Gazi Bey'in “Bu millet ya kaosu ya da huzuru yaşayacak” repliğiydi. Bu söz sadece Kıbrıs için söylenmiş olamaz. Zira Türkiye'den ayrı ve farklı düşünen bir Kıbrıs, Vadi aklının kabul edemeyeceği bir şey. Bu noktada işin içine Türkiye'de giriyor ki söylenen replik o anda bazı siyasi söylemleri hatırlatıyor. Daha önce de dile getirmiştim. Bu konularda Vadi aklına büyük saygım var. 13 yıldır yaşanan gerçek olaylar karşısında kendi açısından sözünü söylemiş bir yapım elbette bundan sonra da dilediğini söylemekte özgürdür.
Ancak Vadi Aklı, Anayasa referandumundan beri yerel siyasetle ilgili belki de ilk defa bu kadar 'açık' bir tavır alıyor. Beni rahatsız eden bu tavrı almaları değil. Bu tavrı bu kadar bodoslama bir şekilde almaları. Benim bildiğim Vadi, bunu öyle incelikli sergilerdi ki herkes anlar, zarafeti de saygı duyulmasını sağlardı. Bu sefer ne yazık ki zarafetten eser yoktu. Yine de dilerim ki ben yanlış anlamışımdır. Sadece kötü bir tesadüftür.
Yeni moda paçalar güzel de kış geliyor napçaz bilmiyorum.
Gölge’yi özledik mi? Valla ben yazarken konu ne zaman ona gelecek diye sabırsızlanıyorum. Yine çok etkileyiciydi. “Dünya’nın en güzel yerine devlet kuracağım” dediğinde Newfoundland’a kuracak sandım. Twitter’den beni takip edenler bilir Newfoundland benim için Dünya’nın en güzel yeridir. Fakat o Irak’ı kastediyormuş.
Aslında Babil şahane fikir. Hani hakkını vere vere kuracak olsa sonuna kadar katılırım. Tevrat’da geçen hikayeyi duymuşsunuzdur. Bir zamanlar tüm insanlık Babil’de zenginlik içerisinde yaşarmış. Tek bir dil varmış ve herkes herkesi anladığı için huzur hakimmiş. Fakat insanoğlu rahat durur mu? Bağlasan durmaz. Tanrı’ya ulaşma fikrini kafaya koymuşlar ve bunun için gökleri delecek bir kulenin inşaatına başlamışlar. İnşaat kısa sürede hızla yükselmiş. Çünkü insanlar arasında inanılmaz bir uyum varmış. Bunu gören Tanrı bir daha böyle bir küstahlığa kalkmasınlar diye onların dillerini farklılaştırmış. Böylece kimse kimseyi anlamaz olmuş ve kavgalar çıkmaya başlamış. İnsanlar hızla Babil’den ayrılmaya başlamış ve Dünya’nın dört bir yanına kendi dilleriyle yayılmışlar.
Demem o ki, sen huzur ve zenginlik dolu bir Babil ortaya çıkartacaksan buyur Gölge efendi, yol senin. Fakat işlerin öyle yürümeyeceğini geçmişte gördük. İnsanlığın kafasını kaldırdığı anda ne denli küstahlaşabildiğini biliyoruz. Aslında bugün Evanjelistlerin “Tanrı’yı kıyamete zorlama” girişimleri de klasik bir Babil küstahlığı. Gölge efendi olmayacak duaya amin diyor. Yine de Babil lafını daha çok duyacağa benziyoruz. Hatta Babil Vadisi Pusu bölümleri bile olacaktır.
KVP'de kalbime giden yol susturucudan geçer.
Asya’nın (ya da Zeynep mi demeliyim?) geçmişinde Polat’la olan diyaloğuna yukarda hafifçe değinmiştim. Fakat belli ki bıçak meselesi mühim. Sembolik bir anlamı olabilir. Bunun dışında Romanya operasyonu bizim için "Zeynep'i sevme reklam kuşağı" gibiydi. Gerekliydi de…
Açıkçası Zeynep karakteri görür görmez Gölge gibi hayranlık duyduğum ya da Gölge’nin ortağı gibi kabullendiğim bir karakter değildi. Fakat izleye izleye alışıyorum sanırım. Bir nevi post-modern Zaza Dayı... Sokaktan çocuk topluyor. Zaza Dayı onları başka şekilde kullanıyordu Zeynep başka şekilde kullanıyor.
Zeynep karakteri hakkındaki net bir karara varmak için herhalde minimum iki bölüm daha izlemem gerekiyor. Fakat o kadar yaşar mı ondan emin değilim. Polat’ın Zeynep’in evine giriş şekli ve bekleyişi bana Aslan Akbey’in Duran Emmi’yi bekleyişini hatırlattı. "İki kişinin bildiği sır değildir” demişti Aslan Bey ve sonu kötü bitmişti. Bakalım Polat ne diyecek...
Benim bir fikrim var! Bence asayı satalım, parasıyla da şahane bir yerde şahane bir yemek yiyelim. Sembolik değerinden başka ne işe yaradığını hala bilmediğimiz baston konusundan artık sıkılmaya başladım. Çok fazla belirsizlik var.
Vay arkadaş biz nereye düştük böyle...
Gölge, asanın bir işe yaramadığını biliyor ama büyük güçler için son derece değerli olduğunu da biliyor. Bu yüzden asayı bir o güce bir bu güce götürüyor ve kabul de görüyor. Bir asa için dengeleri alt üst edecek bir plana onay verme fikrini en azından masaya yatırıyorlar. Ne asaymış arkadaş! Hazır sırası gelmişken söylemeden geçmeyeyim "kutsal kase" espirisi de güzeldi.
Siz de ekran karşısında dona kaldınız mı? Masada tek başına oturan adam maskeyi çıkarttığında resmen aptallaştım. Geçen hafta bir yorumda "bölüm sonu jeneriğinde Martin’in ismi geçiyor" demişlerdi. Ben de sonradan bir şekilde belki döner dedim ama bu kadar çabuk beklemiyordum. Hoş hali tavrı pek Martin gibi de değil ama adam Martin yani orası belli.
Masadaki tek siyah takım elbiseli adamdı. Martin’in önceki görevinin hakemlik olduğunu düşünürsek acaba diyorum Orphan Black dizisindeki gibi birden çok Martin mi var? Pek çok konuda hakem olan klonlanmış böyle bir düzine Martin... Çok mu fantastik oldu? Aslında modern çağın komplo teorilerine göre o kadar da fantastik değil. Yine de seyircinin birden çok Martin’e hazır olduğunu sanmıyorum. Zira ilkinin ölümünün verdiği keyif hala damarlarımda dolanıyor.
Kurtlar Vadisi Pusu 265. bölüm bizi gerçekten şaşırtarak bitti. Daha görmediğimiz çok karakter var. Umarım haftaya hem onlara kavuşuruz hem şu Martin meselesi aydınlanır. Yoksa Martinler mi demeliydim?...