Fox Tv yaz aylarında
Ruhumun Aynası adında bir dizi yayına aldı. Diziyi izleyen amatör profesyonel bütün gözler hikâyenin akışı ve teması sebebiyle yayın tarihinde hata yapıldığını bölümün ilk 30 dakikasında anlayıp konuşmaya başlamıştı. Ne yazık ki bu tezi seslendirenler yanılmadı ve
Ruhumun Aynası yedinci bölümde ekrana veda etti. Elbette dizinin tek defosu yayın tarihindeki planlama hatası değildi ama ilgi gösterecek seyircinin ekran başında olmaması hikâyenin tutunmasını hayli zorlaştırdı. Kısaca
Ruhumun Aynası Tuba Ünsal ve Filiz Ahmet önderliğinde deneyimli oyuncularla desteklenmiş kadrosu, temiz rejisi, namuslu hikayesiyle ekran tarihinin tozlu raflarından önce kalbinizdeki yerini aldı.
İnci Hanım’ın dram yüklü sesinden eğlenceli sözler duymak, üzülmem gereken yerde güldüğüme utanmak, Nezaket Hanım’ın dantelle ve hüzünle donatılmış evini görmüş olmak, Altan’ın şahane sesinden dolayı aşkın onu düşürdüğü hastalıklı haline bir türlü kızamamak, Yurdagül Hanım’ın sesinden iğneye ipliği takamayışını dinlemek öyle güzeldi ki... Bazı hikâyeler tam da biterken başlar. Dizi yayından kaldırıldıktan kısa bir süre sonra senaryonun roman olacağı duyuldu.Biz de ülkemizde ilk kez gerçekleşen bu tersine yolculuğun kahramanı senaryo yazarı Zehra Çelenk ile konuştuk.
Dizi oyuncuları toplu halde basın tanıtımı için poz verirlerken
● Ruhumun Aynası'nın bence anlatacak daha çok hikayesi varken yarım kalması hepimizi çok üzdü. Herkesi heyecanlandıran bu senaryodan romana geçiş fikrinin ortaya
çıkış hikayesinden söz eder misiniz?
Evet,
“güme gitti güzelim dizi!”: Diziyi
sevenlerden en çok duyduğum cümle bu. Daha usturuplu söylersek, büyük bir
inançla ve sevgiyle yola çıktı; yayın zamanlamasından başlayan türlü
talihsizlikle karşılaşarak, erken bitti. Dizi bitti ama anlatacakları bitmedi.
Bu hikayenin yolculuğunun süreceğini hissediyordum. Bazı hikayelerde bir tılsım
olduğuna, onların da kendi başlarına bir hayatının/yazgısının olduğuna bir
parça inanıyorum. Yani anlatılacak hikaye kafada durmuyor!
Dizinin
bitiminden birkaç gün sonra
Artemis Yayınevi’nden hikayeyi romanlaştırmaya dair
bir teklif geldi. Bu hissimle de örtüşerek beni heyecanlandırdı bu güzel ve
yenilikçi teklif, hemen kolları sıvadım roman için.
● Dizi senaryosu ile başlayan ve roman olarak
devam eden Ruhumun Aynası’nı kaleme alırken, yazma konusunda bir lezzet farkı
yaşadınız mı?
Bir
kere büyük bir heyecan. Dünyada örnekleri var ama bizde bildiğim kadarıyla ilk
kez böyle bir şey yapılıyor; diziden romana ilk kez gidiliyor yani.
Radyo,
Televizyon ve Sinema eğitimi aldım, küçük yaşlardan beri edebiyatla da iç
içeyim. Bir hikaye türlü yollardan anlatılabilir: Dizi olur, roman olur, tiyatro
oyunu, sinema filmi olur.... Dil, anlatım, olanaklar, teknikler birbirinden çok
farklıdır ama tüm bunlar dramanın temelleri bakımından bazı benzerlikler de
gösterir. Aslolan iyi kurulmuş, hayata dokunan bir meselesi, sürdürülebilir bir
ana çatışması, inandırıcı karakterleri olan bir hikayedir.
● Bu süreçte yani yazarken yaşadığınız duyguları nasıl tanımlarsınız? Yazarken
hissettiklerime gelince... Dizi senaryosu yazmak da, roman yazmak da yoğun
çalışma isteyen, belli bir adanma gerektiren süreçler. Aşka benzer bir yanı var
bu anlamda, bir süreliğine de olsa gelip hayatının baş köşesine oturuyor.
Yorucu işler ama yazmanın meditatif bir yanı da olduğu için, bedensel
sınırlarınıza dayanmadığınız sürece, bu yorgunluk zevkli. Esas yıpratıcı olabilen
kısım, mesela televizyonda işin kendisinden çok işleyişine dair sıkıntılar oluyor.
Bizde reytingler, süren hikayenin seyrini doğrudan ve çok hızlıca
etkileyebiliyor mesela. O hız içinde sürekli olarak hem üretip hem de işin
işleyişinden kaynaklanan dengeleri gözetme, yapıyı bir arada tutma,
saçmalıkları, savrulmaları önleme zorunluluğu var. Kulağa geldiğinden daha zor.
Romandaysa
tabii yine okunurluk temel bir kıstas ama televizyona oranla daha özgürsünüz. Ama ben “esas aşkım edebiyat ve sinema,
televizyon sadece para kazandığım yer” gibi keskin ayrımlara inanmıyorum.
İnsanlara böyle yaklaşmadığım gibi işlere de böyle yaklaşmıyorum. Özetle
süreçler çok farklı ama severek yapılıyorsa, ikisi de hem zor, zahmetli hem de
buna değecek ölçüde keyifli süreçler. Öyle büyük bir emek ki, sevilmeden yapılmasını
hiç tavsiye etmem zaten. Galiba yapılamaz da.
● Dizideki oyuncuları ve oyunculuklarını çok
sevdiğim için, romanı onları hayal ederek
okumak keyifli olacak. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yazarken
bu konu hakkında kaygılar yaşadınız mı?
Bu
konu zihnimi başlarken meşgul etti ama fazla kaygılanmadım. Başta dediğim gibi,
bir dizinin romana dönüşmesi bizde ilk kez yapılan bir şey. Bunun okur
açısından kestirilemeyen sonuçları da işin heyecanına dahil bir şey. Hem
yarım kalan bir hikayenin tamamlanma yolculuğu hem de hikayenin “görünmeyen” ve
yalnızca roman diliyle, roman formunda anlatılabilecek yanları… Bu yolculuğu
ben böyle görüyorum.
● Acaba okuyucu diziyi
izleyip, kitabı öyle okusun diye geçiyor mu içinizden?
Dizinin güzel ve güçlü bir oyuncu kadrosu vardı
ve oyuncularımız senaryoya, karakterlerine çok inanarak kabul ettiler projeyi.
O inanma ve örtüşme hali de izleyiciye geçiyor elbette. Diziyi
bilen, seven okuyucunun da, hiç bilmeyenin de başımızın üstünde yeri var
diyeyim! Diziyi izleyenin hikayenin devamını merak ederek romanı okumak
istemesi gayet olağan, istenilen bir şey. Ama hiç izlememiş olup kitabı alana
da “önce git diziyi izle bence” demem.
Dizi ve roman, birbirini tamamlayan ama birbirinin ön şartı olmayan
şeyler bu çalışma açısından.
● Romanı dizinin devamı olarak düşünebilir
miyiz? Karakterlerin merak ettiğimiz geçmişlerini ve sorularımızın cevaplarını kitapta
bulacak mıyız?
Dizide
izlediğiniz kısım romanda da olacak ama hikayenin devamı da var elbette.
Ayrıca, sürpriz olacağını düşündüğüm, tamamen romana özgü olaylar da var.
Karakterlerin geçmişleri de, soruların cevapları da, yeni sorular ve onların
cevapları da olacak.
● Yeni karakterler de olacak mı kitapta?
Evet.
Bu konuda çok bilgi verip sürprizi bozmak istemem ama çok önemli bir yeni
karakter olacak.
● Ruhumun Aynası’nın senaryosunu yazarken,
hiç aklınızdan roman olarak yazma fikri geçmiş miydi?
Yazarken
aklımdan bir- iki kez geçti bu. Ruhumun Aynası roman olmaya da yatkın bir
hikaye. Ayrıca, dediğim gibi, aslolanın hikaye olduğuna, iyi bir hikayenin
türlü biçimlerde sürdürülebileceğine inanıyorum. Uzun uzun üstünde durabildiğim
bir fikir değildi ama… Çok yoğun bir
yazma süreciydi ve o an öncelik dizideydi.
● Ruhumun Aynası benim için "Mahalle Dizisi" değil, "Kadın Hikayeleri" anlatan, kadın-erkek herkesin “Aşk” yaşadığı, sevgi dolu bir
diziydi. Herkes aşk için yaptığı tercihlerin sonuçlarını yaşıyordu. Sizin
diziyi yazarken asıl anlatmak istediğiniz ve vermek istediğiniz duygu neydi?
Kitapta da yine aynı amac devam edecek mi?
Yola
çıkış noktam, otuzlu yaşlar kadınını, zıtlıklarıyla birbirini tamamlayan iki
kadının hikayesi üzerinden anlatmaktı. Hikayenin önemli bir yeniliği de,
psikiyatri, psikoterapi gibi toplumun geniş bir kesimine halen kısmen yabancı
kavramları mahalle kültürüne taşımaktı. Bu öğeler kendiliğinden, doğal biçimde bir
melez türde birleşti. Su akıp yatağını buldu yani. Mahalle dizilerinin bazı
özelliklerini de taşıyan, komedinin baskın olduğu ama yer yer dram öğeleri de
barındıran bir kadın hikayesi çıktı ortaya.
Tespitiniz çok doğru, bu hikayenin temelinde
sevgi var. Hayatın tüm planları alt üst eden
sürprizleri ve ruhumuza ayna tutan zıtlıklar üstüne bir hikaye. Hayata, yeniliğe,
farklı olana açık olmanın ve sevginin en beklenmedik koşullarda bile güzellik
getirebileceği duygusunu vermek istedim. Roman için de amacım bu.
● Ruhumun Aynası’nı film olarak çekmek
isteyen olur mu dersiniz? Bunun hayalini kuralım mı?
Neden
olmasın? Hikaye samimi ve bereketli,
filme dönüşmeye de çok uygun.
● Bize zaman ayırdığınız için eşekkür
ederim.
Bu
güzel röportaj için ben teşekkür ederim.