Ayşegül-Poyraz yoğunluklu bir bölümdü genel
olarak. Ayşegül ve Poyraz’ın karşılıklı atışmalarını özlemişiz. Ulan Poyraz,
kırmızı bültenle sevdicek aramak nedir ya? Bir başkomiserin öyle bir yetkisi
var mı acep? O değil de Mümtaz olmayacak mı şimdi? Murat Daltaban çok iyiydi
ama yav. Hem daha Adil Topal’la alakasını çözememiştik Mümtaz’ın. Üzüldüm
göremeyince. Hal böyle olunca Poyraz’ın yeni amirine de ısınamadım bittabi.
Poyraz’ın polisliğe dönüşü olaylı da, yabancı bürokratın hayatını kurtardığı
için süper gizemli suç örgütünün hedefi olmak? Birtakım sadece bilenin göreceği
teknik saçmalık dışında (avukatın beş dakikada vekalet alması, silahlı jandarma
eşliğinde mahkeme-hapishane dolaştırılmak vs.) ilk can sıkan sahne suikastçı
arkadaşın güpe gündüz ve halka açık otoparkta hayvan gibi bazuka mıdır, rpg midir,
bir silahla adeta fark edilmeyi beklemesi, güya koca konvoyla seyahat eden
önemli şahsiyet için zamanında doğru düzgün güvenlik önleminin alınmamış olması
ve süper kahramanımız Poyraz’ın vinçli filan bir aksiyonla tek seferde uzaktan
adamı indirmesi.
Bu anlardaki en güzel
şey Poyraz’ın küfrünün biplenmemesi oldu bence. Sanırım kanalın sorumluluğunda
olan bir durum. İnşallah diziye bir ceza gelmez. Bu adamların Adil Topal’la
alakası yok gibi ama iluminati midir, IŞİD midir, baya alengirli bir giriş
yaptılar diziye, albino ajanlar filan... Buna rağmen ilk bölümde eksikliği
hissedilen bir diğer şey de kaliteli kötü adamlarımız oldu. Gel de Zafer
Biryol’u anma şimdi, diksiyonuna kurban olduğum. Adil Topal’lı bölümler daha
iyi olacaktır o sebeple.
Bu nasıl
Bahri Umman?
Bahri Baba ve çetesine geliyoruz. Beşi nasıl
aynı koğuşa konmuş acaba? Bir de kendilerine özel, başka kimse de yok. Üç ayda
öğrenci evine çevirmişler ortamı zaten, çorap kokusunu duydum neredeyse
ekrandan. Biri incik boncuk yapar, biri haber okur, biri çiğköfte yapar, biri
kafayı bulup bağıra çağıra türkü söyler, öbürü ilkokul çocuğu gibi sevdiği kıza
akrostişli şiir yazmaya çalışır. Ağırlığı vardı lan bu adamların, iyice şebek
şebek hareketler. Zaten nasıl bir sıcakta çekim yapıldıysa kan ter içinde
kalmış zavallılar. Neden bilmiyorum ama (aşırı derecede takım elbisesizlikten
olabilir belki ) olmamış o sahneler. Keza aceleye gelmiş gibi duran mahkeme sahnesi.
Ama koğuş duvarlarındaki resimlerle verdiğiniz ince mesajlar ve yaz boyunca
takıldığınız Cunda’daki mekanın çaktırmadan reklamını yapmanız da kıyak
hareketlerdi şimdi.
Bir diğer saçmalık Songül’ün apar topar doğurması.
Benim hatırladığım kadarıyla Sinan’ın 23 Nisan şiiri okuduğu bölümden bir
önceki bölümde yeni öğreniyordu hamile olduğunu. Haziran’da dizi sezon finaline
girdiği zaman en fazla üç aylık hamile olabilir ki karnı bile belli değildi. Üç
ay zaman atlandıysa altı aylıkken mi doğurdu bu kadın? Hadi yedi aylık olsun,
erken geldi filan diye belirtilir böyle durumlarda dizilerde. Sıkıntı var. Ama
bebeğin ismiyle ilgili muhabbetler komikti. Zülfikâr’ın “biz daha çok ölüm
mevzuuyla ilgileniyoruz.” demesi de.
Sen ağlama!
Zülfikâr biraderimiz güldürdüğü gibi yine üzdü
de. Çiğdem’e "birini bul evlen" dediğinde üç ay içinde apar topar evleneceğini
düşünememişti herhalde zavallım. Ama sana daha iyi bir kız bulacağız biz
Zülüfcüğüm, hem izlemesi de çok daha güzel olacak o ilişkiyi, hissediyorum. Oya-Bora Adaları’na balayına da göndeririz biz sizi. Zaten izlediğin
magazin programında da imla hatası detayı vardı. Unut bir an önce Çiğdem’i. Bu
arada "bi büyük yoksa 35’lik var esprine niye öyle tepki gösterdiler ki la?
Bence çok başarılıydı.
Sefer’in Sema’ya bakışlarını özlemiştik de
Sema’nın da Sefer’e bu kadar güzel bakması? Tatlılıktan ölecekti sanki bu
ikili. O evlenme teklifi sahnesinde (fragmanda izlediğimde bu ne magandalık
demiştim halbuki), sonrasında yürürlerken ve babaya evleneceklerini söylerlerken
SefSe’ciler olarak mutluluktan kendimizi koltuktan koltuğa atasımız geldi. Sema,
Sefer’e ne istersen yapacağım diye söz vermişti sezon finalinde, bu bölümde sen
nasıl istersen filan dedi Sefer’in tekliflerine, bak harbi kızmış sözünü tuttu
dedik de, Sefer’in henüz istemeyi başaramadığı şeyleri bile önceden halletmesi?
Ne ara ayarladın nikah tarihini, balayını, hele gelinliği? Hapishaneye terzi mi
çağırdın, ne yaptın? Bir de tutuksuz yargılanan insan yurt dışına çıkabilir mi?
Bilen varsa aydınlatsın.
Neyse, son sahnenin üzüntüsü bir yana, çok kısa bir
sahneyle gösterdikleri üzere Sema-Sefer ilişkisinde büyük bir trajedi bizi
bekliyor. Tam ikisinin de yüzü güldü derken Sema’nın annesinin kaderini
yaşayacak gibi durması, en mutlu oldukları karede alttan Ceylan Ertem’in
“çoktan unuturdum, ben seni çoktan” diye terennüm etmesi (bu arada şarkının bu
düzenlemesi fena olmayıp dizinin dokusuna uysa da, bir Zeki Müren hastası
olarak Zeki Müren versiyonu olsa nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim) Sema gibi hafızası kuvvetli, zeki ve her şeyi bilmek isteyen plan-düzen hastası
bir kadının en sevdiğini hatırlayamaz hale gelmesi ihtimali gerçeğe dönüşürse,
izleyeceklerimiz bizi çok üzecek kesin. Olay, sezon tanıtımında gördüğümüz gibi
basit bir kıskançlıktan ibaret olmayacak sanırım. Çemberimde Gül Oya’da Yurdanur’un
annesi Sema (tesadüfe bak) da Alzheimer olup bizi çok etkilemişti. Yine hükümet
gibi bir kadın olan Işıl Yücesoy’un performansı hala hafızamdadır. Emel
Çölgeçen de hikayenin gidişine göre performansıyla adını Türk dizi tarihine
yazdırabilir.
O kargaşada Sadreddin’in Sado Baba’lığa (hiç
oldu mu?) terfi etmesi ve telefonla kısır olduğunu öğrenmesi güme gitti gibi.
Halbuki bomba gelişmeler değil mi aslında? Ama Bahri Baba’nın makamına geri
dönmesi lazım bence. Bu arada Bahri, Adil Topal’la ilgili hikayeyi bilerek mi
yanlış anlattı evlatlarına yoksa burada da mı bir hata var? İlk bölümde "babam
on yaşındayken gözlerimin önünde vuruldu" demişti, flashback’te babasının
bıçaklanmasını sonradan gören oldukça yetişkin bir Bahri izledik. Dört kardeş
birleşip bir imamı neden öldürür, o da merak konusu tabii. Adil Topal’ı
bekleyeceğiz artık.