Benim de bir sürü hayalim var dedem. Tabii keşke böyle olmasa dediğim şeyler de. Mesela bir dizinin 139 dakika sürmemesi, saniyeler süren son sahneyi araya reklamları döşeyip en az iki kere veren kanal yüzünden bölümün Cumhuriyetimizin 91. yılını idrak ettiğimiz günde başlayıp 92. yılına girdiği dakikalarda sona ermemesi (Ben bu şekilde izlemiyorum zaten, çünkü bu alenen seyirciye saygısızlık.), senaristinin süreyi doldurabilmek için kafayı yememesi, ekibinin bölüm yetiştireceğiz diye canının çıkmaması, izleyeninin mecburen uzatılan sahneler yüzünden canının sıkılmaması gibi. Bu ekip de çok güzel işler yaptı, yapıyor da ama işte aksıyor da bazen, ne yapacan, şartlar Donetsk. Herkes çok beğenmiş, efsane (Bu lafı kim bu kadar popüler ettiyse ağzına kürekle vurasım var.) bölüm demiş, niye olumsuz yorum yapıyorsun diyebilirsin, yapacak bir şey yok yeri geldiğinde övmesini de en iyi biz biliriz. Ama bu bölüm kalite açısından geçen haftaki bölümün bir hayli altında kaldı benim gözümde. Tabii yine diziyi niye sevdiğimizi hatırlatan yerler yok muydu? Olmaz mı? Zaten dizinin kredisi o yüzden bir türlü bitmiyor ya. Sevabıyla günahıyla seviyoruz.

Kulaklıksız hacker'lık müessesesi meyvesiz ağaca benzer.
Adil Topal kim? (Who the fuck is Adil Topal?) Adil’den önce İsmail Karayel’e gelecem çünkü henüz bölümün başındaki sahne çok komik değil miydi yahu? Hani Bahri Baba odasında televizyonda gördüğü milletvekilinden bahsediyor ya, Karayel soyadını duyan Sadreddin de "Poyraz’la bir ilgisi yok di mi?" diye soruyor. Ahahahah. Ulan sanki çok ender duyulan bir soyadıymış gibi, şapşikler sizi ya. İsmail’in bir hafta önce milletvekili olması nasıl oluyor peki? En azından geçen seçim filan deseydi, bizim parlamenter sistem böyle mi işliyordu? (Gerçi bir süredir hiç işlemiyor da neyse oraya girersek çıkamayız.) Bir de komisyon başkanı olmuş diye bi' havalar, oteller, konferanslar filan. Yer mi ulan Anadolu çocuğu? O suikast sahnesi de ne kadar dandikti. Keza Meltem’in hacker’lık sahneleri. Gerçekçilikten uzaklaştıkça ben kopuyorum diziden elimden gelen bir şey yok bu noktada, sorry. Zaten Karayel ailesinin tüm fertleri alanında süper insanlar. En vatansever milletvekili babamız İsmail Karayel, teşkilatın göz bebeği en muhteşem polis oğlumuz Ahmet Poyraz Karayel, en yetenekli hacker kızımız Meltem Karayel. İsmail’in Poyraz’ı yanına çekmek için gaza getirmeye çalışması da oğlunu ne kadar tanımadığını gösteriyor zaten. Meltem’in yardımı olsun olmasın Poyraz’ın tufaya gelmemesine de şaşırmadım, o yüzden twitter etiketi olarak seçilen AdilTopalKim sorusu sadece Meltem ve Poyraz’ın cevap vermesi için soruldu sanırım, zira bu noktada hiçbir sürpriz olmadı, her şey beklendiği gibi gelişti bizim açımızdan. Artık Karayel kardeşlerin ne oyunlar oynayacağını izleyeceğiz. Bir diğer merak konusu Meltem’in de sorduğu gibi İsmail’in icraatlerinin nedeni. Bir baba evlatlarına nasıl böyle davranabilir? (Bu noktada Meltem’in "Beni sordu mu?" derkenki gözyaşları bir takdiri hak ediyor.) Yoksa gerçek babaları değil miydi? Bak buradan bir şeyler çıkabilir işte.

Kıroyum ama Ayşegül bende.
Ayşegül’le Poyraz’ın sahneleri bir tek bana mı gereksiz uzun geldi? Hadi evdeki yüzleşmelerine eyvallah da ergen gibi birbirlerini kıskandırmaya çalıştıkları restoran sahnesi bitmek bilmedi sanki. Zaten bu bölümde ağır çekim sahnelerden (sezonun ilk bölümündeki kadar facia olmasa da sesin bile yavaşlayıp tuhaflaştığı oldu yine bir sahnede) ve ikiye bölünmüş ekran görmekten içim şişti. Yapma demiyorum ama yerinde ve dozunda yap canımı ye. Poyraz’ın “Dört çeyrek oldum bir tam olamadım.” derkenki, öldüğü sanılan Sema’nın otoparkta Songül’ü bastığı andaki ekran bölünmeleri nasıl güzeldi mesela. Ayşegül’e de ilk kez bir miktar uyuz olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. O kadar ağlamaktan helak olduğun gecenin sabahında niye Mete’yi arayıp “Hadi nişana gidek o zaman.” diyorsun ki ben çözemedim seni. Üstelik adam anlamış elini niye tuttuğunu filan. Kusura bakma da burada ufak bir göt kalkıklığı var kardeş. Nasılsa Poyraz çılgın gibi seviyor, Mete de bir anda nasıl olduysa tutuldu, oh. Halbuki geçen bölüm meyhanede içerken ne kadar da kendimi bulmuştum sende Ayşegül. Ben bu dizilerdeki esas oğlanla esas kıza bir şey olmasın da gerisi acıdan ölsün tribine de hastayım arkadaş. Mete’yi sevmiyoruz tamam da Ayşegül’ün yaptığı da iş değil. Zaten Poyraz da Begüm’e umut verdi iyice farkında olmadan. Bu arada iyice obsesif kompulsif bozukluğa bağlayan Begüm’ü pizza yemeye Trinity kıyafetiyle çıktığı için özel olarak alkışlıyoruz. O botlar da gerçekten ayağına yapışmış olabilir.
Ama Poyraz’ın arabesk performansı sırasındaki halleriniz, çöp kamyonundaki muhabbetleriniz,
“- Öpüşelim mi? – Öpüşelim.” diyaloğunuz filan çok tatlıydı. Poyraz’ın uzun zamandır görmediğimiz Albayım’dan istediği verimi alamaması sonrası hiç tanımadığı eczacı ablaya tükkan kapattırıp şurupla (şurup muydu?) kafayı bulması filan bir hayli sürreeldi ama kitapla dolu odadan girip sevdiği kadının her bir uzvunu bir şaire benzeterek yine gözümüze girdi kerata... Ama ortamda bunca tutku varken, Poyraz niye hâlâ kanepede uyanıyor oğlum? Anadolu rock gibi dizi şerefsizim, libido yok. Poyraz o telefonu kullandığın için sana ayrıca teessüflerimi iletiyorum. Umarım geçici bir şeydir, diziyi senin arka kapaksız Nokia için izleyen 999.999 kişi bulabilirim çünkü ^.^