“Mert gelsin, nâmert gelmesin!”
Bahar bir yere ağaçları tomurcuklandırmak, toprağı yeşertmek suretiyle gelmez her zaman. “Belki şehre bir film gelir” misal. Bahar olup gelir.

Ya da çakalın tuzağından geçip atını dörtnala vuslata süren bozkurt bakışlı bir yiğit gelir bir obaya.

Bahar olup gelir.

Ertuğrul Bey’in Dodurga’ya dönüşü bütün baharların toplamından daha fazla bahardır. Ertuğrul Bey’in obaya dönüşü, bitti derken yeni başlayan hayattır. Çıkmadık candan kesilmeyen umut dedikleri ne ise, odur işte.

Tabii ki sen böyle olduğun için bahar

Diriliş Ertuğrul dün akşam şahane bir bölümle ekrandaydı. Sevincin, öfkenin, ihanetin, zaafların ve önyargının bir arada yaşandığı bir bölüm seyrettik. Ertuğrul Bey, sürgüne gönderilen alplarını alıp obaya dönerken yüreğim titredi. Gündoğdu Bey’in, bir sözle gözden çıkardığı Kayı Alpları, Ertuğrul Bey’in bir sözüyle obalarına geri döndüler. Bu hareket Ertuğrul Gazi’nin adalet ve vefa anlayışının bir temsili olarak okunabilir.

Diziyi kaç haftadır kendimi sıkarak seyrediyorum. Kurgu da olsa, ecdadın geçtiği yolların hikayesi resmediliyor bir yerde. O sebepten ihanetler, zulümler fena halde canını yakıyor insanın. Ama bu bölüm başkaydı. Hamza Alp’in Moğollar’ın elinde olması dışında canımı sıkan başkaca bir sahne yoktu sanırım. Tuğtekin’in hırsını, Hayme Ana ve Gündoğdu’nun bildiğini okuyan tavrını, Aytolun’un obayı karış karış gezerek fitne tohumu ekmesini saymıyorum. Çünkü bunlar gelecek güzel günlerin habercisi. Geçen sezon Gündoğdu-Kurdoğlu yakınlığını hatırlayanlar Gündoğdu’nun nasıl çark edip hakikat yoluna girdiğini iyi bilir. Süleyman Şah’ın evladının, gözünü kör edip yola düşmesini kimse beklemesin. Tarihte Ertuğrul ve Gündoğdu’nun yolu bir yerde ayrılmış bile olsa, bunun bir ihanet sonucu olduğunu sanmıyorum. Ancak fikir ayrılıkları neticesinde alınmış bir karar olabilir. Buradan hareketle Gündoğdu’nun Tuğtekin’deki zararlı hırsı fark edip yolundan tez vakitte dönmesi, beklediğimiz ve umut ettiğimiz bir harekettir.

Ertuğrul Bey’in obaya gelişi bahar gibiydi derken mübalağa etmiyordum. Halime Hatun, baharda tomurcuklanan çiçekler gibi gözünü açtı Ertuğrul Bey’in sesini işitince. Daha bir gün evvel Artuk Bey “ya bebeği ya da her ikisini kaybederiz” demiş olsa da çıkmadık candan kesilmeyen o son ümit gibi, gelişiyle hem bebeğinin hem de yârinin hayata dönüşüne vesile oldu Ertuğrul Bey. Artuk Bey demişken burada bir parantez açmak isterim. Bunu geçen sezon da söyleyecektim ama nasip olmadı. Benim gibi alternatif tıp ve nostaljik tedavi yöntemlerine ilgi duyanlar da aynı fikirde olurlar mı bilmem ama, ben tedavi için otağa götürülen hastalara ne gibi yöntemlerin uygulandığını görmek isterdim mesela. Bunun için ayrıca bir çalışma yürütülmesi gerektiğini ve bu konuda çok da itinalı olunması gerektiğini biliyorum ama çok detaylı olmasa da, misal o dönemlerde ateşin nasıl düşürüldüğünü, kanamanın kesilmesi için ne yapıldığını öğrenemez miyiz? Bunu uygulamak maksadıyla sormuyorum elbette. Böyle olmuş olsa, bin yıllık bilgilere ulaşabileceğimiz kaynaklar da, bitki uzmanları da mevcut. Ama verilen bu minik bilgiler o sahnelerin kıymetini ve sahiciliğini artırır diye düşünüyorum. Parantezi kapatalım.

Gelelim otuzuncu bölümü diğer bölümlerden farklı kılan en büyük detaya..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER