Belki de bu hikaye Ruhumun Aynası!

Belki de bu hikaye Ruhumun Aynası!
Fox Tv yaz aylarında Ruhumun Aynası adında bir dizi yayına aldı. Diziyi izleyen amatör profesyonel bütün gözler hikâyenin akışı ve teması sebebiyle yayın tarihinde hata yapıldığını bölümün ilk 30 dakikasında anlayıp konuşmaya başlamıştı. Ne yazık ki bu tezi seslendirenler yanılmadı ve Ruhumun Aynası yedinci bölümde ekrana veda etti. Elbette dizinin tek defosu yayın tarihindeki planlama hatası değildi ama ilgi gösterecek seyircinin ekran başında olmaması hikâyenin tutunmasını hayli zorlaştırdı. Kısaca Ruhumun Aynası Tuba Ünsal ve Filiz Ahmet önderliğinde deneyimli oyuncularla desteklenmiş kadrosu, temiz rejisi, namuslu hikayesiyle ekran tarihinin tozlu raflarından önce kalbinizdeki yerini aldı.

İnci Hanım’ın dram yüklü sesinden eğlenceli sözler duymak, üzülmem gereken yerde güldüğüme utanmak, Nezaket Hanım’ın dantelle ve hüzünle donatılmış evini görmüş olmak, Altan’ın şahane sesinden dolayı aşkın onu düşürdüğü hastalıklı haline bir türlü kızamamak, Yurdagül Hanım’ın sesinden iğneye ipliği takamayışını dinlemek öyle güzeldi ki... Bazı hikâyeler tam da biterken başlar. Dizi yayından kaldırıldıktan kısa bir süre sonra senaryonun roman olacağı duyuldu.Biz de ülkemizde ilk kez gerçekleşen bu tersine yolculuğun kahramanı senaryo yazarı Zehra Çelenk ile konuştuk.

Dizi oyuncuları toplu halde basın tanıtımı için poz verirlerken


Ruhumun Aynası'nın bence anlatacak daha çok hikayesi varken yarım kalması hepimizi çok üzdü. Herkesi heyecanlandıran bu senaryodan romana geçiş fikrinin ortaya çıkış hikayesinden söz eder misiniz?
Evet, “güme gitti güzelim dizi!”: Diziyi sevenlerden en çok duyduğum cümle bu. Daha usturuplu söylersek, büyük bir inançla ve sevgiyle yola çıktı; yayın zamanlamasından başlayan türlü talihsizlikle karşılaşarak, erken bitti. Dizi bitti ama anlatacakları bitmedi. Bu hikayenin yolculuğunun süreceğini hissediyordum. Bazı hikayelerde bir tılsım olduğuna, onların da kendi başlarına bir hayatının/yazgısının olduğuna bir parça inanıyorum. Yani anlatılacak hikaye kafada durmuyor!

Dizinin bitiminden birkaç gün sonra Artemis Yayınevi’nden hikayeyi romanlaştırmaya dair bir teklif geldi. Bu hissimle de örtüşerek beni heyecanlandırdı bu güzel ve yenilikçi teklif, hemen kolları sıvadım roman için.
 
● Dizi senaryosu ile başlayan ve roman olarak devam eden Ruhumun Aynası’nı kaleme alırken, yazma konusunda bir lezzet farkı yaşadınız mı? 
Bir kere büyük bir heyecan. Dünyada örnekleri var ama bizde bildiğim kadarıyla ilk kez böyle bir şey yapılıyor; diziden romana ilk kez gidiliyor yani.

Radyo, Televizyon ve Sinema eğitimi aldım, küçük yaşlardan beri edebiyatla da iç içeyim. Bir hikaye türlü yollardan anlatılabilir: Dizi olur, roman olur, tiyatro oyunu, sinema filmi olur.... Dil, anlatım, olanaklar, teknikler birbirinden çok farklıdır ama tüm bunlar dramanın temelleri bakımından bazı benzerlikler de gösterir. Aslolan iyi kurulmuş, hayata dokunan bir meselesi, sürdürülebilir bir ana çatışması, inandırıcı karakterleri olan bir hikayedir.

● Bu süreçte yani yazarken yaşadığınız duyguları nasıl tanımlarsınız?
Yazarken hissettiklerime gelince... Dizi senaryosu yazmak da, roman yazmak da yoğun çalışma isteyen, belli bir adanma gerektiren süreçler. Aşka benzer bir yanı var bu anlamda, bir süreliğine de olsa gelip hayatının baş köşesine oturuyor. Yorucu işler ama yazmanın meditatif bir yanı da olduğu için, bedensel sınırlarınıza dayanmadığınız sürece, bu yorgunluk zevkli. Esas yıpratıcı olabilen kısım, mesela televizyonda işin kendisinden çok işleyişine dair sıkıntılar oluyor. Bizde reytingler, süren hikayenin seyrini doğrudan ve çok hızlıca etkileyebiliyor mesela. O hız içinde sürekli olarak hem üretip hem de işin işleyişinden kaynaklanan dengeleri gözetme, yapıyı bir arada tutma, saçmalıkları, savrulmaları önleme zorunluluğu var. Kulağa geldiğinden daha zor.

Romandaysa tabii yine okunurluk temel bir kıstas ama televizyona oranla daha özgürsünüz. Ama ben “esas aşkım edebiyat ve sinema, televizyon sadece para kazandığım yer” gibi keskin ayrımlara inanmıyorum. İnsanlara böyle yaklaşmadığım gibi işlere de böyle yaklaşmıyorum. Özetle süreçler çok farklı ama severek yapılıyorsa, ikisi de hem zor, zahmetli hem de buna değecek ölçüde keyifli süreçler. Öyle büyük bir emek ki, sevilmeden yapılmasını hiç tavsiye etmem zaten. Galiba yapılamaz da.
 
● Dizideki oyuncuları ve oyunculuklarını çok sevdiğim için, romanı onları hayal ederek  okumak keyifli olacak. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yazarken bu konu hakkında kaygılar yaşadınız mı?
Bu konu zihnimi başlarken meşgul etti ama fazla kaygılanmadım. Başta dediğim gibi, bir dizinin romana dönüşmesi bizde ilk kez yapılan bir şey. Bunun okur açısından kestirilemeyen sonuçları da işin heyecanına dahil bir şey. Hem yarım kalan bir hikayenin tamamlanma yolculuğu hem de hikayenin “görünmeyen” ve yalnızca roman diliyle, roman formunda anlatılabilecek yanları… Bu yolculuğu ben böyle görüyorum.

● Acaba okuyucu diziyi izleyip, kitabı öyle okusun diye geçiyor mu içinizden?
Dizinin güzel ve güçlü bir oyuncu kadrosu vardı ve oyuncularımız senaryoya, karakterlerine çok inanarak kabul ettiler projeyi. O inanma ve örtüşme hali de izleyiciye geçiyor elbette. Diziyi bilen, seven okuyucunun da, hiç bilmeyenin de başımızın üstünde yeri var diyeyim! Diziyi izleyenin hikayenin devamını merak ederek romanı okumak istemesi gayet olağan, istenilen bir şey. Ama hiç izlememiş olup kitabı alana da “önce git diziyi izle bence” demem.  Dizi ve roman, birbirini tamamlayan ama birbirinin ön şartı olmayan şeyler bu çalışma açısından.
 
● Romanı dizinin devamı olarak düşünebilir miyiz? Karakterlerin merak ettiğimiz geçmişlerini ve sorularımızın cevaplarını kitapta bulacak mıyız?
Dizide izlediğiniz kısım romanda da olacak ama hikayenin devamı da var elbette. Ayrıca, sürpriz olacağını düşündüğüm, tamamen romana özgü olaylar da var. Karakterlerin geçmişleri de, soruların cevapları da, yeni sorular ve onların cevapları da olacak.

● Yeni karakterler de olacak mı kitapta?
Evet. Bu konuda çok bilgi verip sürprizi bozmak istemem ama çok önemli bir yeni karakter olacak.

● Ruhumun Aynası’nın senaryosunu yazarken, hiç aklınızdan roman olarak yazma fikri geçmiş miydi?
Yazarken aklımdan bir- iki kez geçti bu. Ruhumun Aynası roman olmaya da yatkın bir hikaye. Ayrıca, dediğim gibi, aslolanın hikaye olduğuna, iyi bir hikayenin türlü biçimlerde sürdürülebileceğine inanıyorum. Uzun uzun üstünde durabildiğim bir fikir değildi ama…  Çok yoğun bir yazma süreciydi ve o an öncelik dizideydi.
 
● Ruhumun Aynası benim için "Mahalle Dizisi" değil, "Kadın Hikayeleri" anlatan, kadın-erkek herkesin “Aşk” yaşadığı, sevgi dolu bir diziydi. Herkes aşk için yaptığı tercihlerin sonuçlarını yaşıyordu. Sizin diziyi yazarken asıl anlatmak istediğiniz ve vermek istediğiniz duygu neydi? Kitapta da yine aynı amac devam edecek mi?
Yola çıkış noktam, otuzlu yaşlar kadınını, zıtlıklarıyla birbirini tamamlayan iki kadının hikayesi üzerinden anlatmaktı. Hikayenin önemli bir yeniliği de, psikiyatri, psikoterapi gibi toplumun geniş bir kesimine halen kısmen yabancı kavramları mahalle kültürüne taşımaktı. Bu öğeler kendiliğinden, doğal biçimde bir melez türde birleşti. Su akıp yatağını buldu yani. Mahalle dizilerinin bazı özelliklerini de taşıyan, komedinin baskın olduğu ama yer yer dram öğeleri de barındıran bir kadın hikayesi çıktı ortaya.

Tespitiniz çok doğru, bu hikayenin temelinde sevgi var. Hayatın tüm planları alt üst eden sürprizleri ve ruhumuza ayna tutan zıtlıklar üstüne bir hikaye. Hayata, yeniliğe, farklı olana açık olmanın ve sevginin en beklenmedik koşullarda bile güzellik getirebileceği duygusunu vermek istedim. Roman için de amacım bu.

● Ruhumun Aynası’nı film olarak çekmek isteyen olur mu dersiniz? Bunun hayalini kuralım mı?
Neden olmasın?  Hikaye samimi ve bereketli, filme dönüşmeye de çok uygun.
 
● Bize zaman ayırdığınız için eşekkür ederim.
Bu güzel röportaj için ben teşekkür ederim.
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER