Bazı insanlar vardır; defalarca görürsünüz ama bir
türlü tanışamazsınız. İşte, Berker Güven de onlardan biri. Yen’in hazırlıkları sırasında ben İpek Bilgin ve Çağ Çalışkur ile
Craft’ın bahçesinde röportaj yaparken görmüştüm ilk. Hatta o gün Yen’in Bobbie’sine dönüşmek için
saçlarını kestirmiş; İpek Bilgin ve Çağ Çalışkur’un yorumlarını alıyordu. O heyecan
sonradan her hafta dakikalarca süren alkışa karıştı. Henüz izleme fırsatı
bulamadım ama Neslihan Yeldan, Bora Akkaş, İdil Sivritepe ve Berker Güven’in
2.5 saat boyunca sahnede delirdiklerini şahit olmuş kadar iyi biliyorum. Vatanım Sensin’in Aleksi’si ile de
ekranda yer alan Berker’le ilgili sözü burada noktalıyorum. Çünkü oyunculuğun
en çekilir ve çekilmez yanlarına verdiği cevap ortak bildiri kıvamında.
Kendisine gönlüne bin bereket diyerek sözü Berker Güven’e bırakıyorum.
1- Canlandırdığınız karakteri özetleyecek beş
anahtar kelime.
Bu soruyu iki karakterim üzerinden cevaplasam…
Craft Tiyatro’da sahnelediğimiz Yen’in Bobbie’sini afacan, kırılgan,
sevgi dolu, saldırgan ve fütursuz olarak betimleyebilirim. Vatanım Sensin’in
Aleksi’sini de sinsi, mükemmeliyetçi, sempatik, tehlikeli ve kıskanç
kelimeleriyle özetleyebilirim.
2- Canlandırdığınız
karakterin tek bir özelliğine sahip olacaksınız; hangisini
seçerdiniz?
Bobbie’nin kaygısızlığına sahip olmak isterdim. O kadar rahat ki… Sırf bu
yüzden oynarken ruhum rahatlıyor. Aleksi’nin de kıyafetlerini alırdım
(gülüyor.)
3- Oynadığınız diziyi / filmi veya tiyatro
oyununu bir yemek, canlandırdığınız karakteri de malzemelerden biri olarak
düşünecek olursanız; diziyi, filmi ya da tiyatro oyununu hangi yemeğe
benzetirsiniz ve karakteriniz olmasa hangi malzeme eksik olurdu?
Vatanım Sensin, Adana kebap
ve ben de acısıyım (gülüyor.) Yani Adana kebap acısız olmaz. Bir de yani acı
aslında yakan bir şey ama yine de yanarak yiyoruz. Çünkü hoşumuza gidiyor.
4- İlk audition’ınızı hatırlıyor musunuz;
nasıl geçmişti?
Hatırlamaz olur muyum? Faciaydı (gülüyor.) Reklam audition’ıydı. Fakat iyi
ki cast’ı yapan ajansta çekiyorlardı. Yani görüşme olarak gitseydim çok garip
şeyler olurdu. Benim üzerimde manasız bir gerginlik vardı, bu yüzden olsa gerek
gülüyordum sürekli. Neyse en sonunda yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik; “Profil
ver” dedi bana. “Profil ver” dediklerinde yan dönmem gerektiğini bilmiyordum.
“Profil derken?” dedim adama. O da “yan dön” dedi. Sonra ben de “O zaman yan
dön desene, ne artist artist profil ver diyorsun” dedim şakayla. Yine güldük
epey. Toparlandıktan sonra en son düzgününü çektik. Fakat çeken adam, profil
muhabbetinin olduğu tanıtım videosunu göndermiş reklamı çekecek olanlara. İzleyince
enteresan bulmuşlar. Çağırdılar, gittim. İlk girdiğim audition’ımı alnımın
akıyla almış oldum böylelikle ve reklamın küçük bir yerinde rol aldım.
Samimiyetin neden bu kadar önemli olduğunu ilk deneyimimle öğrenmiş olmanın
verdiği mutluluk tarif edilemez tabii ki.
5- Bugüne kadar sette yaptığınız en komik hata
nedir?
Yani genelde işimi çok ciddiye alarak yapıyorum ama itiraf ediyorum! Bir
keresinde çok gergin bir sahne çekilirken kendimi kadraj dışı sanıp dans
etmiştim; klip çeker gibi. Herkes sahneye o kadar odaklanmıştı ki rejiden bir
arkadaşım dışında kimse benim dansı fark etmemişti. Sonra kadrajda olduğumu
öğrenince yönetmenime gidip söylemek zorunda kaldım. Fakat diyemiyorsun ki;
“Hocam ben dans ettim” diye. Cesaretin varsa de! “Hocam ben kameraya baktım,
sonra da oyunumu bozdum” dedim. “Nasıl yani?” diye sorarak görüntüyü istedi.
Oturduk ve yönetmenle birlikte tüm set dansımı izledik. Yerin dibine girdim
utancımdan. Fakat durum o kadar absürt ki yönetmen de kızamadı. Hep beraber
güldük; başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Bir de yönetmenimiz çok
insaflıdır, o da iyi denk geldi. Sevgiler kendisine buradan (gülüyor.)
6- Şu an / son olarak oynadığınız dizide, filmde
veya tiyatro oyununda sizin ya da başka bir karakterin söylediği, en
sevdiğiniz replik nedir?
“Savaşın ortasında Suç ve Ceza okursan
tabii kendini öldürmeye çalışırsın sen. Umutlu şeyler oku. Mesela, Emile Zola:
‘Açık havayı, gökyüzünü gördü. Derin bir nefes aldı. Nisan güneşi toprağı
ısıtıyor, vadilerde hayat fışkırıyor. Tomurcuklar patlıyor, ekinler yükseliyor.
Yaşamak, iyi şey. İhtiyar Dünya bir ilkbahar daha geçirmek istiyor.’ Umut yok
mu bunda sence?” Leon’la Spiro’nun sahnesi. Leon’un cümleleriydi bunlar. Çok
etkileyici bir sahneydi. Boran da çok güzel oynamıştı.
7- Bir bölümlüğüne / sahneliğine Aleksi’yi
ekipten başkası canlandıracak. Kimi o rolde görmek isterdiniz? Aynı şekilde
siz de başka bir karakteri oynayacaksınız. Hangisini seçerdiniz? (Yaş,
cinsiyet vb. etmenleri düşünmeden.)
Celile Hanım (Toyon) oynasın Aleksi’yi. O kadar isterim ki… Çünkü dünyanın
en şeker insanlarından biri. Aleksi gibi bir karakteri nasıl oynar çok merak
ediyorum. Ben Spiro’yu (Çağrı Çıtanak) oynamak isterdim. Acayip iyi karakterdi
ve savaş temalı bir dizi için çok ama çok önemli bir karakterdi.
8- Ergenliğinize döndük; sevdiğiniz bir
ünlünün fotoğrafını tişörte bastıracaksınız. Bu kim olurdu? (Yerli /
yabancı fark etmez.)
Çok da geriye dönmedik o halde (gülüyor.) Cevap veriyorum; Heath Ledger.
9- Karşınızda zaman makinesi var; hangi
dönemde, hangi şehre ışınlanmak isterdiniz?
2100 yılı, İstanbul. “Bu ülke nereye gidiyor, ne olacak bu ülkenin hali?”
diye kendimizi paralıyoruz. Görürdüm nereye gittiğini, sonra geri dönüp
insanları bilinçlendirirdim.
10- Bugüne kadarki en büyük çılgınlığınız
nedir?
Milano’ya tatile gittiğim üçüncü günde bütün paramı harcamıştım ve
Türkiye’ye dönmeme iki günüm vardı. Bir yerlerden para bulmam gerekiyordu.
Duomo Meydanı’nda gitar çalan bir adam vardı. Yanına gidip yarım yamalak
İtalyancamla ortaklık teklif ettim. O çalacaktı, ben söyleyecektim. Adamla
anlaştık. Duomo Meydanı’nda 3 saat boyunca şarkı söyleyip toplamda 100 Euro
kazanmıştım. Bu gerçekten çok acayip bir deneyimdi.
11- Hangi dizileri takip ediyorsunuz ve onları
izlerken yanında yemesem olmaz dediğiniz abur cuburlar neler?
Şu sıralar pek fazla dizi izlemiyorum. Çok fazla
ana akım işleri üretilmeye başlandı. O yüzden dizi izlerken “Eeee?” oluyorum.
Fakat dizi öner derseniz; bir numaralı dizim The Handmaid’s Tale. Böyle
bir dizi yok! Herkes izlemeli. Daha hafif, daha ana akım ama ana akımın iyi
olan bir diğer dizi de How to Get Away with Murder. Bunları izlerken
zaten bir şey yemem mümkün değil. Hele de The Handmaid’s Tale’da hiç
değil.
12- Güne bir kitabın dünyasında başlayacaksınız;
öğlen bir dizinin, akşamı da bir filmin dünyasında geçireceksiniz.
Hangilerini seçerdiniz?
Harry Potter'la
güne merhaba diyebilirim. Büyücülük falan yaparım. Uçan süpürgelere binerim.
Öğlen Stranger Things dünyasında
yaşayabilirim. Bilimkurgu, paralel evren... Onları deneyimlerim. Akşam da Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ın
dünyasına giderim. Yeter uçan süpürgeler, paralel evrenler. Biraz da tekrar
tekrar aşık olalım!
13- Oyunculuğun en çekilir ve çekilmez yanları
neler?
Hayatı duygularınla yaşamak için bir motivasyonun
olması çok büyük bir kolaylık. Oyunculuk bu motivasyonu hediye ediyor.
Çünkü gerçekten şu anda dünyanın en çok ihtiyacı olan şey, insanların
duygusal ve duyarlı olması. Çok acımasızlaştık. Herkes kendini, menfaatlerini
düşünür oldu. Üstüne üstlük bazı kavramların anlamları bence insanlar için
çok değişti. Sevgi, aşk, mutluluk, değer, maneviyat... İnsanlara bu kavramların
anlamlarını sorduğunuzda çok garip cevaplar alıyorsunuz bu devirde. Bu
kavramların temel anlamlarını kaybetmemek ve öyle yaşayabilmek adına hayatı
duygusal ve duyarlı yerden yaşamayı kolaylaştırıyor oyunculuk. En çekilir yanı
o herhalde. En çekilmez yanı da insanların sizi farklı bir yere konumlandırıyor
olması. Hayır arkadaş! Sen emlakçısın, öğretmensin, öğrencisin, astronotsun,
bilim insanısın; ben de oyuncuyum. Benim mesleğimin tek farkı mesleğimi
yaparken benim izleniyor olmam. E, zaten ben işimi yaparken izleyici olmazsa
benim yapmamın ne anlamı var? Kime ne anlatacağım? O yüzden o da doğal.
Büyütecek bir şey yok! İnsanlar sizi hiç hesapta olmayan bir yere
koyduğunda, kendinize sürekli bunun bir illüzyon olduğunu hatırlatmak zorunda
kalıyorsunuz. Burada izleyiciyi suçlamıyorum. İzleyiciler bir şekilde var
olmalı ki sanatçı olarak bir şeyler anlatmaya, aktarmaya devam edebilelim. Suç,
global olarak yaratılmış bir “sektör” algısında. Ve magazinle, haberlerle,
çeşitli sosyal medya mecralarıyla ekranda iş yapan insanların hayatlarında olup
bitenleri, başkasının hayatında olup bitenlerden daha önemliymiş gibi lanse
eden kuruluşlarda. Ve bu sanatçının da işini zorlaştıran bir şey. Sanatçı,
tanınırlığa, üne, şöhrete kapılırsa kaybolup gitmeye mahkum bence. Bunun içinde
kaybolup gitmeyenler gerçekten sanatçı kalabilenler aslında. Bakın mesela, İpek
Bilgin. Şu anda tüm Türkiye tanıyor İpek'i. Ama tanıyıp tanıyabileceğiniz en
içten, en yürekten ve en alçak gönüllü insan. Bazen ona bakıp hayret ediyorum,
içimden soruyorum hatta " Acaba ünlü olduğundan haberi yok mu?" diye.
Sonra bakıyorum, gerçekten yok. Çünkü hiç önemsemiyor. Bu da sanatını tüm
etiketlerden arınmış olarak, su gibi yapabilmesine sebep oluyor bence.
14- Kapitalizm, feminizm, sosyalizm, elitizm...
Hadi, bunların yanına bir tane de siz yepyeni bir “-izm”li kavram
ekleyin.
Bilirist .... Hiçbir şey bilmeyip, dünyayı çözdüğünü zanneden ve atıp tutan
bir insan topluluğu var ya! Komple onlara isim işte. Bir de çoklar. Bence
herkesin işini kolaylaştıracak bir -ist bu :)
15- Bir sonraki oyuncuya sormam için senden bir
soru rica etsem...
Aşk, maneviyat, mutluluk, duyarlılık… Kısaca bu kavramlar sizin için ne
ifade ediyorsa; bahseder misiniz? Eğer bahsetmek istemiyorsanız en son
çalıştığınız işten aldığınız kaşeyi bizimle paylaşır mısınız?
Röportaj: Cansu Uras
Fotoğraflar: Alper Kemal Özkorkmaz