Janset: Gençlere borcumuz var!

Janset: Gençlere borcumuz var!
Janset’le 15 yıldır yakın arkadaşız. 2000’li yılların ortaları ev sohbetlerimizde Janset set şartlarından şikayet ettikçe ben hukuken haklarının ne olduğunu anlatıp duruyordum. Bu bir süre böyle devam etti. Bundan 7-8 yıl önce uzun zamandır süren bu sıkıntılar üzerine onunla bir oyuncu örgütlenmesi çalışması yapmak için birlikte yola çıktık. İlk gittiğimiz yer Sinema Tv alanındaki en eski örgütlenme olan Sinesen’di.

Orada başladığımız çalışmalar dönemsel sorunlar itibariyle ‘oyuncular’ özelinde istediğimiz hızla ilerlemiyordu. Bir süre sonrasında artık biraz  moralimiz bozulmuştu ve neredeyse pes etmek üzereydik. Tam bunları konuştuğumuz bir günün ertesi sabahında bir haber aldık. Tülay Ergildi ve Zehra Sezgin’i kaybetmiştik. Gencecik iki insan. Sabaha karşı bir set dönüşü hayatlarını kaybetmişlerdi.
 
Araç bir sanat ekibi kamyonuydu ve aracı kullanan da setin kuaförü. Herkes 20 saatlik bir çalışmanın sonunda uykusuzdu, 3-4 saat sonra tekrar sete gelmek üzere evlerine gidiyorlardı.  Hiç bir başka trafik faktörü olmaksızın bir kamyona arkadan frenzsiz çarpmışlardı. Bu konu hiç bir zaman dava konusu olmadı, olamadı. Sebepleri çok çeşitli.
 
Ancak biz o gencecik iki kızımızın cenazesindeki bazı manzaraları görünce birbirimize dönüp bakışmış ve bu konuda mücadele etme, en azından bizden sonra gelecek gençler için elimizden geleni ardımıza koymama kararını birlikte almıştık. Hemen yan tarafımızda timsah göz yaşları dökenleri görmek de kararımızda etkili oldu tabii ki…
 
O tarihten sonra ‘olmaz, yapılamaz’ denen pek çok şeyi bizim gibi düşünen ve bu konuları çaba göstermeye değer gören pek çok arkadaşımızla birlikte sürdürüyoruz. Ranini için Janset’le bu konulara özel bir röportaj yaptım. Süreç içinde yine bir sette yitirdiğimiz Selin Erdem’in davasının yakında AİHM’de ele alınacak bir aşamaya gelmiş olması bizlerin daha yapacak çok şeyi olduğunun da göstergesi.
 
İşte Janset ve cevapları…



Nasılsın ve son zamanlarda neler yapıyorsun diye başlayalım...
J: İyiyim, teşekkür ederim. Bir taraftan BİROY Yönetim Kurulu Başkanlığı devam ediyor. Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu görevimi devrettim. Bugünlerde proje tasarımı bana ait 2 dakikalık bir web-dizi projesi olan Hayal Dünyası'nı Lotus Film Istanbul ile hayata geçirme hazırlıklarındayız. Çok yakında Dailymotion'dan izlenebilecek. Tanıtımı da yayında!

Web dizi işi uzun zamandır konuşulan ama bir türlü hayata geçmeyen bir format. Sen bizi hep güldürürsün. Bu da bir komedi projesi. Biraz bahsetsene….
J: Böyle düşünmene sevindim. Insanları güldürebilmek çok güzel ve değerli. Madem televizyon dizisi yapmayı düşünmüyordum, alternatif proje düşünmeye başladım. 3 yıl önce Hayal Dünyası'nı tasarladım. Hayal Dünyası bir back-up şirketi. Yani üye iseniz telefonla arayarak çiçek de yollatabiliyorsunuz, uçak bileti de aldırabiliyorsunuz, sinema veya restoran rezervasyonu da yaptırabiliyorsunuz gibi gibi. Ayşe (yani ben) de, bu back-up şirketinde çalışan bir eleman.
 
Tek mekan hatta tek açı. Dizide yer alan diğer oyuncu arkadaşlarım Arın Kuşaksızoğlu, Bennur Duyucu ve Gökhan Malik Şahin sesleriyle oynuyorlar arada görünüyorlar. Lotus Film Istanbul yapımcımız oldu. Dilerim aynı heyecanı seyredenlere de geçirebiliriz.
Isterseniz, Facebook/Lotus Film Istanbul, Twitter/HayalDunyasiWeb sayfalarından diziye dair ayrıntıları da görebilir ve takip edebilirsiniz. 
 
Uzun zamandır televizyona iş yapmıyorsun, biliyorum ki bu bilinçli bir seçimdi. Sebeplerini ve setlerde yaşadıklarını anlatır mısın?
J: Benim bu kararı verdiğim dönemde diziler 45, sit-com 25 dakika idi. Uzun süren çalışma saatleri, yemeğin bile lütufmuş gibi verilmesi, sanki zaten bu şekilde çalışmak normalmiş gibi davranılması bende zaman içinde sinir bozukluğuna yol açtı. Fizik gücüm de dayanamamaya başladı. Okuyanların daha somut anlayabilmesi için örnek vermem gerekirse; 50 kişi, alt kat set, üst kat ev olarak ayarlanmış bir yerde calışıyoruz. Ses yalıtımı diye bir şey yok, o yüzden sokakta olan her ses ile birlikte çekim tekrarlanıyor. 2 tuvalet var, biri kilitli. Kadınlar ve erkekler için ayrı tuvalet olması gerektiğini, diğer tuvaletin de açılmasını istediğimizi söylediğimizde cevap "borusu yok". Açtırıyoruz kapıyı, lazım olan boru 5 lira. Veriyoruz parasını aldırıyoruz, giriyoruz bir de temizliyoruz ve 2 tuvaletimiz oluveriyor.
 
Gerçekten bu kadar basit insani konuları bile çözmüyor mu bazı yapımcılar? Halbuki seyirci tarafında da baş rol oyuncularına büyük paralar veriliyor diye setlerde de her şey çok lüks sanılıyor bence.. Çok yakın zamanda bir başrol oyuncusu arkadaşım sette oturacak taburem bile yok ve 18 saattir buradayım dedi bana ve inanamadım...
J: Kamera önünde komiktik, arkasında traji-komik. Ben bir süre sonra acı çekmeye başladım. Hem fiziksel hem ruhsal.Yaptığımız işin seyri eğlenceli, yapım süreci dikkat ve konsantrasyon istiyor. Dolayısıyla buna göre yemek yemen de gerekiyor. Yemek saatleri ayarsız, set aç aç çalışıyor. Sette sürekli ağır taşıyan ve kaldıran insanlar var. Patates yemeği ile patates püresi geliyor aynı öğünde. Ekmek arası simit yemek gibi. Yemeyerek protesto ediyorduk. Hem yemeğe yazık oluyordu hem gidip yemeğimizin parasını da cebimizden ödemek durumunda kalıyorduk.
 
Bir de sen çok hassas bir insansın. Sen gidersen set de bitecek diye çok dayandığını arkadaşın olarak da biliyorum. Çok dayandın ama sonunda sabrın taştı galiba.
J: Kesinlikle. Hava soğuk, üzerimde şık iş kadını kostümüm ile oynamaya çalışıyorum. Konuşurken soğuktan ağzımdan buhar çıkıyor. Çıkmasın diye buz yediriyorlar. Hasta oluyorum. Sonrasında set aksatan insan muamelesi görüyorum. Elinden gelenin en iyisi yaparak bir yerlere gelmeye çalışıyorsun. Ücretin yaptığın işin başarısına göre artıyor. Sezon bitip yeni anlaşma yapılacağı zaman ekonomik kriz bahane edilir ve zam yerine indirim yapılır. Kabul etmezsen bütün setin işsiz kalacağı sana vicdan olarak yüklenir. Ve bütün bunlara rağmen sana sanki projeyi yüklenen oyuncusu gibi değil de yapımcının tavuğuna "kışt" demişsin gibi davranılırdı. Bu işe para yatıran insanların "parasını veriyorum seve seve yapacaklar" tavrı, ben de pek olumlu işlemiyor. Ucuzcu bir insan olması, projesini ucuza getirmeye çalışması, emeğimin veya benim ucuz olduğum anlamına gelmiyor. 
 
Peki diğer oyuncuların ya da set çalışanlarının tepkisi nasıl oluyordu? 
J: Gittikçe daha da kötüye giden çalışma koşullarından herkes şikayetçi, orası kesin. Ama bu şartları düzeltmek için yapılanlar kişiye göre değişiyor; kimisi sadece şikayet etmeyi seviyor. Artık söylenmek alışkanlık olmuş. Kimisi şikayetçi ama kaybedeceklerinden korkuyor, 8 aydır ödenmese de, henüz alamadığı parasını kaybetmekten korkuyor, çoluğu çocuğu var.
Kimisi her şeyin ayağına gelmesini bekliyor. Haksızlığa karşı ama bir şey yapacak yerleri ağrıyor. Kimisi de azınlık olduğunu bilmesine rağmen herkes için çabalamayı göze alıyor. Her dönemde her sektörde yaşanan durum budur. Sadece bizim sektör ya da oyuncular için geçerli değil. Çok örnek var okuyabileceğimiz, seyredebileceğimiz, dinleyebileceğimiz.
 
Toplu bir kabullenmenin bu sorunları büyüttüğünü söyleyebilir miyiz? olan bitene tepki verirken kendini yalnız hissettiğin oldu mu?
J: 10 yılda bir darbe görmüş bir ülkede yaşayan bir insan olarak hem korkunun hem kabullenmenin hem yetiştirilme şeklimizin bu sorunları büyüttüğünü söyleyebiliriz. Devlet'in halka hizmet etmek için var olduğu unutulmuş, halkın ona hizmet etmesi gerekiyormuş gibi bir algı kemikleşmiş mesela. Padişahlıktan bu yana dalkavukluk zaten almış başını gidiyor.
 
Peki bu oyunculuk aşkı, her şeye rağmen setin iptal edilmemesi, Selin Erdem’in sette öldüğü günün 1 Mayıs olması? Bardak nasıl taştı?
J: Öncesinde sektörün acemisi idim, yaptığım işe duyduğum aşkın heyecanıyla durumun çok da farkında değildim. Yıllar geçtikçe aşkın ızdırap olduğunu görmeye başladım ama bu ızdırabın kaynağı yaptığım iş veya ona duyduğum aşk değildi. İşimi iyi yapabilmem için sağlanması gereken teknik prosedürün, iyi bir organizasyonun önemsenmiyor, uygulanmıyor olması idi. Bir yerde bir yanlışlık vardı.
 
O dönemde henüz sorunlar ayyukta yaşanmadığı için, söylediklerim ya tam olarak anlaşılmıyor ya da anlaşılmak istenmiyor idi. Sonra şikayet etmekten vazgeçtim çünkü bir süre sonra kendimden sıkılmaya başladım. Çirkin ördek yavrusu gibi hissettiğim çok zaman oldu. Sürekli "Sendikamız olmalı, bu böyle olmamalı" diye söylenip duruyordum. O dönemde sen (Sedef Erken) kolumdan tutup beni SINE-SEN'e götürdün ve benim için bu macera başlamış oldu. Yalnız hissettiğin noktada da vazgeçmemek asıl olan çünkü ancak o şekilde biri sesini duyuyor ve o bir bile sendeki isteği yapma enerjisine dönüştürüyor.
 
Telif Birliği BİROY'u ve Oyuncular Sendikası'nı kurma sürecinde bir arkadaşım "zamanında köleliğin bu kadar uzun sürmesinin sebebi, sahibinin kendisine iyi davrandığı köleler yüzünden olmuştur, çünkü; onlar için şikayet edecek bir durum yoktu ve her şey yolundaydı" demişti. Bu anekdot da bana enteresan bir gaz vermiştir. Hazır fırsat gelmişken yalnız bırakmadığın için tekrar teşekkür ederim.
 
Ne demek, benim için de güzel bir sürecin başlamasına vesile oldu senin bu kararlılığın. İki deli bu işlere giriverdik ve epey başka deliyi de yanımıza çektik galiba.
J: E, gizli saklı epey deli olduğunu görmek de ayrı bir mutluluk oldu doğrusu. 

