‘İyi şeyler birdenbire olur’ dedik, onlar Başeğmez onlara
hüzün yakışmaz, elbet bir yolu bulunur dedik, bulutlara kadar yükseldik ve final
sahnesinde resmen yere çakıldık. Şoktayım, üzgünüm. Gülen gözlerle dolu mutlu
bir son beklerken ölümün soğukluğunu hissetmek çok üzücü. Hani bazı diziler vardır,
gelen ölümlere şaşırmazsınız, kötü bir son beklersiniz. Fakat Beş Kardeş tüm bu
ihtimallerden uzaktaydı. Onların başına gelebilecek en kötü şey karakola
düşmek, dayak yemek, maddi kayıplara uğramak olmalıydı; öyle ki Sait’le
Canan’ın nikahında uzayan ölüm muhabbeti bile bu ihtimali düşürmedi aklımıza.
Dizi şu sahnede bitse bu kadar üzülmezdim.
Gözlerinden yaşama sevinci taşan adamların ölümü görmek
isteyeceğim en son şeydi çünkü. Madem ekranda yer alamıyoruz, o zaman
atlarımıza binip gidiyoruz demek ne derece doğru, bilemiyorum. Tek istediğim Başeğmez’lerin
güzel yürekleri kadar naif bir final izleyebilmekti. Beş Kardeş mutlu mesut
bitseydi sıradan bitecekti belki fakat biz o sıradanlığı sevdik. Canımız gibi
sevdiğimiz, Başeğmez kardeşlerden biri gibi gördüğümüz kırmızı kamyonetimiz
havaya uçmasaydı, yıllar sonra finali andığımızda gözlerimiz mutlulukla
dolacaktı. Evet çok vurucu bir finaldi, koltuğa çakılıp kaldım, gözümden yaşlar
döküldü ama ben mutlu değilim.
Ne güzeldiniz...
Oysa 11.bölümde, Sevda Tepesi’nde öyle güzellerdi ki, o anda
ekranda final yazısı belirse itiraz etmezdim. Hep öyle bir son beklemiştim ben.
Belki birçok şey eksik kalacaktı ama zihnimizde tamamlanması mümkün olacaktı,
güzel hayaller kurabilecektik. Zaten Beş Kardeş izleyicisi erken final
kararından dolayı oldukça üzgündü, haftalarca umutlarını sürdürdü; üzgünüm ama
böyle bir finali hak etmediğimizi düşünüyorum. Finalin tek güzel yanı Leyla ile Mecnun müziğiydi, onun da ne derece hüzünlü olduğunu diziyi izlememiş olanlar bile anlamıştır zaten.
Oğuz Atay’ı tekrar tekrar anarak ‘iyi şeyler birdenbire
olur’ dedi ya kardeşler, nasıl da koltuklarım kabarmıştı. Kardeşler Sait’i mahcup
etmeyecekti, her şey yoluna girecekti. Güzel başlamıştı aslında, her zamanki
Başeğmez aksilikleriyle dolup taşmıştı dört bir yanımız. Sait’le Canan
evlenmiş, Mukadder ve Hakkı kardeşlerin evine yerleşmiş, hatta yeni evli çiftimiz
Melike’yi de yanlarına alıp balayına çıkmıştı.
Başeğmez bela timi.
Kardeşlerin Sait olmadan hayatta kalamayacağını az çok biliyordum
fakat bu kadar da hesapsız kitapsız olmalarını beklemiyordum doğrusu. Tanesi
1000 liradan, saraylarda kullanılan bardaklardan almak şahane bir göndermeydi,
tıpkı bir zamanlar Aziz’in ayakkabı kutulu sahnesinde olduğu gibi. Fakat o
kadar paraya bir çay ocağı açamayan kardeşler hiç ekmek almaya da mı gitmemiş,
bu beni çok düşündürdü. Hadi Orhan ve Aziz kabulüm, hadi Nazım gaza geldi ama
ya Turgut? Sen bir imamdın, aldığın maaş belliydi, gayet düşünceli bir adamdın,
ne ara bu hale düştün? Başeğmez abartısının hastasıyız ama bu mesele birazcık
fazlaydı sanki.
Buna karşın kadınların tepkisi de doğruydu. Evet, aşkla
karın doymuyor, hayatta kalmak istiyorsan bir yere kadar maddiyatçı düşünmek
zorundasın. Evlilik dışarıdan çok güzel görünse de, merdivenleri kemirecek
değillerdi sonuçta.
Artık kahvaltı masaları da eksik...
Fragmandan beri merakla beklediğim bir an vardı ki, sahne
boyunca güldüm. Orhan’ın uykulu uykulu kahvaltı masasına gelip, Hakkı’nın
kucağına oturduktan sonra düşünce gücüyle kahvaltı etmesi şahaneydi! Hakkı’nın
sahnelerin gerisinde dururken girdiği ruh haline de hayranım. Hakkı ve
kardeşler biraz daha çok bir araya getirilse muhteşem sahnelerimiz olurdu, bu
da Beş Kardeş’in keşfedilmeyen hazinelerinden biriydi bence.
'Hazırda torun var, Melike giysin o zıbını.' by Sait
Mukadder’in eve gelip torun da torun diye tutturmasının
yanında zıbın muhabbeti de gerçekten çok hoştu. Kadın kaç yaşına gelmiş, torun
sevip ona mercimek çorbası yapmak istiyor belki çok mu?
Halkın Öfkesi dinmeseydi...
Nazım’ın Halkın Öfkesi’ni satarken yere yıkılıp ağlamaya
başlaması ise bugüne kadar ağladığı sahneler arasında en anlamlısıydı. Bebek
gibi büyüttüğü, tirajını arttırdığı gazetesini kaybetmek kolay olmayacaktı
elbet. ‘Gazete sadece dört tarafı duvarla çevrili, üstünde damı olan yer
değildir.’ diyerek ise en güzel selamlardan birini verdiler, Hababam Sınıfı’na
selam olsun!
Gelgelelim dizi genel olarak şahane ayrıntılarla örülüyken
final bölümünde zurna bir yerden zırt dedi. Kardeşlerin en -başrolü- Sait,
dizinin finalinde bir göründü sonra ara ki bulasın. Balayına gitmesinler
demiyorum, gitsinler ama Sait’siz dakikalar gözüme çok eksik geldi. Balayı
dönüşünde de, durumu anlayıp yola koyuldu zaten. Sonrası malum. Sait’in
kardeşlerini bu kadar iyi tanıyor olması çok hoş da, başına bunların geleceğini
de tahmin etmeliydi bence.
Üstteki: Final sahnesinden önce biz/ Alttaki: Final sahnesinden sonra biz
Mavi çaydanlığın baş köşede yer aldığı Başeğmez
kahvaltıları, karakterlerin ruhunun derinliklerine inen, ilmek ilmek işlenmiş
odalarıyla Başeğmez malikanesi ‘yaşa-yerleş’ diyebileceğim kadar hoş bir mekan
olarak kalacak anılarımda. Gönül isterdi ki Sait’in her sabah kalkıp çayı
demlediğini, kahvaltıyı hazırlayıp, kardeşlerini uyandırdığını düşleyelim ama
onları sonsuzluğa uğurlayıp devam edeceğiz hayatımıza.
Başta Onur Ünlü, Serkan Keskin, Nadir Sarıbacak, Tansu
Biçer, Osman Sonant, Fatih Artman ve Nihal Yalçın olmak üzere tüm Beş Kardeş ekibine çok
teşekkür ediyorum. İyisiyle kötüsüyle 13 hafta boyunca evlerimize konuk oldunuz,
bu tatlı masalınıza bizleri ortak ettiniz, var olun!
Ve haftalardır derdimi anlatmama olanak tanıyan Ranini’ye ne
kadar teşekkür etsem az kalacak. Ranini.tv ailesine katılmam Beş Kardeş’in
4.bölümünün sonrasına denk gelir. Hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri
Ranini’ye mail gönderip bu güzel ailenin arasında yer almaktı. İyi ki
buradayım, iyi ki o maili göndermişim. Tabii ki 9 bölümdür benimle olduğunuz
için sizlere de binlerce teşekkürler! Final sizde hangi duyguları uyandırdı, yorumlarınızı bekliyorum.
Güzel günlerde görüşmek dileğiyle…