Kelebek etkisinin ne demek olduğunu bilir misiniz? Aslında
kelebek etkisi bir kaos teorisidir. Ancak şu meşhur örnekle özetlenir:
“Amazonlarda bir kelebeğin kanat çırpması ABD’de kasırgaya neden olabilir.”
Hayatta böyledir aslında. Bir yerlerde yaptığımız ufacık bir davranış,
atladığımız bir detay, aman canım ne olacak sanki dediğimiz bir olay, bana bir
şey olmaz nasılsa düşüncesi günün birinde bir anda hayatımızı alt üst edebilir.
Burak gibi…
Burak hep bu kadar kötü müydü? İlk tanıtımlarda öyleymiş
sanırım. Ama dizide öyle değildi. Bu aşamaya planlı mı geldiler bilmiyorum.
Yani baştan beri Burak için düşündükleri bu muydu? Buysa niye bir anda oldu?
İlk başlarda sadece zengin bebesiydi. Cemre’yi temizlik için oyuna getirdiğinde
az da olsa üzülmüştü. Bir anda bu çocuk nasıl bu hale geldi? Birlikte düşünelim.
Önce Defne'nin onu oyuna getirmesine kızıp neredeyse Cemre’yi öldürüyordu,
sonra okulda istenmeyince arkadaşlarının olduğu otobüsü kamyonun altına soktu.
Ama işin en kötü tarafı hepsinde haklı olduğunu düşünmesi… Başka bir insanı
öldürmek ve haklı olmak… Bin yaşına kadar yaşasam bile beynim bu saçmalığı
kabul edemeyecek.
Ertan öldü. Şüphesiz ki bunun sorumlusu Burak. Olası kastla
adam öldürmeden yargılanacak. Yaşı göz önüne alınınca müebbet almaz ama yine de
hayatının çok büyük bir kısmı içeride geçecek. (Serde hukuk öğrenciliği olunca
n'aparsın) Niye? Sadece arkadaşları Burak'ı dışladı diye. Üstelik dışlamakta
haklılardı. Böyle aptalca bir sebep yüzünden gencecik bir çocuk öldü. Annesine
kim neyi, nasıl anlatacak? Hangi bahane dindirecek o kadının yüreğindeki evlat
acısını? Hayat kimsenin etrafında dönmüyor. Hiç kimsenin bir başkasına bunu
yapmaya hakkı yok. Aslında senaristleri tebrik etmek lazım… Küçücük çocukların
nasıl zıvanadan çıktığını, çocuk ıslah evlerinin nasıl bir anlık öfke yüzünden
dolu olduğunu çok iyi anladım bu bölüm. Ayrıca değinmeden geçemeyeceğim. Burak
yüzünden eksik olmayan o sinir gülümseme beni delirtti. Hani mümkün olsa gidip
ağzını burnun dağıtırdım. Bu da aslında çok iyi bir oyunculuk sergilendiğinin
kanıtı… Kolay sinirlenen biri olsam da televizyona dalmayı istemek ender
görülen bir şeydir zira. Burak Arslan'a tebrikler…
Songül’üm… Bu dizide kendime en çok benzettiğim, en çok
sevdiğim karakter Songül. Her zaman kızlara kol kanat geren, yorulsa bile belli
etmeyen, kardeşleri için dünyayı sallayabilecek güçte olan kırgın çiçeğim.
Geçen hafta da bol serzenişte bulunduğumdan bilirsiniz bu ilk hastane sahnesi
değildi. Ama beni en çok etkileyeni oldu hiç şüphesiz. Bir kere Songül’ün annesini
gördük. Yaşasaymış en az Emine Hanım kadar severmişiz onu da. “Songül uyanman
lazım kızım.” Şimdi söz dinleme zamanı. Anne sözü… İlk bölümlerde okulda yüzme
sahnesi vardı. Songül’ün Karadenizli olduğuna değinilmişti sanırım. Seçilen
müzikler de bu anlamada çok iyiydi. Geçen haftalarda Apolas Lermi – Mektup, bu
hafta önce Karmete – Nayino ve Ayşenur Kolivar’dan Getma… Özellikle Getma ile
duygunun tavan yaptığını söyleyebilirim. O sahneye çok yakışmıştı. Oyuncular da
hastane sahnesi çekmeye iyice alıştılar. Gerçekten kardeşleri ölüyormuş gibi
hissediyorum. Yine de lütfen biraz ara verin, ciğerimiz soldu kaç haftadır
ağlamaktan!

Güney… Bir türlü iyi biri olduğuna inanamadım ben onun.
Songül'ü tavlamak için oyun oynadığını bile düşünmüştüm. Dev yanılmışım. Ailesi
bile alıp eve götüremedi çocuğu. Bir an bile ayrılmadı oradan. Özellikle son
sahnede yani Songül'e ne olduğunu bilmediğimiz o meşhur sahnede sadece
gözlerine bakmak bile yetti benim için. İnandım. Songül iyileşsin, bir daha onlar
hakkında kötü bir şey demek yok. :) Eminim ki bu olay onları birbirine daha sıkı kenetleyecek.