Sendika ve meslek birliğinin kuruluş süreçlerinde aktif rol alman bu dönemin bir sonucu. Pek çok ‘olmazcıya’ rağmen oradaydık, neler yaşandı?
J: Bir şeyin yanlış olduğunu söylüyor ve bundan rahatsız oluyorsan, düzeltmek için de çalışman gerekiyor. Biz seninle Sinesen ve devamında Oyuncular Sendikası girişimini başlattıktan sonra 26 kişi giriştik OS’nı kurmaya. Çok çalıştık, gece gündüz demedik, bahane üretmedik, üşenmedik.Yanımızda senin gibi çabamıza ve sebebimize inanan dostlarımızla, kol kola ve heyecanla bu süreci belli bir noktaya kadar getirdik. Sonra bütün oyuncuları davet ettiğimiz bir toplantı düzenledik. Öyle ya; bu kadar çalışıyoruz ama kimse sendika istemiyor olabilir, herkes halinden memnun olabilirdi. O gün, oraya gelen 500 kişi bizimle aynı fikirde olduğunu söyledi. Oraya gelemeyen ama desteklediğini de söyleyen çok kişi oldu. Bugün sendikamızın 1200 üyesi var ve her geçen gün artıyor. Bu sayıyı uzaktan az bulan insanlar var. Ama yakına gelseler anlayabilirler aslında ne kadar çokuz.
 
Tüm bu süreçleri yaşamış olmak sana nasıl hissettiriyor?
J: Ben bu sürece tanık olmaktan ve bir parçası olmaktan her zaman gurur duyacağım. En yalnız olduğumu hissettiğim bir anda karşıma çıkan bir diğer insan da benim can dostum, canım Memet Ali Alabora'm. Çalışkanlığı, dürüstlüğü, iletişim gücü, her şeye ilgisi, sürekli açık olan algısı, insanlığı ve gönlünün güzelliği ile bana çok güzel örnek oldu. O olmasaydı bu sendika olmazdı diye düşünüyorum. Ya da başka türlü olurdu. Hepimizi bir araya getiren o oldu. Ona olan sevgimiz, saygımız, inancımız; çok zor görünen bu işi imkansız olmaktan çıkardi. Var olsun. 
 
Ben biliyorum tabii ki ama okuyucular için Biroy'da yapılan çalışmaları da özetler misin? Nereden geldik nereye gidiyoruz?
J: Ülkemizin nev-i şahsına münhasır geleneğini bozmuyor ve Dünya'nın tersine, önce telif örgütümüzü sonra sendikamızı kuruyoruz. 2009 yılında BIROY'u kurduk. Son 2 dönemdir Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yapıyorum. Bu süreçte en büyük hedefimiz, yasal hakkımız olan telifleri almak ve hak sahiplerine dağıtmak. İspanya'dan 2 yıldır telif alıyoruz. Şili ile geçen ay sözleşmemizi imzaladık. Hollanda, Almanya, Arjantin imza atmak üzere olduğumuz ülkeler. Yurt içinde de aynı haklar için dava açıyoruz. Kanunen bizim olan hakkın, bizim olduğunu ispatlamaya çalışıyoruz. Ne garip değil mi? Yurt dışındaki muhataplarımız "biz sizin ülkenizden dizi ve film almaya başladık, bunların telifleri bizde kalamaz, gelin anlaşalım da telifinizi verelim" diyor, kendi ülkemizdeki muhataplarımız ya "yok öyle bir şey, tüm haklarınızı ben aldım" ya da "evet haklısın ama mahkeme beni zorlamadığı sürece vermemek işime geliyor" diyor. Ülkemizin ekonomik etik konusunda da neden bu durumda olduğunu sanıyorum bu örnek güzel bir şekilde anlatıyor.
 
Biroy ve Oyuncular Sendikası için yaptığın çalışmalar mutlaka profesyonel hayatını da etkiledi. Sen bu etkiyi açıkça hissettin mi? Diğer oyuncularla ilişkilerini de düşünerek anlatır mısın?
J: Artık televizyon dizisi yapmama kararı aldığımda insanlar uzun süre mevzuyu anlamadılar. Herkes "ama bak, bu davalara girdiğinde kimse seninle çalışmak istemez, sana iş vermezler" demişti. Hatta "bak adın hak-hukukçuya çıkacak, dikkatli ol" diyen bile oldu. Ne tuhaf değil mi? Hak ve hukuktan yana olmak kötü bir şeymiş gibi. Açıkcası, yapımcıların, sizden para kazanacağını bildiği sürece size küseceklerine inanmıyorum. Kalbimi kıran ve kavgalı ayrıldığım yapımcılar bile gün geldi proje teklifi yaptılar, hem de birkaç kere. Dolayısıyla o şekilde bir kesilme olmadı.
 
