Haluk Bilginer: Kendimizi çözemeden öleceğiz

"Aydın film bittikten sonra üzülebilir. Üzülmesin, hepimiz öyleyiz."
● Peki, yıllarca özellikle Londra’da yaşamış biri olarak Türkiye ile İngiltere’yi televizyon yönünden karşılaştırdığınızda tablo nasıl?
İngiltere’de yaşadığım yıllarda sadece dört kanal vardı: BBC One, BBC Two, ITV ve Channel 4. O sırada Türkiye’de en az 30 kanal yayındaydı. Sonra bizim Digitürk’e benzeyen Sky devreye girdiğinde yüzlerce kanal olmaya başladı. Ve bu tablo karşısında BBC hâlâ kalitesini koruyor. Bu kanal için yapılan filmler ve diziler tüm dünyaya satılabiliyor. BBC ülkenin kanalı olduğunu ve halkın parasıyla ayakta durduğunu bildiği için doğru düzgün, kalıcı işler yapıyor. BBC filmi veya dizisi denildiğinde herkes önce ceketini ilikliyor. Fakat diğer kanalların amacı reyting ve reklam. BBC’de ise sıfır reklam vardır. Peki, TRT neden reklam alıyor? Biri bana açıklasın, çok merak ediyorum. Ben zaten vergilerimden TRT’ye bir sürü para vermiyor muyum? Neden özel kanallarla yarışıyorsun? Senin niye reyting derdin var? Sadece kaliteli iş yap ve sus. Bırak reyting kim yaparsa yapsın.
 
● Bu reyting savaşına dâhil olan işlere bakma fırsatınız oluyor mu?
Maalesef hayır. Ben yıllardır kendi yaptığım işlere bile bakmadım. Zaten uzun süredir yapmıyordum da. Genellikle gece yarısından sonra televizyon izliyorum. Kaçırdığım bir tartışma veya haber programı varsa ona bakıyorum. Sonra herkesin söylediği gibi “Ben sadece National Geographic belgeseli izliyorum” değil de, Nat Geo Wild, History Channel ve diğer belgesel kanallarını dolaşıyorum veya müzik dinliyorum. Yalnız yerli dizilere bakamadığımı gururla söylemiyorum. Benim cehaletime verin. Fakat izleyemiyorum.
 
● Aslında uzun zamandır Türkiye’de dizi yapamadığınız için teklifler de çoktur.
Evet geliyor ama yapamıyorum. Burada değilim çünkü. Türkiye’de dizi yaparım, çok da seviyorum.
 
● Türkiye’de dizi yaparım deyince yakın zamanki talihsiz haber ve yorumlar geldi aklıma.
Ooo saçma sapan bir durum oldu orada. Ertesi gün Cengiz Semercioğlu aradı beni, “Özür dileriz, hemen düzeltelim yanlışlığı” diye. Fakat keşke beni o konseyi yapmadan arasaydı. Bir de “Ne ayıp!” demişlerdi. Gazetecilik diye bir şey kalmadı mı? Merak etmek, sormak veya araştırmak yok mu? Neyse canları sağolsun artık, Cengiz Semercioğlu’nun bu şekilde araması da hoş bir telafi.
  
● Sizinle yapılan röportajlarda genelde dikkat ediyorum günlük hayattaki Haluk Bilginer kısmı boş kalıyor. Aslında bilmiyoruz o anlamda sizi. Güne nasıl başlarsınız, o gün nasıl geçer? Ne tür müzik dinlersiniz?
Günlük yaşıyorum. Bir hafta sonra ne yapacağımı düşünmüyorum. Bunu düşünürsem hiçbir şey yapamam. Alkolikler böyle yaparmış galiba. Son 30 yıldır içmese de “Bugün içmeyeceğim” diye güne başlarlarmış. Ben de öyleyim (gülüyor). Doğayı çok seviyorum. Balkon veya bahçem varsa çiçeklerim böceklerim, köpeklerim, kuşlarımla vakit geçiriyorum. Şehri çok sevmiyorum. Toprağı ve ona bağlı yaşayanları seviyorum. Onlar sahici ve samimi, diğerleri değil.
 
