“Susmakist. Bilmeyince susabilenlerin, bilince güzel
susanların, masalarda susmayı sevenlerin ve korkmayanların savunulduğu bir
“-ist” kavramı isterdim.” ‘-izm’li kavram yarattırmayı çok seviyorum; hayatta barkodu
eksik etiketlerken bir etiket, kavram da biz yaratmışız çok mu… Güven Murat
Akpınar’la ilk karşılaştığımda da ona karşısında bir “susmakist”e dönüşmüştüm.
Craft Tiyatro’nun yeni oyunu Killology’nin
izleyicili genel provası sonrasında kulaklığını boynuna yerleştirmiş, bir
şeyler yudumlayarak sakin bir şekilde İpek Bilgin’le sohbet ediyordu; ben de
sadece gözlemlemeye daldım. Normalde direkt atlar, hemen kendimi
tanıtırım ama nedense sessiz kalmayı seçtim. Çünkü bu adam, gerek sahnede
gerekse kamera önünde “sessiz agresifliği” başaran sayılı oyuncular benim
nezdimde (Lütfen “sessiz agresiflik” nedir diye sormayın; hep beraber düğüm
olur kalırız.) Malum son zamanlarda bir oyuncunun etkileyiciliğini ifade etmek
için “Adam resmen gözleriyle oynuyor ya… Öylece susuyor ama o bakışı yok mu tüm
duyguları veriyor” ibaresini kullanıyoruz. Ben de bu tuzağa düşen ama
sonrasında “Zaten nasıl oynayacaktı ki başka türlü; ne kadar saçma bir yorum”
diyenlerdenim. Bu nedenle Güven Murat Akpınar’da da bu tuzağa düşmemek adına
“sessiz agresiflik” gibi belki de kulağa saçma gelen bir kavram ürettim. Çünkü İstanbullu Gelin’in Osman’ında da, Killology’nin Alan’ında da öyle adamlar
yaratıyor ki bağırmıyor, göze sokmuyor, “ben buradayım ve şimdi sizi
ağlatacağım ya da kahkahalara boğacağım, bakın ne kadar da hayatın içindenim”
demiyor; sessiz sakin işliyor ama bunu öyle bir yapıyor ki sonucunda size her
duyguyu tattırmış ve boğazınızda bir yumru bırakıyor. (Bu arada Killology’nin altını çizmeme gerek yok
diye düşünüyorum; zira İbrahim Çiçek rejide; Güven Murat Akpınar, Serkan
Altunorak, Ozan Dolunay da sahnede çok güzel delirmişler. İzleyiciye de avuç
içleri kaşınırcasına alkışlamak kalmış.) Sözü biraz daha uzatmadan Güven Murat
Akpınar eğer o zaman makinesini bulamazsa kendisiyle Tony Gatlif ile yollarının
kesişmesini dilerim. Çünkü Exils
tadında bir filmde neden Rona Hartner ile karşılıklı oynamasın ki? Hayal kurmak
serbest nasılsa…

1- Canlandırdığınız karakteri özetleyecek beş
anahtar kelime.
İstanbullu Gelin’in Osman’ını
kelimeler, objektif, kalp, akıl ve nefes sıfatlarıyla özetleyebilirim. Craft
Tiyatro’da sahnelemeye başladığımız Killology’nin Alan’ı içinse İngiliz
anahtarı, gaz kaçağı, tutunamayanlar, içgüdü ve yalnızlık kelimelerini
seçerdim.
2- Canlandırdığınız
karakterin tek bir özelliğine sahip olacaksınız; hangisini
seçerdiniz?
İstanbullu Gelin’deki
Osman’ın iradesini, Killology’deki
Alan’ın ise mücadeleci yanını alırdım.
3- Oynadığınız diziyi / filmi veya tiyatro oyununu
bir yemek, canlandırdığınız karakteri de malzemelerden biri olarak
düşünecek olursanız; diziyi, filmi ya da tiyatro oyununu hangi yemeğe
benzetirsiniz ve karakteriniz olmasa hangi malzeme eksik olurdu?
Pek yemekten anlamam.
4- İlk audition’ınızı hatırlıyor musunuz;
nasıl geçmişti?
İlk audition’ımı hatırlamıyorum ama en güzellerini hatırlıyorum; Faruk
Teber ile olanını unutmam. Nasıl çekeceğini anlatmak için kalkıp sahneyi
oynadığı bir an vardı. Sonra beraber Adana ve Urfa’ya gittik. Zeynep Günay Tan
ile sadece oynadım, sadece izledi. Beğenmek, beğenilmekten ziyade; o izlerken,
ben de oynarken “sahiden” tanışmış ve birbirimizi sevmiş olduk. Şimdi de yan
yanayız. Ve İpek Bilgin ile… İlk tiyatro audition’ımı vermiştim ona. Bir ilk
soruyorsanız cevabı bu olabilir. Garaj oyunu
için gitmiştim Craft Tiyatro’ya. O zaman Fındıklı’daydı, çatı katı… Dördüncü
kata çıktım ve kapıyı açtım. Cam bir kapı; bir adam bana “Ayakkabılarınızı
çıkarın öyle gelin” dedi. “Allah Allah, ne ilginç bir tiyatro” diye
düşünmüştüm. Çıkardım ayakkabılarımı ve audition için geldiğimi söyledim.
“Burası yoga salonu, tiyatro üst katta” dediler. Yukarı bir koşuşum var ki…
Ayakkabılarım da hala elimde tabii. Sonra iki buçuk yıl boyunca Enis Arıkan’la Garaj oyununu oynadık. Çok güzeldi. Umur
ve Gamze Turagay ile olan anımı da unutamam.
5- Bugüne kadar sette yaptığınız en komik hata
nedir?
Araba kullanmayı bilmeden taksiciyi oynadığım Bizim Yenge dizisinin her “taksi” olan sahnesi. Daha beter bir
hatam olmamıştı (gülüyor.) En son çekimde altı kişi otomobili itiyordu, ben de
şahane taksi sürüyormuş gibi kapıyı açıp oynuyordum.
6- Şu an / son olarak oynadığınız dizide, filmde
veya tiyatro oyununda sizin ya da başka bir karakterin söylediği, en sevdiğiniz
replik nedir?
İstanbullu Gelin’den;
“Kalbini okuyamadığın kişinin satırlarını okumayacaksın!” Killology’den; “Gaz kaçağı mı? diye soruyor adam.”
7- Bir bölümlüğüne / sahneliğine Osman’ı
ekipten başkası canlandıracak. Kimi o rolde görmek isterdiniz? Aynı
şekilde siz de başka bir karakteri oynayacaksınız. Hangisini seçerdiniz?
(Yaş, cinsiyet vb. etmenleri düşünmeden.)
İpek Bilgin Osman’ı oynasın, ben de Esma Sultan’ı (gülüyor.)
8- Ergenliğinize döndük; sevdiğiniz bir
ünlünün fotoğrafını tişörte bastıracaksınız. Bu kim olurdu? (Yerli /
yabancı fark etmez.)
Öyle çok sevdiğim biri yok, inandığım birileri var; onlar da kendilerini
tişörte basılmış görmek istemezlerdi bence (gülüyor.)
9- Karşınızda zaman makinesi var; hangi
dönemde, hangi şehre ışınlanmak isterdiniz?
Şimdiki zaman, Fransa’nın herhangi bir yeri. Kendimi Cezayir asıllı Fransız
hissediyorum da (gülüyor.)
10- Bugüne kadarki en büyük çılgınlığınız
nedir?
Okulu, evimi ve ailemi bırakıp dünyanın gökyüzüne en yakın köyü olan
köyüme, Ardahan’daki Hoşret’e kaçmaktı. Karlar içindeydi; o köy evinde tek
başıma kalmıştım.
11- Hangi dizileri takip ediyorsunuz ve onları
izlerken yanında yemesem olmaz dediğiniz abur cuburlar neler?
Dizi izlemiyorum, film seviyorum ben. Film
izlerken de hiçbir abur cubur yemem, yiyince çok ses oluyor; sinirleniyorum
(gülüyor.)
12- Güne bir kitabın dünyasında başlayacaksınız;
öğlen bir dizinin, akşamı da bir filmin dünyasında geçireceksiniz.
Hangilerini seçerdiniz?
Sabah güne Turgut Uyar’ın Dünyanın En Güzel
Arabistan’ında başlardım. Sonrasında The Office’in Amerikan
versiyonuna geçerdim ve final da Godard’ın Pierrot le Fou’sunda olurdu.
13- Oyunculuğun en çekilir ve çekilmez yanları
neler?
En çekilir yanı kendinizden kurtulup kendi “şeylerinizden”; başka
insanların kalbine, ağzına, beynine girmenin keyfi… Keşfi diyebilirim kısaca.
En çekilmez yanı ise bir süre sonra “gerçeğin” hangisi olduğunu karıştırmak ve
kalbin / aklın acayip yorulması. Eğer gerçekten oynadığınız kişinin kalbini /
aklını görünür kılmak istiyorsanız…
14- Kapitalizm, feminizm, sosyalizm, elitizm...
Hadi, bunların yanına bir tane de siz yepyeni bir “-izm”li kavram
ekleyin.
Susmakist. Bilmeyince susabilenlerin, bilince güzel susanların, masalarda
susmayı sevenlerin ve korkmayanların savunulduğu bir “-ist” kavramı isterdim.
15- Bir sonraki oyuncuya sormam için senden bir
soru rica etsem...
Sorum yok galiba; özür dilerim.
RaniniTV Ekspres 15 Soruda köşesinin
önceki konuğu Hayal Köseoğlu’nun sorusu:
Sahnede veya televizyonda fark etmez; en gerçek hissettiğin an hangisiydi?
Oluyor bazen.
Röportaj: Cansu Uras
Fotoğraflar: Alper Kemal Özkorkmaz