Beyazcam'da
taşkın, deli dolu, divane âşık bir Karadeniz erkeğine can veriyor. Ancak
‘İnadına Aşk’la ilgili güzelleme yazısından sonra röportaj talebinde bulunduğum
ve o meşhur, özetsiz 160 dakikalık bölümün çekimleri arasında tanıştığım insan,
gülümsemesi, tevazusu ve deyim yerindeyse yüce gönüllülüğü ile ekrandakine
tamamen kontrast biri. “Hayranlarınızdan mesaj aldım, sevgiliniz var mı diye
merak ediyorlar” dediğimde, beklemediğim bir anda “Sevgilim yok, yazabilirsiniz”
diyecek kadar da dobra. Çünkü tüm yorgunluğuna rağmen “Şu kadar saat setteydim,
aslında çok da yorgunum” gibi cümleler sarf etmeyen (ki etmesi de çok normal
olurdu) ve setten çıkıp evine giderek bir saat soluklandıktan sonra röportaj
için karşıma geçen kişi kendi deyimiyle artist değil, aktör.
Yedi yıldır
bu sektörün içinde. Müşfik Kenter gibi ölümsüz bir ustadan aldığı eğitimini
temel yapan Vurdem, Reha Erdem’in dünya festivallerini gezmiş filmi ‘Jin’de rol
alarak, ‘Şubat’ dizisinde hem yeraltı dünyasında kendine yer bulmuş hem de
‘Onur Ünlü Kafası’ ile tanışarak bu temeli güçlü yapılarla desteklemiş. Kanımca
ekranın en sıcak ve samimi işi olan ‘İnadına Aşk’taki Çınar Barutçu
karakterinden bir tipleme yaratmakla meşgul şu sıralar. Kendisi sürekli dile
getiriyor ama ben de belirteyim; Vurdem Karadenizli değil. Ancak röportaj için
buluştuğumuzda siparişi çay olunca ‘’Burada bile bir Karadenizli havası var’’
demeden edemiyorsunuz. Ekrandaki gibi ‘ağır abi’ ceketleri giyen biri değil,
aksine siyah deri ceketiyle sportif bir tarza sahip. Bir de her ne kadar sert
bir yüz ifadesi olsa da onunla ilgili yaptığım çok küçük bir güzel yorumda bile
anında utanıyor. Büyük ihtimalle hiçbir zaman da bu yorumları hak etmediğini
düşünecek. Kendi deyimiyle hayatın her dokusunu cebe atarak yoluna devam ediyor.
Onun için bir kişinin sigara yakışı veya çay içişi bile önemli. Bu da yurt dışı
hayalleri kuran Vurdem’in hedefinin basamaklarını oluşturuyor. Bana
bırakırsanız röportaj izlenimlerimi aktarmaya devam edebilirim ama sözü
Vurdem’e bırakıyorum.
Haftaya yayınlanacak 32. bölümden sonra Çınar'a veda ediyoruz...
● ‘İnadına Aşk’ı kabul etmenizde en çok ne etkili
oldu?
En önemli
faktör Osman Sınav’dı. Böyle güçlü ve usta bir isim ‘İnadına Aşk’ın başında
olunca zaten iyi bir iş çıkacağını öngörebiliyorsunuz.
● Osman Sınav’ın daha önce bu türde bir iş
yapmaması sizi endişelendirmedi mi?
Yönetmenlik
yelpazesi çok geniş olduğu için böyle bir endişem olmadı. Baktığınızda ‘Uzun
Hikâye’ de onun tarzına paralel bir yapım değildi ama harika bir iş çıkardı.
● Hikâye keyifli ve siz de bunun kadar kabına sığmaz
bir karakter canlandırıyorsunuz.
Evet,
Çınar’ı ilk okuduğumda hoşuma gitmişti zaten. Çok keyifli bir karakter.
“Kendime göre modifiye edersem daha güzel olur” dedim ve soluğu Trabzon’da
aldım. Bir iki gün orada kalarak halkı gözlemledim. Ve sonucunda da şu an
izlediğiniz karakter inşa edildi.
● Çınar ilk bölümlerde deyim yerindeyse ‘ağır abi’
iken sonra bir tutukluk geldi. Fakat şimdilerde yine açılmış durumda.
Aşk kimin
hayatına girse onu sağlam bir şekilde sallar ve tabii Çınar da bundan nasibini
aldı. Sonrasında ise tekrar geri açıldı. Âşık olduğu kızla da evlendi ve tekrar
yerine oturdu gibi bir durum oldu. Hareketlerinde bir durulma oldu ama adam ilk
âşık olduğunu söylediğinde bile çevresindeki pek çok kişi inanamadı. Aşk onu
öyle bir adam yaptı. Ancak yine de özünden herhangi bir şey kaybetmedi ve aynı
şekilde devam etti.
● Çınar sayesinde oyunculuğunuzla ilgili
keşfettiğiniz bir yönünüz oldu mu?
Açıkçası
insan kendini bilirse yeni bir yeteneğini keşfetme gibi bir durum olmuyor. Ben
de kendimi biliyorum. Çınar’ın dans etmek için alanı geniş. İleri doğru 10 adım
atarken, 20 adım da geri gidebilir. Çember daha da genişlese o zaman çok daha
farklı bir karakter ortaya çıkar.
● Peki, karakterin gelişiminde sizi ne şaşırttı?
Herkesin bir
hesaplaması, matematiği var. Senaryoda okuyup bakıldığında “Aaa… Burada bunu
niye böyle yaptı?” diyorsunuz ama tabii ileride anlıyorsunuz. Oysaki onun bir
alt metni var. Orada kurulan bacaklar bir iki bölüm sonraki altyapıyı tutuyor.
İlk başta saçma geliyor ama ileride dengeleniyor. Senaristlerimizin de işi zor
tabii ki. Onlara güveniyorum.
● Çınar gibi tatlı sert mizaçlı bir karakter üç
kadına emanet. Burada o feminen dokunuşu nerede hissediyorsunuz?
Onlar
hayallerinde bir karakter yaratıyor. Onu çıkarıyorlar ve ben de erkek olarak
tamamlıyorum onu. Güzel bir sonuçla karşılaşıyoruz. Senaristlerimizden biri
Trabzonlu. O da güzel bir çeşni katıyor. Ben de onların oluşturduğu metindeki
Çınar’ı bir daha yoğuruyor ve ekranda görüleni yaratıyorum.
● Gözlem gücünüz de etkili oluyordur tabii.
Hayatta
zaten her şeyden alıp cebinize koymanız gerekir. Pek çok usta oyuncuyla
ahbaplığım var. Aralarından biri 60 yaşında bir karakteri canlandırmıştı ve ona
yaratım sürecini sormuştum. Askerdeyken karşılaştığı bir adam onun ilham
kaynağı olmuş. Şimdi o karakteri gerçekçi olmayan, yapmacık bir şekilde
yaratmaya çalışsanız bu yanlış olur. Oranın kültürünü, mekânı, insanını
dinlemeniz gerekir. Oradaki insanın çay tutuş şekli veya sigara yakışı bile
farklıdır. Okuldayken hocamız Müşfik Kenter bize Antonius’u çalıştırırken “Sen
onun yerinde olsaydın ne yapardın?” derdi. İşte, bu sorunun cevabıyla karakteri
yarattığınızda o zaman fırına verdiğiniz kek de hem lezzetli hem de kabarık
olur.
● Müşfik Kenter’le çalışmak herhalde hayatınızın en
unutulmaz dönemi olmuştur.
O olmasaydı
zihnimin, hayata bakış açımın bu kadar açık olacağını tahmin etmezdim. O
gerçekten çok farklı bir adamdı. Hep zorlardı. Normali hiç yoktu. Ondan “Tamam,
oyna geç” gibi bir şey asla beklemezdiniz. Bu kadar zorladığı için pes etmeye
yaklaştığım bir an olmadı. Çünkü bunun sonucunda ortaya çıkan karakteri
gördüğünüzde “İçimde böyle bir insan da varmış” diyorsunuz. Deyim yerindeyse
içinizden fırlatıyor o kişiliği.
● ‘İnadına Aşk’ sizin için “Ben burada her şeyi
gösterebiliyorum, yeterli alan sağlıyor” diyebileceğiniz bir iş mi?
Çınar kendi
alanında çok güzel bir karakter. Ben bir ağacım, Çınar da bir dalım. Mafya
babasını da oynayabilirim, onun tetikçisini de. Yakışıklı ve saf çocuğa da
bürünebilirim. Bende bir sürü dal var. Çınar veya canlandırdığım herhangi bir
karakter bir şehrin farklı bir köyü gibi. İşte bu yüzden hiçbir zaman bu
cümleyi sarf edemem.
● Peki, dizinin yayın gününün değişmesiyle ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Hayırlısı
diyelim (gülüyor). Biz işimizi yapıyoruz sadece. Bu tür etmenlere kafamızı
takarsak verimli çalışamayız. Bizi bağlayan tek şey var o da metin. Son bölüm
de olsa aynı itinayla çalışmayı amaçlıyoruz hepimiz.
● Çınar’ı benzettiğiniz bir karakter var mı?
Açıkçası pek
yok galiba. En azından şu an aklıma gelmiyor. Mutlu, hayatı takmayan ama bir
yandan da sinirli adamlar vardır. Çınar da bu rengarenk kişilerden. Onun gibi
adamlar hep bağırır, duygu geçişleri ani ve güçlü olur. Çünkü onun sahip olduğu
renk bunu gerektirir. İşte böyle bir durumda oyuncuyu ortaya koyduğu kendi
rengi parlatır. Metinde “Kız kardeşim öldü” diye bir repliğiniz vardır. Bir
kişi bunu o kadar farklı söyler ki işte o zaman kendi rengini ortaya koymuş
olur. Bir hikâye var; iç mimarlık sınavına 100 kişi girer. Öğretmen çırpınan
tavuk çizmelerini ister öğrencilerden. 99’u çırpınan tavuk çizerken sadece bir
kişi kanadının altından tüylerin düştüğünü resmeder. Ve bu kişi okula
birincilikle girer. O kanat, hayal gücüyle, rengi daha alacalı bulacalı hale
getirmekle ilgili.