Zamanı geldiğinde hepimiz
birilerine ağır yalanlar söylemişizdir. Hadi oradan ben yalan söylemem! Şimdi
birbirimizi kandırmayalım. Günde bilmem kaç kere birilerine yalan söylüyoruz.
Yeri geliyor kendimize dahi yalan söylüyoruz. Kandırmaya çalışıyoruz. Sonuç?
Koca bir sıfır! Er ya da geç gerçekler açığa çıkıyor ve ilelebet
sürdüremiyoruz. Kim görmüş yalanların baki kaldığını? Lakin, şöyle bir durum söz
konusu. Eğer canınız yandı ise ve sizde birinin canını yaktıysanız haklı
olarak yalan söylüyorsunuz. Demiyorum ki yapılan bu davranış alkışa lâyık diye.
Bilakis, sonucu herkesi en derinden yaralıyor. Şimdi kendime soruyorum da birinin
kaderini değiştirecek yalan söyledim mi? Bildiğim kadarıyla o kadar etkileyecek
sonuçları doğurmadım. Bana gelecek olursam; gün içinde mecburen – durumu
kurtarmak adına – yalanlar söylüyorum. Hemen küçümsemeyin. Siz de itiraf
edebilirsiniz. Sonuç olarak istatistikler var. Evet, kimsenin hayatını
etkileyecek yalanlar söylememiş olabilirim. Fakat hayatımın akışını
değiştirecek yalanları tattım. Hem de etkisi yıllar süren ve acısı her
defasında içime işleyen yalanlar. Hayatıma kazık atan en büyük yalancı da en
yakınım diyebileceğim biriydi. Ne acı değil mi? Sizlere aile geçmişimi tabii ki
ortaya dökmeyeceğim. Diyeceğim odur ki hepimiz aynı yoldan bir defa geçiyoruz. Bunu yermenin bir anlamı yok.
Gözleriyle konuşan kadınları severim.
Hadi gel, senlen bezirgan başı oynayalım ^.^
Yaklaşık olarak on üç günlük
bir ara ile Güllerin Savaşı'nı;
Gülru’nun “kaza ile” Ömer’i bıçakladığı sahneden devraldık. Gülru
her ne yaşanmış olursa olsun Ömer’e fiziksel zarardan kaçınır. Şu an için
nefreti boyunu aşsa dahi böyle bir hareketi sergilemez. Bir anlık boşluk ve bir
anlık öfke ile bu durum söz konusu oldu. Açıkçası sahneden etkilendim mi?
Hayır. “Eyvah! Şimdi Ömer’e ne olacak?” diye on üç gün beklemedim. Düşünün, aklıma
bile gelmedi. Sonucun ne olacağını kestirmeyen iyi bir Güllerin Savaşı ve Türk televizyon izleyicisi olamaz. Cihan nasıl
sezon finali bölümünde kafasına silah dayayıp, tetiği beyninde patlattığında
ölmediyse, Ömer de küçücük bıçak yarasında ölmezdi. Kaybedeceği olsa olsa bir
ünite kan olurdu. Cahide Hanım’ın da evhamı böylelikle boşa çıkmış oluyor. Her
neyse… Sahnenin devamındaki hastane sürecine baktığımızda – ki Güllerin
Savaşı’ndaki olmayan hastane sahnesinde bölümü eksik sayarım! – dikkatimi en çok
çeken sekans Gülfem’in Gülru’nun boğazına yapışması oldu. Burada oyuncuların
(Canan Ergüder –Damla Sönmez) performansı gözümü doldurdu. En azından bi' içim ürperdi. Ardından gelen
Gülfem&Ömer konuşması bütünlüğü tamamladı. Gülfem’in (kardeşi için), Ömer’e
yalvarırken – ki bunu daha önceki anketimizde de belirtmiştik – yüzüne bakamamış olması durumun vahimliğini
en iyi şekilde ifade ediyor. Gülfem için yalvarmak acizlikle eş anlamlı bir
kavramdır. Bu nedenle Gülfem zoru başardı. Ömer,
Gülru’dan şikâyetçi olmadıysa bu da Cihan’ın sayesinde. Olan Gülfem'in gururuna oldu.
İkinci sayfaya bekliyorum ;)