Ancak, gelen projeleri reddettikçe, gelen projelerde azalma oldu. Benim adıma çok riskli idi çünkü kariyerimin en verimli noktasında vermiştim bu kararı. Maddi bedeli ağır olacaktı biliyorum. O dönem annem ve hayat arkadaşıma kararımı açıkladığımda buna saygı gösterdiler ama biliyorum ki içten içe endişe de duydular. Ama sağ olsunlar hem onlar hem en yakın dostlarım maddi ve manevi olarak beni hep desteklediler. Çünkü insanların şakasını yaptığı gibi tuzum kuru değildi ve birikmişim falan da yoktu. Haklı olduğuma %100 inancım, deli cesaretim ve birkaç dostumun desteği vardı.
 
Diğer ülkelerden telif almak burada almaktan daha kolay olacak demiştik ve öyle de oldu. İlk telif ödemesini alınca ne hissettin, o ülkelerdeki şartlarla burayı karşılaştırabilir misin?
J: O dönem uyuyamadığımı hatırlıyorum. Zaten çoğu gece rüyamda ya sendika ya BİROY'u görüyordum. Ama o dönem mutluluk ve heyecandan uyuyamıyordum. 100 yıl geç kalınmış bir konuyu başlattığımız için, bu süreçte en çok duyduğumuz "yapamazsınız, alamazsınız"lara rağmen ilk telif imzasını attığımız için, bize güvenen ve desteğini hep hissettiren büyüklerimizin yüzünü kara çıkarmadığımız için… Evde sürekli kendi kendime güldüğümü hatırlıyorum. Gururun güzel bir his olduğunu yeniden keşfettiğimi hatırlıyorum.
 
Diğer ülkelerle bizi karşılaştırma konusuna gelince; sektör olarak bunun hem onlara hem bize haksızlık olduğunu düşünüyorum maalesef. Çok güzel diziler, filmler yapıyor olabiliriz, bütün bunları tüm dünyaya satıyor olabiliriz ama bu her şeyi doğru yaptığımız anlamına gelmiyor. Eğlence sektöründe gencecik insanlar suistimal yüzünden canından oluyorsa, sorumlular üzerine düşeni yapmıyor ve hatta sürekli tehdit ederek gününü ve cebini kurtarmaya çalışıyorsa durumun kıyaslanacak bir tarafı olmuyor pek. Sürekli olarak Hollywood'dan örneklerle kıyaslama yapılır ama nedense Hollywood'un 100 yıl önce oluşturduğu şartların uygulanması için çalışılmaz.

Avrupa'da ya da ortak yapım bir işte çalışan oyuncu, çalışma süresi dolduğunda herkesin nasıl setten gittiğini, kimsenin haklarından nasıl taviz vermediğini sanki kendi yapıyor gibi gururla ve kahramanca anlatır ama iş kendi ülkesinde kendi şartları ve kendi haklarına gelince, olması gereken bu sakil durummuş gibi nasıl kabullendiğini üzülerek görürsünüz. İnsanların zamanında hayranlıkla izlediği oyuncuların, yaşlandıklarında, yani yapımcı için maddi bir getirisi kalmadığı zaman içinde yaşadıkları şartları hepimiz görüyoruz. Hatta bu durumdan bile reyting sağlamaya çalıştıklarını biliyoruz. Dolayısıyla, insana, emeğe, gerektirdiği şekilde sektörel değerlere sahip çıkılmayan bu şartları hiç bir yer ile kıyaslayamıyorum.
 
Peki bunca olumsuzluğun içinde umudun var mı?
J: Olmaz mı! Her zaman. Böyle gelmiş olması, böyle gideceği anlamına gelmiyor benim için. Gençlere borcumuz var. Yaşadığımız zorlukları, düzeltmek için hiç çaba sarf etmeden devredersek suratlarına nasıl bakacağız. Yaptığım ve yapacağım her şeyi gençler için yapıyorum. Bu düşünce bana hep umut, enerji ve güç veriyor.
 
 



Röportaj: Sedef Erken
Fotoğraflar: Hale Utangaç

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER