RaniniTV Ekspres: 15 Soruda Berker Güven

RaniniTV Ekspres: 15 Soruda Berker Güven
Bazı insanlar vardır; defalarca görürsünüz ama bir türlü tanışamazsınız. İşte, Berker Güven de onlardan biri. Yen’in hazırlıkları sırasında ben İpek Bilgin ve Çağ Çalışkur ile Craft’ın bahçesinde röportaj yaparken görmüştüm ilk. Hatta o gün Yen’in Bobbie’sine dönüşmek için saçlarını kestirmiş; İpek Bilgin ve Çağ Çalışkur’un yorumlarını alıyordu. O heyecan sonradan her hafta dakikalarca süren alkışa karıştı. Henüz izleme fırsatı bulamadım ama Neslihan Yeldan, Bora Akkaş, İdil Sivritepe ve Berker Güven’in 2.5 saat boyunca sahnede delirdiklerini şahit olmuş kadar iyi biliyorum. Vatanım Sensin’in Aleksi’si ile de ekranda yer alan Berker’le ilgili sözü burada noktalıyorum. Çünkü oyunculuğun en çekilir ve çekilmez yanlarına verdiği cevap ortak bildiri kıvamında. Kendisine gönlüne bin bereket diyerek sözü Berker Güven’e bırakıyorum.  



1- Canlandırdığınız karakteri özetleyecek beş anahtar kelime. 
Bu soruyu iki karakterim üzerinden cevaplasam… Craft Tiyatro’da sahnelediğimiz Yen’in Bobbie’sini afacan, kırılgan, sevgi dolu, saldırgan ve fütursuz olarak betimleyebilirim. Vatanım Sensin’in Aleksi’sini de sinsi, mükemmeliyetçi, sempatik, tehlikeli ve kıskanç kelimeleriyle özetleyebilirim.

2- Canlandırdığınız karakterin tek bir özelliğine sahip olacaksınız; hangisini seçerdiniz?
Bobbie’nin kaygısızlığına sahip olmak isterdim. O kadar rahat ki… Sırf bu yüzden oynarken ruhum rahatlıyor. Aleksi’nin de kıyafetlerini alırdım (gülüyor.)

3- Oynadığınız diziyi / filmi veya tiyatro oyununu bir yemek, canlandırdığınız karakteri de malzemelerden biri olarak düşünecek olursanız; diziyi, filmi ya da tiyatro oyununu hangi yemeğe benzetirsiniz ve karakteriniz olmasa hangi malzeme eksik olurdu? 
Vatanım Sensin, Adana kebap ve ben de acısıyım (gülüyor.) Yani Adana kebap acısız olmaz. Bir de yani acı aslında yakan bir şey ama yine de yanarak yiyoruz. Çünkü hoşumuza gidiyor.

4- İlk audition’ınızı hatırlıyor musunuz; nasıl geçmişti? 
Hatırlamaz olur muyum? Faciaydı (gülüyor.) Reklam audition’ıydı. Fakat iyi ki cast’ı yapan ajansta çekiyorlardı. Yani görüşme olarak gitseydim çok garip şeyler olurdu. Benim üzerimde manasız bir gerginlik vardı, bu yüzden olsa gerek gülüyordum sürekli. Neyse en sonunda yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik; “Profil ver” dedi bana. “Profil ver” dediklerinde yan dönmem gerektiğini bilmiyordum. “Profil derken?” dedim adama. O da “yan dön” dedi. Sonra ben de “O zaman yan dön desene, ne artist artist profil ver diyorsun” dedim şakayla. Yine güldük epey. Toparlandıktan sonra en son düzgününü çektik. Fakat çeken adam, profil muhabbetinin olduğu tanıtım videosunu göndermiş reklamı çekecek olanlara. İzleyince enteresan bulmuşlar. Çağırdılar, gittim. İlk girdiğim audition’ımı alnımın akıyla almış oldum böylelikle ve reklamın küçük bir yerinde rol aldım. Samimiyetin neden bu kadar önemli olduğunu ilk deneyimimle öğrenmiş olmanın verdiği mutluluk tarif edilemez tabii ki.

5- Bugüne kadar sette yaptığınız en komik hata nedir? 
Yani genelde işimi çok ciddiye alarak yapıyorum ama itiraf ediyorum! Bir keresinde çok gergin bir sahne çekilirken kendimi kadraj dışı sanıp dans etmiştim; klip çeker gibi. Herkes sahneye o kadar odaklanmıştı ki rejiden bir arkadaşım dışında kimse benim dansı fark etmemişti. Sonra kadrajda olduğumu öğrenince yönetmenime gidip söylemek zorunda kaldım. Fakat diyemiyorsun ki; “Hocam ben dans ettim” diye. Cesaretin varsa de! “Hocam ben kameraya baktım, sonra da oyunumu bozdum” dedim. “Nasıl yani?” diye sorarak görüntüyü istedi. Oturduk ve yönetmenle birlikte tüm set dansımı izledik. Yerin dibine girdim utancımdan. Fakat durum o kadar absürt ki yönetmen de kızamadı. Hep beraber güldük; başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Bir de yönetmenimiz çok insaflıdır, o da iyi denk geldi. Sevgiler kendisine buradan (gülüyor.)

6- Şu an / son olarak oynadığınız dizide, filmde veya tiyatro oyununda sizin ya da başka bir karakterin söylediği, en sevdiğiniz replik nedir? 
“Savaşın ortasında Suç ve Ceza okursan tabii kendini öldürmeye çalışırsın sen. Umutlu şeyler oku. Mesela, Emile Zola: ‘Açık havayı, gökyüzünü gördü. Derin bir nefes aldı. Nisan güneşi toprağı ısıtıyor, vadilerde hayat fışkırıyor. Tomurcuklar patlıyor, ekinler yükseliyor. Yaşamak, iyi şey. İhtiyar Dünya bir ilkbahar daha geçirmek istiyor.’ Umut yok mu bunda sence?” Leon’la Spiro’nun sahnesi. Leon’un cümleleriydi bunlar. Çok etkileyici bir sahneydi. Boran da çok güzel oynamıştı.

7- Bir bölümlüğüne / sahneliğine Aleksi’yi ekipten başkası canlandıracak. Kimi o rolde görmek isterdiniz? Aynı şekilde siz de başka bir karakteri oynayacaksınız. Hangisini seçerdiniz? (Yaş, cinsiyet vb. etmenleri düşünmeden.) 
Celile Hanım (Toyon) oynasın Aleksi’yi. O kadar isterim ki… Çünkü dünyanın en şeker insanlarından biri. Aleksi gibi bir karakteri nasıl oynar çok merak ediyorum. Ben Spiro’yu (Çağrı Çıtanak) oynamak isterdim. Acayip iyi karakterdi ve savaş temalı bir dizi için çok ama çok önemli bir karakterdi.

8- Ergenliğinize döndük; sevdiğiniz bir ünlünün fotoğrafını tişörte bastıracaksınız. Bu kim olurdu? (Yerli / yabancı fark etmez.) 
Çok da geriye dönmedik o halde (gülüyor.) Cevap veriyorum; Heath Ledger.

9- Karşınızda zaman makinesi var; hangi dönemde, hangi şehre ışınlanmak isterdiniz? 
2100 yılı, İstanbul. “Bu ülke nereye gidiyor, ne olacak bu ülkenin hali?” diye kendimizi paralıyoruz. Görürdüm nereye gittiğini, sonra geri dönüp insanları bilinçlendirirdim.

10- Bugüne kadarki en büyük çılgınlığınız nedir? 
Milano’ya tatile gittiğim üçüncü günde bütün paramı harcamıştım ve Türkiye’ye dönmeme iki günüm vardı. Bir yerlerden para bulmam gerekiyordu. Duomo Meydanı’nda gitar çalan bir adam vardı. Yanına gidip yarım yamalak İtalyancamla ortaklık teklif ettim. O çalacaktı, ben söyleyecektim. Adamla anlaştık. Duomo Meydanı’nda 3 saat boyunca şarkı söyleyip toplamda 100 Euro kazanmıştım. Bu gerçekten çok acayip bir deneyimdi.

11- Hangi dizileri takip ediyorsunuz ve onları izlerken yanında yemesem olmaz dediğiniz abur cuburlar neler? 
Şu sıralar pek fazla dizi izlemiyorum. Çok fazla ana akım işleri üretilmeye başlandı. O yüzden dizi izlerken “Eeee?” oluyorum. Fakat dizi öner derseniz; bir numaralı dizim The Handmaid’s Tale. Böyle bir dizi yok! Herkes izlemeli. Daha hafif, daha ana akım ama ana akımın iyi olan bir diğer dizi de How to Get Away with Murder. Bunları izlerken zaten bir şey yemem mümkün değil. Hele de The Handmaid’s Tale’da hiç değil.

