İDRİS NEBİ TAŞKAN: "Eren gibi ben de çok erken yaşta olgunlaşmak zorunda
kaldım’’
● Emre Karayel’in uzunca bir süre seni meşgul ettiği
soruyla başlayayım; kimsin sen?
(Gülüyor). Hayatı sporla geçen biriyim şeklinde özetleyip
kaçamam, değil mi? Babam eski basketbolcu, basketbol antrenörü aynı zamanda.
Annemin de spora ilgisi oldukça fazla. Hal böyle olunca ben de sporla,
özellikle de basketbolla büyüdüm. Belli bir süre sonra bu bana yetmemeye
başladı ve oyunculuğa merak sardım. Beğendiğim filmlerin kamera arkalarını
izlerdim hep. Hani her çocukken küçükken bir film seyreder ve ona bayılır ya;
bende de bu Yenilmezler’di. Sıkı bir Marvel’cıyım zaten. Belki
okuyanların çoğu kızacak ama Batman yapmacık geliyor bana (gülüyor).
Evet, nerede kalmıştık? Bu filmleri izlerken oyuncular için ne güzel hayatları
var diye bakıyoruz ama benim hoşuma asıl giden şey kamera arkasında hata
yaptıkları ve kendi aralarında eğlendikleri anlardı. Ve bu işi yapmak istedim.
Ego demeyelim ama özgüvenli biriyimdir. Kendimi iyi tanırım. Oyunculuğu da
koydum kafama. Tabii ki eğitim almak istedim. ‘’Bir işi yapacaksan önce
eğitimini alman lâzım’’; hayat felsefemdir bu. Bana göre öyle kendini atıp
yapamazsın. Oyunculuk dersi veren belirli kurumları aradım ama maalesef durumum
yetmedi. Çok yüksek fiyatlar talep ediyorlar. Durum böyle olunca ister istemez,
‘’Sanata verilen önem bu mudur?’’ isyanı başlıyor. Her yer ticarethaneye
dönüşmüş durumda. Ben 15 yaşındayken oyunculuk eğitimi almak istedim o hevesle
ama benden çok yüksek ücret istediler. Belirli bir süre de olsa hayallerimi
yıktılar.
● Fakat oyunculuk hevesinden vazgeçmedin de. Arkadaşlar
İyidir’e nasıl dâhil oldun?
Nişantaşı’nda basketbol okulumuz var. Babam küçük
çocuklara basketbol öğretiyor ve aynı zamanda antrenörlük yapıyor. Ben de boş
zamanlarımda oradaki öğrencileri çalıştırıyordum. Okula gelen çocuklardan
birinin annesiyle, benim annemin iletişim de iyiydi. Kendisinin adını
vermeyeyim ama sinema ve televizyon dünyasında bilinen, güçlü bir isim. Anneme
beni sorup fotoğraflarımı istemiş. Sonrasında da Lale Eren’le tanıştım. Sonsuz
minnettarım hem Lale Abla’ya hem de buna aracı olan o kişiye. Çünkü bu sayede
audition’lara gittim. Arkadaşlar İyidir olunca O3 Medya, eğitimimi
almamı sağladı. İki ay boyunca Ümit Çırak’la birlikte çalıştım. Hatta set
başladığında bile Ümit Hoca’yı sete getirmek istediğimi bilirim (gülüyor). Ve
bunu söylemekten de asla gücenmem.
● Zeynep Günay Tan’la ilk karşılaşman nasıldı? Kendisi de
seni rolüne hazırlamıştı galiba.
Aslında oldukça ilginçti. Arkadaşlar İyidir’den
önce ajanslara gittim, belirli kişilerle tanışmak istedim. Deneme çekimleri
verdim. Babam bana hep "Çalışmak isteyene kimse hayır demez oğlum" derdi.
Fakat ben kime gittiysem hep hayır cevabı aldım (gülüyor). Hiç unutmuyorum Arkadaşlar
İyidir için beni aradıklarında da ben yine olmadığını düşünmüştüm. Beni O3
Medya’nın ofisine çağırdılar ama hiç ihtimal vermiyorum. Yine de tıpış tıpış
geldim tabii. Bir baktım karşımda Lale Eren ve Zeynep Günay Tan. Zaten Zeynep
Hoca’yı görünce bunun şaka değil, gerçek olduğunu anladım. Kendisi bana çok
yardımcı oldu. Ümit Hoca’yla çalışmadığım anlarda Zeynep Hoca’ya gidiyordum.
