Özlemişiz yahu! İki hafta zor geçti
desem yeridir. Ancak ben pembiş pembiş “Ayh çok özledim yeaağğ.” derken, yeni
bölümün olmadığı, geçtiğimiz hafta madalyonun diğer yüzünü İlişki Durumu: Karışık ‘ın Can Tekin’i Berk Oktay bir tweeti ile cümlemize
hatırlattı. Stoksuz ilerlediklerini ve haftanın 7 günü, 20 saat çalıştıklarını yazdı.
7 gün, 20 saat!!! Yerli dizi, yersiz uzun, evet, çok uzun. (Bayılana kadar bunu
söyleyeceğiz.) İzleyenler için, kamera önündekiler için, kamera arkasındakiler
için. Hepimiz, herkes için çok uzun. Kaldı ki artık dizi setleri de Oyuncular
Sendikası ve Sinema Emekçileri Sendikası’nın (Sine-Sen) başvurusuyla “tehlikeli
işyeri” statüsüne getirildi. Hal böyle olunca “Özledim.” diyerek biraz
şımarıklık yaptığımı düşündüm. Ben, 2 saat “dizi izleyeceğim” diye insanların,
emekçilerin nasıl zor şartlarda çalıştığını unutmamalıydım. Bırakmalıydım ki
insanlar, 1 haftalık boşlukta rahat bir nefes alsınlar. İlişki Durumu: Karışık nezdinde, dilerim ki tüm dizi setlerinde her
şey yolundadır, rahat bir nefes alabilmişlerdir ve “tehlikeli işyeri”
statüsünde olan setlerden kötü haberler almayız. Zaten kötü haber duyma
limitimizi doldurmak üzereyiz, bizim canımızı sıkmayın! (Reklam verenler, yapımcılar
kapıma tomalarla dayanmadan anarşik çenemi kapıyor ve bölüm yorumuma geliyorum!)
İlişki Durumu: Karışık ‘ın altıncı bölümü için “tempolu yürüyüş” tadında geçtiğini
söylememde bir sakınca yoktur, diye düşünüyorum. Beş haftadır izlediğimiz yüksek
tempo, bu hafta yerini sabit bir hıza ayarlamıştı. Bundan rahatsız oldum mu? Elbette
hayır! Aksine hızlı geçen beş haftanın ardından soluklanma fırsatı buldum. Hatta
bölümün sonunda soluklanamadım bile, nefesim kesildi, öldüm, bittim. Ayşegül’den Can’a Türkiye
televizyonlarında izlediğim en naif, en masum aşk itirafı geldi. Sanırım ekran önünde izlediğimiz vıccık vıccık aşkların ardından Ayşegül'ün bu ruh hali içindeki çıkışı bana "Aşk böyle bir şeymiş!" dedirtti. Yumuşak, sakin, zararsız, güldükçe kalpteki buzlar eriten... Bu sefer gerçekten aşk, eline çayını almış, "resmi" olarak kapıyı çalıyor.
Can Tekin’den
Mona Lisa ifadesi. Kahkahayı basabilir, romantiğe de bağlayabilir.
Aslında anlatacak, yorumlayacak o
kadar çok şey var ki… Ama dediğim gibi Ayşegül’ün itirafı resmen şirazemi
kaydırdı. Altı bölümdür ekran karşısında sadece "gülme ve kahkaha atma" motivasyonu ile durduğum için midir bilinmez, bu itiraf ile bir sakinlik, bir olgunluk geldi. Meğerse taş kalpli değilmişim. Güzel bir aşk gördüğümde yelkenleri suya indirebiliyormuşum. Ama yine de bu saf aşkı bir kenara bırakıp olan bitene konsantre ol Duygu! Her şey başlayana kadar zordur, der bir hocam. Bu bölümde güzel gelişmeler dışında neler olduğunu anlatmaya başla bakalım.
İlk kurbanım tabi ki Ece ve Efe çifti. Bu çift bazen tahammül
sınırlarımı zorlasa da sanırım alışmaya başlıyorum. Nerede bir Ece-Efe gördün, “Yav
he he!” deyip, ölü taklidi yapmayı öğrenmek lazım. Yoksa, kapıdan kovsan
bacadan girmede doktora derecesine sahip olan bu sevimli(!) çift ile ömür başka
türlü geçmez. Kaldı ki, yavuz hırsızlığa soyunmalarına rağmen Ayşegül, Efe’yi
resmen ödüllendirdi. Adam senden evini çalsın, satsın, sürekli burnunun dibinde
bitsin. Tüm bunlar yetmezmiş gibi sana ait eşyaları karıştırıp, seni tehdit
etsin; sonunda sen ona iş ayarla. Ohh, ne ala memleket! Biz bu kıza Ayşegül diyoruz ama bu kız bildiğimiz
melek!
Cınım
inişticiğim.
Ya aslında benim bir fikrim var: Bölüm
boyunca Ayşegül’ün yanında görünmez birisi olsa ve onu kötü niyetli kişilere karşı
korusa olmaz mı? Mesela bu kişinin Ayşegül’e vereceği ikinci isim (Ece-Efe’ye
inanmamak dinimizin gereği. Onları saymıyorum.) Elif olsa? Elif, ilk bölümden
bu yana çözebildiğim bir karakter olamadı, ne yazık ki. Murat’ı seviyor desen,
ne demeye Can için Ayşegül ile yarışıyor, derim. Can’ı seviyor desen, neden
cipil cipil gözleri her daim Murat’ın üstünde derim. Elif’ciğimin ilişki durumu
değil, kafası karışmış. Fakat bu karışıklık başta kendisi olmak üzere herkes
için tehlikeli bir hal alıyor, almasın. Ne demiş atalarımız: Keskin sirke
küpüne zarar. Sonra tansiyonu çıkıyor, şekeri düşüyor. Üstelik Ayşegül de kafatasının içinde bir beyin taşıyor. Elif hamle yaptıkça Ayşegül'ün de eli armut toplayacak değil ya! Mesela Can’ın ailesi artı Elif’in katıldığı yemekte Ayşegül’ün vurduğu
gol oldu. Yüzük konusunu o kadar güzel açtı, o kadar güzel anlattı ki... Ohh, ayağına sağlık!
"Elif ve vukuatları" köşesinde bahsetmek
istemediğim tek konu “Sen kimsin? Bir sana bak, bir bana bak! Can sana
bakar mı?” temalı konuşmasıydı. Bahsetmek istemiyorum çünkü cinlerin tepeme çıkıyor aynı zamanda asfalyalarım da atıyor. Kulaklarımdan çıkan yeşil dumandan bahsetmiyorum bile! Ayşegül, Can'ın (ya da herhangi bir erkeğin onu beğenmesi için) sarışın, yeşil gözlü olmaya, 34-36
beden elbiselerin içine girmeye mecbur mu arkadaşım! Zaten bu elbiselerin içine
girebilme sendromu kapitalist sistemin kadınlara dayatmalarından biri. Oyuna
gelmeyin!!11bir!!1!
Fırtınadan hemen
önce.
Bu görünmez kişinin Ayşegül’e
fısıldayacağı diğer bir isim Can’ın annesi Mediha Hanım Teyze olmalı elbette. Gelinler
ile kaynanalar yüzyıllardan bu yana neyi paylaşamıyor, anlamıyorum. Oğul olmak
başka şey, eş olmak başka. Bölümün tamamında Mediha Hanım Teyze’nin Can ile Ayşegül
(hatta Elif) arasına her türlü nifak tohumu sokma çalışmaları suya düştü. Hiç üzüldüğümü
söyleyemeyeceğim. Kaldı ki Can'ın dedesi de olayın farkında, ezdirmiyor kızı. Can'ın ailesi ve Ayşegül ile ilgili özellikle söylemek istediğim bir şey daha var. Öyle hissediyorum ki Can'ın babası Tahsin Bey Amca ile Can'ın arasındaki buzlar Ayşegül sayesinde eriyebilir. Ya n'olur erisin. Tam 1000 sevap points Ayşegül'ün hanesine yazılır.
"Gecenin bir körü gözlük takıp, parola diye dolaşayım da kimse ne işler çevirdiğimi anlamasın." kombini.
Ve Murat… Beklediğim isim! Güzel
bakışlar ama bir o kadar da tehlikeli hareketlerin sahibi kişi. Ayşegül’ün “Ben değil, bir
karakterim soruyor.” şeklindeki girişimi Ayşegül’ü Can’a karşı bir şeyler
kazanmasını sağladı. Ama bundan sonrası büyük sıkıntı. Murat’tan Ayşegül’e
geçen bir elektrik akışı var ki kaçmak mümkün değil. Üstelik kaçan da kovalanıyor. İnanmazsanız bakın:
Bakışlar gerçek mi, yoksa sonradan cerrahi müdahale ile mi eklenmiş?
Gel gelelim bu bakışlar beni yakar,
kendilerini yakar, her şeyi yakar, Elif’i iki kere yakar. Murat’tan Ayşegül’e
gelecek olan ilk itirafın Elif’in öğrenmesi demek… Düşünmek bile istemiyorum...
Cehenneme giden dolmuşun arka
koltuğundaki yolcular, azıcık sıkışın, Murat da geliyor!
"Murat mı? Hayır, tabi ki kafam karışmayacak!"
Bu aralar herkes, kendini ifade etmek
için şiir yazıyor. Bende mışıldağımı, ay pardon, ışıldağımı açtım ve Ayşegül,
Can, Elif ve Murat arasında kurulamayan gönül işleri koalisyonu için birkaç
dize yazdım. Benim neyim eksik, bende niye yok?
Çekin ellerinizi Ayşegül’ün üstünden,
kız mutlu olsun, bu nasıl ajitasyon
Elif, işine gücüne baksın, stres de
yapmasın, var onda da tansiyon
Murat, kafa karıştırmasın, olmasın
kimsede istasyon
Can’a hiç gelmiyorum, akıllını
kullansın, yapmasın gereksiz sansasyon
Bu akşam bitti İlişki Durumu: Karışık bitti, bu kadar mı porsiyon
Bu işler yine haftaya kaldı ama ben
diyeyim bu kafayla kurulamaz koalisyon.
Aşkıyla, çekişmesiyle ve tabi ki son
dakikada bize “Haddii canım!” dedirten finaliyle çok keyifli bir bölüm izledik. Yine vaad edilen ile izlediklerimiz tutarlıydı. (Ki bu duruma bayılıyorum.) Tüm
ekibin, set emekçilerinin ellerine, kollarına, yüreklerine sağlık. Yine çok
güzeldiniz…