etmişlerdir. Diğer eklenecek
karakterlerin hepsini söyleyip heyecanı kaçırmak istemeyiz ama…
• Dizide tek bir karakter
üzerinden spin-off yapsanız ve de o karakterin hikayesini ileriki dönemlerle
bağlayıp farklı bir döneme geçiş yapsanız bu hangi karakter olurdu ve hangi
döneme geçerdiniz?
Sultan Alparslan dönemi
olurdu. Şu sıralar Malazgirt Savaşı üzerine çalışıyorum. Bu savaşı 8 bölüm ve
60’ar dakikadan oluşan sinema tadında bir mini dizi yapma hayalim var.
Senaryosunu bitirmek üzereyim.
• Yakın zamanda ‘Hay
Sultan’ adlı projeniz de izleyicilerle buluşacak. Biraz bu projeden
bahsedebilir misiniz?
Abdülkadir Geylani
Hazretlerinin hayatını anlattığımız bir proje “Hay Sultan”. Pandemiden hemen
önce çekimlerine başlamıştık. Çekimlerin 2. haftasında pandemi sebebiyle ara
vermek zorunda kaldı. Ben her işin doğru bir vakti olduğuna inanırım. Hay
Sultan içinde doğru vakit şimdiymiş. Usta oyuncu Çetin Tekindor Geylani
Hazretlerini canlandırıyor. Onun gibi bir ustayla çalışmak bizim için büyük
bir onur.
• Dünya tarihinden bir
dönemi anlatmak isteseniz bu hangisi olurdu?
Asr-ı Saadet dönemi olurdu.
Peygamber efendimizin tebliğ ettiği hak dini kabul eden bir grup Müslümanın,
sonrasında dört halife dönemi ile beraber sınırlarını cihanın ötelerine taşıma
hikayesi beni çok heyecanlandırıyor. Netice itibarı ile İslam’ın çok kısa süre
içerisinde Dünyaya yayılma mucizesini aktarabilmek insanı başka bir
motivasyona ulaştırıyor.
• Sinema filmi tadında
diziler çekerken yeniden sinemaya dönme düşünceniz var mı?
Sinema benim için bir aşk. Üzerinde
çalıştığımız hem ana akım hem de art house projelerimiz var.