Eren karakterini konuşuyorduk. Zamanla
ben o çocuğa bürünmeye çalıştım. Tabii ilk başrol hatta ilk dizi, böyle olunca
da yapamazsam edemezsem diye çok korkmuştum. Fakat düşünmemek lâzım. Attım
kendini ortasına. Ancak hayatımda tevazuyu hep dengede tutmaya çalışıyorum.
Aksi takdirde kendimden çıkmış olurum. Şöhretin baş döndürücülüğü ile tevazu arasında çok ince bir çizgi var. Dışarı çıkıyorum, herkes tanıyor,
benimle gelip fotoğraf çektirmek istiyorlar. Bazen böyle anlarda havalara
uçuyorsun tabii. Fakat hemen sonrasında "n’oluyoruz’’ diye düşünüp kendimi
frenliyorum.
● İlk set günleri sancılı geçmiştir senin için.
Hem de nasıl! (Gülüyor). Otopark sahnesini çekiyoruz.
Tepede güneş var. "Eyvallah Süleyman Abi’’ deyip çıkmam lâzım. ‘’İyi akşamlar
Süleyman Abi’’ dedim. Sonrasında ev sahnelerinde, anneme kötü kötü bakıp
bağırmam gerekiyor. Fakat o kadar mutluydum ki o anda yapamıyordum (gülüyor).
Alışamadım bir türlü. Arkada kamera var, dikkat sürekli onda. Bir de annemi
canlandıran Pınar (Çağlar Gençtürk) çok tatlı ve muazzam kalpli biri. Keza
babamı canlandıran Numan Abi (Çakır) de öyle. Karşılıklı sahnelerimizde çok
zorlanıyorduk, gülüyorduk hep. İlk başlarda çok tekrar alınıyordu ve
düşünsenize koca bir set sizi bekliyor bu esnada.
● Hele de maç günü beklettiysen vay haline.
Of, evet! Bizimkiler bir de fanatik. Galatasaraylılar
ağırlıktaydı. Görüntü yönetmenimiz Erhan Abi (Makar) koyu Galatasaraylı, ben de
aynı şekilde. Fenerbahçeli neredeyse hiç yoktu. Beşiktaş ile Galatasaray
çatışması oluyordu sette (gülüyor). Çok keyifliydi.
● Hangi sahnen çekilmişti ilk gün? O günkü heyecanını
tahmin edebiliyorum (gülüyoruz).
Süleyman Abi’ye gidiyorum. Hem de oldukça lüks bir
otomobille. O gün Deniz Hoca (Koloş) beni gördü ve yanına çağırdı. "Çok
gerginsin, suratından belli’’ dedi. Ben de "Açık konuşayım hocam, gerginim"
diye itirafta bulunmuştum. "Bu çok güzel bir şey, benimle olduğunu gösterir.
Ve daha rahat çalışırız’’ dedi o da. Derken kayıt başladı ve ben mahalleye geliyorum
otomobille. O sırada çocuklar oynuyor etrafta. Ben de korna çalıyorum ki kenara
çekilsinler. Bu esnada az kalsın bir çocuğu eziyordum. Heyecandan ne yapacağımı
şaşırdım (gülüyor). Bir de tepemde de kocaman bir kamera beni çekiyordu o
esnada. Köşeyi dönebilecek miyim, arabayı çarparsam ne olacak... Türlü türlü
düşünceler kafamda. Son bölüme kadar heyecanlandığım sahneler hep oldu. Bence
bu devam da edecek ve herkeste de olması gereken bir şey. Seviyorum bu
heyecanı. İlk set günümde Cankat’la (Aydos) da sahnemiz vardı. Ben onu Maral’dan
biliyordum. Ve karşımda tabii televizyonda izlediğim biri olunca onunla
oynayacağım diye de heyecanlanmıştım (gülüyor). Hiç unutmuyorum sahne öncesi "Merak etme, ben de çok heyecanlıyım’’ demişti. Herhalde bunun ardından 20 kez
yürümüşüzdür o sokakta.
● İlk bölümde basketbol sahasındaki flashback sahnesi bence
çok iyiydi. Orada herhalde işin içinde basketbol olduğu için rahattın.
(Gülüyor). Tabii, orada kendi sahamdaydım. Zeynep Hoca
bana sadece güzel hareketler yapmamı söylemişti. Ben de bildiğim işi yaptım.
Zaten basketbol benim için hâlâ bir tutku ama meslek haline dönüşmeye doğru
gidince ben sıkılmaya başladım. Bir de zamanla baktığınızda işler,
antrenörünüz, takım arkadaşlarınız sertleşiyor. Hayatın pek çok alanında olduğu
gibi basketbolda da rekabet çok güçlü. Hayatımda beni mutlu ve motive ettiği
kadar bana çektirmiştir de basketbol. Çok haksızlığa uğradım ve kandırıldım.
Ancak dizide söz konusu basketbol sahneleri olduğunda tabii daha rahat duygu
verebiliyordum.
● Seni en zorlayan ve keyif aldığın sahneler hangileriydi?
En zorlandığım sahne açık ara Tarık Hoca sahnesi; hani o
amfideyken hocaya atarlandığım an (gülüyor). Bir sürü yardımcı oyuncu geldi.
Herkes bana bakıyor ve karşımda Emre Karayel var. Gözünün içine
bakarak küfür edeceğim ona. Daha ne kadar zorlayıcı olabilirdi benim için
bilemiyorum. Kaç tekrar alındığını da hatırlamıyorum o gün zaten. Heyecandan
düşüp bayılabilirdim. Fakat Emre Abi o kadar samimiydi ki yanıma gelip, "Sen
oynayana kadar ben buradayım. Rahat ol’’ demişti. Onun da bana yardımı
sonsuzdur. Zaten ekipteki herkese minnettarım bu açıdan. En keyif aldığım sahne
de yedinci bölümde altımız birden kaldırımda, benim evin önünde oturuyoruz.
Sinirlerim bozuluyor ve kahkaha atmaya başlıyorum, bunun üzerine de herkes
gülüyor. Kayıt denildi ama ben gülemiyorum. Geniş plan alınırken epey kahkaha
attık, her şey yolundaydı. Zaten Hayal’le (Köseoğlu) göz göze gelmemiz yeterli.
Bir de Numan Abi’yi her gördüğümde gülerim, aramız da çok iyiydi. Neyse benim
yakınımı alırlarken yanımda Hayal ile Cankat vardı. Onlara ‘’Bakın, şimdi
başımı çeviriyorum. Size döndüğümde ne yapın edin beni güldürün’’ dedim. Çünkü
onların yakını alınırken kaba tabirle bildiğiniz maymunluk yaptım. Başımı
çevirdim ve onlara dönüp baktığımda cep telefonundan Numan Abi’nin fotoğrafını
açtıklarını gördüm (gülüyor). İşte, o saniyeden sonra da beni durduramadılar.
Devamlı güldüm.
● İlk set deneyimin en nihayetinde. Kamera arkası
terimlerinden duyduğunda anlamadığın ve afalladığın oldu mu?
Çekimlere başladığımızda geniş, toplu, ikili; bu tarz
terimleri çok iyi anlamıştım zaten. Ancak bir gün senaryoda rabarba yazdığını
gördüm. Bar sahnesi için rabarba iki nokta üst üste ‘’n’aber’’ yazıyordu. "Allah Allah, rabarba kim, böyle isim mi olur?’’ diye düşünmeye başladım.
Kafayı yedim. Meğer herkesin hep bir ağızdan konuşurken aynı kelimeyi
söylemesine rabarba deniliyormuş (gülüyor).
● Dizi maalesef 10’uncu bölümle birlikte
reyting savaşına yenik düştü. Bununla ilgili neler söylemek istersin?
İlk işimde çok
güzel bir ekip ve yapım şirketi ile çalıştım. O nedenle çok şanslıyım. O3
Medya’ya, Lale Eren ve yönetmenlerimize ayrıca teşekkür ederim bana inandıkları
için. Bu uzun bir maraton; bu şekilde bakmak lâzım. Her şeyin bir kısmeti var.
Fakat kendi adıma çok güzel dostluklar edindim. Umarım bunu ekran başındakilere
de yansıtabilmişizdir. Bir de arkadaşlar iyidir, unutmayın (gülüyor).
● Oyunculuğa Zeynep Günay Tan ve Deniz Koloş gibi isimlerle
başlamak neler kattı sana? Sana yaptıkları yorumlardan aklına kazınanlar var
mı?
Her ikisi de muazzam yardımcı oldular. Klişe olacak ama
haklarını ödeyemem. En basitinden bir vizyon kattılar bana. Kanallarımı açmamı,
anda olmamı, duyguya girmemi ve bir karakter inşa edip onu zaman geçtikçe
dekore etmeyi öğrettiler. Yorum olarak da Zeynep Hoca ilk yaptığım röportajı
çok beğendiğini söylemişti. Bana mesaj atıp, ‘’Eren hakkında çok güzel
konuşmuşsun. Rolünü çok iyi anlayıp içselleştirmişsin’’ demişti. İnanılmaz
mutlu olmuştum o an. Zaten hem Zeynep Hoca hem de Deniz Hoca anda olabildiğimi
söylerlerdi hep. Sınırlarımı zorlamamı sağlarlardı. Zaten Zeynep Hoca kolay
kolay kimseye gidip çok iyisin demez. Anne gibidir ama aynı zamanda zor bir
hocadır. Herkesi çok sever, biri üzüldüğünde ona gidip sarılır. Açık sözlü ve
doğal biridir. Deniz Hoca da her sahnede potansiyelini görmeni sağlar ve
içindeki seni zorlar.
● Kaçınılmaz soruya sorayım artık. Rol arkadaşlarını bir de
senden dinleyelim.
Sırayla gideyim; Melisa çok saf, kalbi inanılmaz temiz
biri. Setteyken onu hep kandırıyordum. Çok seviyorum onu. Keşke herkes onun
gibi olsa, o zaman dünya böyle olmazdı. Su (Kutlu), aramızdaki en tecrübeli
genç isimlerden. Zaten yürüyüşünden de anlarsınız. Dik yürür, kendine
güvenlidir. Açıkçası böyle kızları severim. İkizim var, o da öyle. Su’yu zaten
kardeşime benzetiyorum biraz. Kardeşim Zelal küçükken erkekleri döverdi
(gülüyor). Hayal, bambaşka bir konumda benim için. Kelimelerle bile ifade
edemem. Aynı şekilde Cankat da öyle. Çok komik bir çocuktur. Hayatımda
duymadığım esprileri ondan duyuyorum. Çok çalışkandır ve disiplinlidir. Bazen
onda kalırdım set günleri. Yorgunsam eğer, ‘’Yarın karavanda ezberlerim’’ deyip
yatardım. O ise beni kaldırıp ezberlememi sağlardı. Akın (Akınözü), 26 yaşında,
benden büyük. Bir röportajında benim için olmayan erkek kardeşim demiş.
Gerçekten de öyleyiz. Zaten Yunus ve Eren’in arasının bozulmasına üzülmüştük. O
meşhur doğum günü sahnesinin çekimleri de çok keyifliydi ama (gülüyor). Pınar
Abla aynı zamanda bir öğretmen benim için. Çok sakin, espritüel, komik ve
oldukça da doğal biri. Numan Abi’yi zaten başta anlattım. Muazzam bir adam.
Onun da yeri ayrıdır benim için.
● Bir röportajında Eren’le benzer yanlarının olduğunu ve
aslında çocukluğunu da yansıttığını söylemişsin. Nasıl bir çocukluk geçirdin?
Çocukluk yaşamadım pek açıkçası. Eren’le benzeyen
yanlarımız var. Çok çabuk büyümek zorunda kaldım. Annemle babam ben küçük
yaştayken boşandılar. Baba gittiğinde istemsiz olarak bu evin erkeği benim
düşüncesine giriyorsun. Zaten bu yüzden de kız kardeşime çok düşkünümdür. Annem
daha sonra ikinci evliliğini yaptı Hurşit Baytok ile. Ben hocam derim ona ama
babamdır aslında. Bugünlere geldiysem onun emeği tarif edilemezdir. Bana hep
‘’Sporcu gibi yaşaman, daha olgun olman lâzım’’ derdi. Şu anki disiplinimi onun
sayesinde kazandım. Eren gibi ben de çok erken yaşta olgunlaşmak zorunda
kaldım.
● Zaten dış görünüşün açık etmese 19 yaşında olduğunu
söylemek güç. Bu olgun duruşun içinde arada patlamalar da yaşıyorsundur ama.
Tabii, bazen çok çabuk sinirlenebiliyorum. Alt yapıda
Azrail İdris derlerdi bana (gülüyor). Çok kavgacı bir çocuktum ve sahadaki
gerginliğimle tüm profesyonellik giderdi. En sonunda bir gün internetten
meditasyonlara baktım. Müzik dinlemezken dinlemeye başladım. Balkona çıkıp
nefes egzersizleri yapardım. Sette de bir şey olduğunda arka tarafa gidip 10’a
kadar sayıyorum ve öyle diğerlerinin yanına katılıyorum. Aslan burcuyum,
öfkemden kaybettiğim anlar olmuştur hayatımda. Ancak şu an artık öyle değil
tabii.
Boş bir gününü nasıl değerlendirirsin?
Spor yapıyorum. Çok kilo verdim. Vücuduma bakmayı
seviyorum. Çok sosyal bir yaşamım yok. Sürekli görüştüğüm üç dört dostum
vardır. Onlarla da dışarıda buluşmayız. Yiyeceğimizi, içeceğimizi alıp
birimizin evinde toplanırız. Bence en keyiflisi de o.
‘’Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?’’ sorusuna alışabildin
mi?
(Gülüyor). Arkadaşlarımla Gökçetepe’ye gidip kamp
yaparız. Yakın zamanda da oradayken gelip fotoğraf çekilmek isteyenler oldu.
Benden önce onlar artık havaya giriyor direkt. Biri yaklaştığı an hemen benim
yanımdan kalkıp fotoğraf çektirme potansiyeli gördükleri kişiye akılları sıra
yer veriyorlar (gülüyor). Aramızda bunun esprileri de oluyor. Açıkçası biri
beğenisini gösterdiğinde ya da fotoğraf çekilmek istediğinde tabii ona mutlaka
vakit ayırıyorum. Fakat ilgiye alıştığımı söyleyemeyeceğim. Herhalde hiçbir
zamanda alışamayacağım.
Sosyal medyayla aran nasıl?
Instagram’da daha aktifim, seviyorum da. Snapchat çok
saçma geliyor. Neden her anımı paylaşayım ki? Twitter’da yazmayı sevmiyorum
pek. Bazen burç yorumlarını paylaşıyorum. Burçlardan anlamıyorum ama hoşuma
gidiyor okumak. Zaten Türk kahvesi içtiğimde arada şakasına fincanı kapatıp
anneme fal da baktırırım (gülüyor). Ben de anneminkine bakarım bazen. Yalandan
makara yaparız.
Oyunculukla ilgili şu an önceliklerin neler?
Şu an benim için en önemli şey oyunculuğumla tanınmak.
Arkadaşlarım fiziksel görünüşümden ötürü hep ajansa yazılmamı söylerlerdi. Eğer
sadece bu nedenle beğeniliyorsam buna çok üzülürüm. İyi yerlere gelmek, yabancı
dilimi geliştirmek istiyorum. Sınırlarım yok. Mesela eğer yakışıklılığım ile
beğeniliyorsam çirkin bir karakteri de oynamayı arzu ederim.
KISA KISA
Tüm zamanların en iyi filmi
Intouchables ve Fight Club
Şu sıralar en çok dinlediğin müzisyenler
Intouchables’ın müziklerini de yapan Ludovico Einaudi’nin Una
Mattina adlı şarkısına bayılıyorum. Karayip Korsanları ve Cesur
Yürek filmlerinin şarkılarını da çok severim. Gayda sesi hoşuma gidiyor,
rahatlatıyor beni. Bir de R&B dinlerim.
Takip ettiğin diziler
Kuzey Güney çok hoşuma gitmişti. Kıvanç Tatlıtuğ’un
oyunculuğu bence çok doğaldı, hayranlıkla izledim. Vikings ve The
Originals favorilerim. Aslında The Vampire Diaries’i izliyordum. Ve
oradayken Klaus karakterini sevmiyordum. Ancak herhalde illüzyon etkisi olsa
gerek Klaus ayrılıp The Originals’a transfer olunca ben de The
Vampire Diaries’i izlemeyi bıraktım (gülüyor). Caroline karakterini de çok
beğeniyorum, Hayal’e benzetiyorum bir de.
Kaç dövmen var?
Dört tane var; birinde çok sevdiğim bir dostumun doğum günü
yazılı, o da yaptırmıştı hatta. 13-14 yaşlarındaydık. Bir aslan dövmesi var ama
korkunç (gülüyor). Dövme sanatçısı tanıdıktı ve bizim sayemizde kendini
geliştirdi. Omzumda Griffin var. Özelliğini çok sevmiştim; sessiz, sakin ve iyi
ama tersi de pis. Kolumda bir de ‘Hisset’ yazılı bir dövme var ama bunun
hikâyesini size ayrı anlatayım (gülüyor).
Fotoğrafların devamı için tıklamaya devam ediniz..