12- Güne bir kitabın dünyasında başlayacaksınız; öğlen bir dizinin, akşamı da bir filmin dünyasında geçireceksiniz. Hangilerini seçerdiniz? 
Harry Potter'la güne merhaba diyebilirim. Büyücülük falan yaparım. Uçan süpürgelere binerim. Öğlen Stranger Things dünyasında yaşayabilirim. Bilimkurgu, paralel evren... Onları deneyimlerim. Akşam da Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ın dünyasına giderim. Yeter uçan süpürgeler, paralel evrenler. Biraz da tekrar tekrar aşık olalım!

13- Oyunculuğun en çekilir ve çekilmez yanları neler? 
Hayatı duygularınla yaşamak için bir motivasyonun olması çok büyük bir kolaylık. Oyunculuk bu motivasyonu hediye ediyor. Çünkü gerçekten şu anda dünyanın en çok ihtiyacı olan şey, insanların duygusal ve duyarlı olması. Çok acımasızlaştık. Herkes kendini, menfaatlerini düşünür oldu. Üstüne üstlük bazı kavramların anlamları bence insanlar için çok değişti. Sevgi, aşk, mutluluk, değer, maneviyat... İnsanlara bu kavramların anlamlarını sorduğunuzda çok garip cevaplar alıyorsunuz bu devirde. Bu kavramların temel anlamlarını kaybetmemek ve öyle yaşayabilmek adına hayatı duygusal ve duyarlı yerden yaşamayı kolaylaştırıyor oyunculuk. En çekilir yanı o herhalde. En çekilmez yanı da insanların sizi farklı bir yere konumlandırıyor olması. Hayır arkadaş! Sen emlakçısın, öğretmensin, öğrencisin, astronotsun, bilim insanısın; ben de oyuncuyum. Benim mesleğimin tek farkı mesleğimi yaparken benim izleniyor olmam. E, zaten ben işimi yaparken izleyici olmazsa benim yapmamın ne anlamı var? Kime ne anlatacağım?  O yüzden o da doğal. Büyütecek bir şey yok! İnsanlar sizi hiç hesapta olmayan bir yere koyduğunda, kendinize sürekli bunun bir illüzyon olduğunu hatırlatmak zorunda kalıyorsunuz. Burada izleyiciyi suçlamıyorum. İzleyiciler bir şekilde var olmalı ki sanatçı olarak bir şeyler anlatmaya, aktarmaya devam edebilelim. Suç, global olarak yaratılmış bir “sektör” algısında. Ve magazinle, haberlerle, çeşitli sosyal medya mecralarıyla ekranda iş yapan insanların hayatlarında olup bitenleri, başkasının hayatında olup bitenlerden daha önemliymiş gibi lanse eden kuruluşlarda. Ve bu sanatçının da işini zorlaştıran bir şey. Sanatçı, tanınırlığa, üne, şöhrete kapılırsa kaybolup gitmeye mahkum bence. Bunun içinde kaybolup gitmeyenler gerçekten sanatçı kalabilenler aslında. Bakın mesela, İpek Bilgin. Şu anda tüm Türkiye tanıyor İpek'i. Ama tanıyıp tanıyabileceğiniz en içten, en yürekten ve en alçak gönüllü insan. Bazen ona bakıp hayret ediyorum, içimden soruyorum hatta " Acaba ünlü olduğundan haberi yok mu?" diye. Sonra bakıyorum, gerçekten yok. Çünkü hiç önemsemiyor. Bu da sanatını tüm etiketlerden arınmış olarak, su gibi yapabilmesine sebep oluyor bence.

14- Kapitalizm, feminizm, sosyalizm, elitizm... Hadi, bunların yanına bir tane de siz yepyeni bir “-izm”li kavram ekleyin. 
Bilirist .... Hiçbir şey bilmeyip, dünyayı çözdüğünü zanneden ve atıp tutan bir insan topluluğu var ya! Komple onlara isim işte. Bir de çoklar. Bence herkesin işini kolaylaştıracak bir -ist bu :)

15- Bir sonraki oyuncuya sormam için senden bir soru rica etsem...
Aşk, maneviyat, mutluluk, duyarlılık… Kısaca bu kavramlar sizin için ne ifade ediyorsa; bahseder misiniz? Eğer bahsetmek istemiyorsanız en son çalıştığınız işten aldığınız kaşeyi bizimle paylaşır mısınız?

Röportaj: Cansu Uras
Fotoğraflar: Alper Kemal Özkorkmaz



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER