Ekrana bakıyorum. Sustuğum görülmüş şey değil ama bu
defa tıkanıyorum. Öncelikle bölümde emeği geçen herkesin ellerine sağlık demek
isterim. Sonrasında söylemeliyim ki yazının başlığı bölümden alıntı bir replik
değil. Bizzat hislerimden ibaret. Yaygın eleştirilerin aksine ben bu işe
gönlümün bir yanını ayırdım. Renklerinden midir, atmosferinden midir bilmem, bir
yanımı bu umuda sakladım. Evet Çilek, seni sevmeme şu kadarcık kalmıştı.. Bunu
bize neden yapıyorsun?
Bölümdeki sıkıntılar bölüm sayısını çoktan aştı
bile.. Önceki bölümle aynı şeyi izlediğimiz hissine bile kapıldım. Üçüncü
sezonunu tamamlamış, konuların dibini görmüş bir işin tekrara düşmesini bir
derece anlarım. Fakat rengarenk bir iş olarak ortaya çıkıp daha üçüncü bölümde
tökezlemek üzücü. Burak ve Aslı yine bir kaybolma macerasıyla bir araya
geldiler. Yine kirli kıyafetler, yine aynı tişörtü seçmeler, yine kreş
düzeyinde didişmeler.. Yan karakterlerin oyunculuğu ise her olumsuzluğun üstüne
tuz biber ekiyor adeta. Öylesine yapay işleniyor ki olaylar, içine dahil
olmamız neredeyse imkansız.
Beni neden sevmedin?
Demet Özdemir'in enerjisini eskiden beri sevenlerdenim.
Bunu ısrarla söylüyorum. Ancak önceki bölümlere nazaran bu bölümde Burak
karakteri oturmaya başlarken Aslı'nın pusulasının şaştığını görüyorum. Buna
abartılı mimikler de dahil. Burak'ın yan tarafında uyumasına bile izin vermeyen
bir kız, denizde aynı adamın kollarına zıplıyor. Bunu deniz korkusuyla mı
açıklarız? Sanmam.. Daha iki bölüm önce arkadaşıyla denizde seken Aslı değil
miydi? Ayrıca bar sahnesinde bırakın dans etmeyi, yerinden kalkmaya tereddüt
eden kız liman sahnesinde değme dansçılara taş çıkarttı. Olayların bütünlüğü
kadar karakter devamlılığı da altın kuraldır, bunu kenara not düşelim..
Abi git bak bakayım ben odamda mıyım..
Eteğimde dökmek istediğim çok soru var.. Çilek
Kokusu'nun ilk kuralı tüm erkek karakterlerin en az bir kez pembe kıyafet
giymesi midir? Şort, tişört, pantolon derken çeşitliliğe doyduk. Bir soru
daha.. Aslı'nın yokluğunda annesi yeni ev ararken bin lira kiraya ''Owww
inanılmaz'' diye sitem ediyor. Peki şu an yaşadıkları, sokağı denize çıkan iki
katlı eve ne kadar kira ödüyor? Ve son soru.. Neden sürekli araba içinde geçen,
amaçsız diyaloglarla örülü sahneler izliyoruz?
Biz kimiz ki? Biz napıyoruz ki?
Karakterlerin geçmişlerine nihayet ufak dokunuşlar
yapıldı bu bölüm ve öğrendik ki Burak'ın da bir kalbi varmış. Aslında böyle bir
dizide öyle çok fırsat var ki.. Kuzenler arası çatışmalar, geçmişe dönük
travmalar, dostlukların heyecanı, gençlerin ortak sahneleri.. Ve daha niceleri!
Mesela parti sahnesi çok etkili bir ivmeye dönüşebilirdi ama hızlıca başka bir
koz olan kaçırılma mevzusuna yönlendirildik. Keşke bu kadar aceleci olmadan da
hızlı davranılabilse..
Ay ay ay little princess..
Çekimlerde olumsuzluğa dair hiçbir iz yok. Renkler,
kıyafetler ve mekanların sıcaklığı öylesine güzel ki.. İhtiyacımız olan tek şey
o dünyanın yaşadığına inanmak. Şuraya da biraz işlenmiş ruhlar çizelim..
Velhasılıkelam Bodrum gibi doğa harikası bir mekan avantajı varken bu
eksiklikler göz yoruyor. Diyaloglar konusunda ise şunu söylemeliyim; bölüm
bitince aklımda kalan tek bir cümle bile yok.. Her sahnede ''Şimdi x gelecek,
şurda adam dönecek'' demek ve haklı çıkmak çok sıkıntılı. İnsanların
damarlarından temiz ve taze kan akmalı, sahnelerin ise sağlıklı diyaloglar..
Güzel günler yakın, meşaleleri yakın..
Her şey güzel olmaya çok yakın. Bu yakınlığı bir kez
daha uzaktan izlemeye takatim kalmasa da umudumu saklı tutuyorum. Umarım ilk
öpücük, şaşırtma işlevinden çok daha fazlasına yarar ve tıpkı masallardaki gibi
her şeyi değiştirir. Son olarak bir dizi izleniyor diye içindeki aksaklıkları görmezden gelmek ve sırf reyting alıyor diye "doğru yol" olarak etiketlenmesi sektörün geleceği ve mesleğe girecek gençlere bırakılacak yol pusulası adına üzücü olur. Bunları görmezden gelmek, bahsini açmamak, sadece önümüze koyulanı izlemek ve baştan ayağa kadar 13-15 yaş grubuna hitab eden bu hikaye ile sadece vakit öldürmek de bir tercih...
Gerisini birlikte göreceğiz. Güzel günler.