● Peki, söz konusu kültür sanat olduğunda hangi yazarı okumaktan keyif alırsınız?
Denemeleri çok severim. Felsefi olan, bizim yaşadığımız ve bildiğimiz ama tam da çözemediğimiz şeyleri didikleyen kitapları, yazıları okumaktan keyif alıyorum. Çok fazla senaryo ve oyun okuyorum. Bu nedenle bazen “Keşke vaktim olsa da roman okusam” diyorum. Çünkü roman biraz lüks gibi geliyor bana artık.
 
● Peki, ya müzik? Sanki ağırlıklı olarak caz ve klasik müzik dinliyormuşsunuz gibi geliyor.
Hep türü severim ama söz konusu bu ikisi olduğunda cazdan ziyade klasik diyebilirim (gülüyor). Güzel bestelenmiş ve ruhumu harekete geçiren her müzik bana uygun. Türk müziği ve arabeski çok severim. Tabii yerine göre ve ne olduğuna bağlı. Klasiği sevdiğimi söyledim ama sevmediklerim de var. “Çok gıygıy, şunu kapatın” dediğim de olur (gülüyor). Mozart’a bayılırım, muazzam bir dahidir benim için. Rock çok severim. Queen ve Pink Floyd dinlerim.
 
● Sinemaya gelelim; son zamanlarda izlediğiniz filmlerden favoriniz hangisi?
‘Room’; o anne ile oğul beni çok etkiledi. Çok güzel bir film. Özellikle takip ettiğim bir ülke sineması, yönetmen veya oyuncu yok. Fakat Türkiye’den mesela Onur Ünlü’nün filmlerini çok merak ederim. Oynadım da, yakın zamanda vizyona girecek; ‘Kırık Kalpler Bankası’. Onur’un ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ adlı filmini çok sevdim. Muhteşem! Bence bir başyapıttır. 50 yıl sonra da seyredilecektir. Onur’un kafasını çok seviyorum. ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ filminde her karakterin insanüstü güçleri vardır. Ama hiç kimse insani sıkıntılardan muaf değildir. Adam ölemiyor mesela, derdi bu. Biri duvarın içinden geçiyor ama sevdiği kıza yaklaşamıyor. Sevdiği kız ise eşyaları hareket ettiriyor ama yine mutsuzlar, bir sıkıntıları var. Nuri Bilge Ceylan ile de ‘Kış Uykusu’nda büyük bir keyifle çalıştım. Çok iyi bir deneyimdi benim için. Senaryoyu da ortaya çıkan filmi de çok sevmiştim zaten.
 
● Nuri Bilge Ceylan deyince aklıma o muazzam Aydın portresi geldi. Bugüne kadar oynadığınız tüm karakterler şu an burada, karşınızda olsa hangisiyle ne hakkında konuşurdunuz?
Siz Aydın dediniz, ben de ondan devam edeyim. Aydın’ı karşıma alıp “Aydın sen çok haklısın, hiç üzülme kardeşim” derdim. ‘Kış Uykusu’, çok namuslu bir senaryoya sahiptir. Çuvaldızı kendine batırmaktan kaçınmamış ve kimsenin tarafını tutmamıştır. Aydın film bittikten sonra üzülebilir. Üzülmesin, hepimiz öyleyiz.
 
● Peki, aralarından sizde özel yere sahip olan hangisi?
“Hepsi benim evladım, ayıramam ki” saçmalığına girmeyeceğim ama her birini severek oynadım. Tabii ki trafik kazaları olmuştur hayatımızda. Ben de yaptım; keşke yapmasaydım ama sorumluluğunu da kabul ediyorum. Oyuncunun da böyle olması gerekir. Hitler’i oynarken bile onu sevmek zorundasınız. Hitler’in haklı olduğunu düşünerek oynayacaksınız ki seyreden dehşete düşsün. Öbür türlü “Ben Hitler’e biraz dışarından bakayım” dersiniz. E, dışarıdan bakacaksan da git evinden bak. Alman’ın üstün ırk olduğunu ve Yahudiler’in ölmesi gerektiğini düşün ve öyle oyna. O zaman ben senden nefret ederim. Adam bir Nazi kampında 1500 Yahudi’yi öldürdükten sonra akşam evine giderek Beethoven dinleyip ağlıyor. İşte bunu göstermek çok daha sahici ve bir o kadar da korkunçtur.
 
● ‘Downfall’ filmi bu dediğinize harika bir örnek. Bruno Ganz tıpkı söylediğiniz gibi bir Hitler portresi çizmişti.
Bruno Ganz; ne oyuncudur namussuz! (gülüyor). Çok severim. Hitler’i de şahane oynadı. İşte, oyunculuk öyle bir şey.
  
● Peki, “karaktere hazırlanma” olgusuna inanıyor musunuz?
Aaa, doğru söylediniz; bir de tabiri caizse öyle geyikler vardır. “Rolüm için altı ay delilerle yaşadım” der. Kardeşim aklını mı oynattın? Senin gözlemin yok mu? Size hemen bir örnek vereyim. Yıllar önce Oyun Atölyesi’nde ‘Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü’ adında bir oyun oynadık. Ben de tanrıyı canlandırıyordum. Sizce ön hazırlığımı nasıl yapmalıydım? “Altı ay tanrıyla yaşadım” mı deseydim? Senin yorumun önemli orada. Ben hiç adam öldürmedim, katili nasıl oynayacağım? Sıcak bir yaz günü, çok da yorgunsun ve hafif bir meltem esiyor. Seni bir sivrisinek gelip rahatsız ediyor ve çat! Katilsin, işte buyur oyna.
 
● Haluk Bilginer denildiğinde anahtar kelimelerin başında zarafet gelir herhalde. Hiç yönetmene bağırdığınız, sette sinirlendiğiniz anlar olmuyor mu?
Benim derdim kendimle. Yönetmen kendi işini yapıyor. Fakat üslup diye bir şey var. Onun ayarı kaçarsa o zaman anlaşamayız. Ben kendime sürekli kavga ederim ve herkese de hararetle tavsiye ederim. Bunu yapmasanız ilerleyemezsiniz. Geçenlerde de söyledim; “Ben kendimle çok barışığım” lafını anlayamam. Niye barışıksın? Kendinle kavga etmiyor musun hiç? Öfke de bir enerjidir. Cinayet de işletir, tiyatro salonu da yaptırır insana. Ben öfkeyle yaptım Oyun Atölyesi’ni. Çünkü Türkiye’de tiyatro salonu yok. Bu yönden öfkenin olumlu etkisi de olabiliyor.
 
● O zaman sizdeki bu öfke hiç bitmesin.
(Gülüyor). Ben bu sayede kendimi aşmak istiyorum sürekli. O yüzden hatta geçmişe göre daha heyecanlıyım. Fakat acı bir gerçeğin de farkındayım. En iyi oyunumu oynayamadan öleceğim bir gün. Hiçbiri en iyisi olmayacak ki! Ömür yetmez. Âdem 350 yıl yaşamış zırvalıklarını boşverin. Evren bazında düşünecek olursak 100 yıl bileo kadar kısa bir zaman ki insan ömründe.
 
● Son olarak sizden bir soru isteyeceğim. Bugüne kadar yüzlerce soru yanıtladınız röportajlarda. Kendinize bugün sorduğunuz, üzerine kafa yorduğunuz ama cevabını alamadığınız soru nedir?
Kendimizi ne zaman tanıyacağız? Tanıyamadan öleceğiz. Cevabını da verdim şimdi (gülüyor). Sizi tanımak çok kolay. Daha doğrusu tanıdığımı sanacağım. Mesela Cansu Uras denildiğinde “Geldi, çok keyifli bir röportaj yaptık; tanıyorum kendisini” diyeceğim. Yalan! Tanıyorum kelimesi nedir? Cismen gördüm ve bir daha yüzünü görürsem tanırım demektir. Ben kendimi tanımıyorum, sizi nasıl tanıyacağım? Gerçek anlamını çözebilmiş değiliz bu kelimenin. Ve biz kendimizi çözemeden öleceğiz.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER