Amanos diz çökmüş, Amanos ağlıyor, Amanos “aman” diyor ama
artık çok geç. Merhamet durağı geçileli çok oldu. Amanos’un kapılarına bir bir
omuzlar vuruldu ve bazı başlar omuzsuz kaldı. Zalimlerin bile adını duyduğunda
durdukları yerde buz kesmelerine sebep olan Petruggio yavru bir köpek gibi
ensesinden tutularak avluya getirildi. Fakat yüzünde yavru köpeklerin ne
şirinliğinden, ne de masumiyetinden bir eser vardı.
Söylentilere göre bebekken dahi kundağına yanaşıp sevmeye niyetlenen
kadınlar bir hafta korkudan uyuyamaz, yeni doğurmuş analar o dakka sütten
kesilirmiş. İşte böylesi bir iblisin son anlarına gelmiştik. İntikam haktı!
Fakat Kayı’yı onlardan farklı kılan bir meşrep
vardı. Onlar nefsine uymaktan utanırdı. Bu yüzdendir ki Turgut tek bir balta
darbesiyle Petruggio’nun omuzlarını başsız bıraktı. İslam Dünyası derin bir
nefes çekti. Bu öyle büyük bir zaferdi ki Deli Demir -ki adı artık Deli Gazi’ydi-
daha akan sıcacık kanlar kuruyup pıhtılaşmadan destansı hikayesini hemen orada,
savaş meydanında anlatmaya başlamıştı.
Bizimkiler ölmemiş rahat olun kızlar.
Obaya zaferin haberi salındı. Cihana hükmedecek obanın
kadınları daha fazla merakta kalmamalıydı. Tüm düşen şehitlere rağmen oba
bayram yerine döndü. Çünkü biz onları düştü sanırız ama şehitler düşmez!
Köklerini bilmediğimiz, dallarını ise sadece
hissedebildiğimiz Ak Sakallılar'ın Afşin Bey’i Amanos’da çoktan karanlık
planların yapıldığı belgelere gömülmüştü. O kağıtlardan öğrendikleri dimağına
sığmıyor ama bir sonraki cümleyi de asla dışarıda bırakmıyordu. Tarihteki ilk
winrar girişimi o an yaşanıyordu. Bilgileri sıkıştırıp sıkıştırıp bir köşeye
bırakıyordu çünkü hiçbir şeyi unutmamalıydı. Öyle ki o bilgiler 1000 kale
değerindeydi. Kayılar fethin değerini gerçekten anlamıyorlardı. Zaten maneviyat
dışında değer verdikleri başka bir şey de yoktu. Koca kaleden çıkan 3 sandık
altını da Süleyman Şah hıristiyan, müslüman demeden Amanos’dan mağdur olan
mazlumlara dağıttırdı. Gönlü zengin, heybesi boş bir adamdı Süleyman Şah.
Fetih şanlıydı ve bunu herkes bilmeliydi. Bilmeliydi ki
karanlığın evlatları korkuyu hissetmeliydi. Korkmayanın zaten vay haline...
Kardinal Tomas belki bire bin katacaktı ama önemli değildi. Önemli olan
hikayenin sonuydu. Bin yıllık mesajlar verildi. Bu dava bitmeyecekti ve
bitmedi. Bugün onlar kazanıyor gibi görünebilir! Fakat sona gelindiğini kim
söyledi? Kaldı ki o an bile bu dava bitmemişti. Fitnenin tohumlarından biri
hala kaledeydi. Bizim ilk gördüğümüzde aklımıza gelen şey onun yarım saat sonra
aklına geldi ve kılığını değiştirdi. Titus artık bir alp gibi görünüyordu.
Tarihteki ne ilk ne de son göründüğü gibi olmayan insandı. Hepsi gibi elbet
Titus da cezasını bulacaktı. Amanos destanı da böyle yazıldı işte...
Allah kabul etsin.
Süleyman Şah obaya döndüğünde dünya artık daha saf bir
yerdi. En azından bir süreliğine öyleydi. Bayram yerine dönen obada halk
çıldırmış gibi Süleyman Şah’ın adını haykırıyordu. UEFA Kupasıyla ülkeye dönen
Fatih Terim dahi böyle karşılanmamıştı! Herkes sevdiğine kavuştu da Gündoğdu
uzaktan bakmakla yetindi.
O ki, Şeytan’ın staj için iblislerini yanına yolladığı
Selcan Hatun perperişan bir hale düşmüştü. Kimsenin inanmaması değil,
Gündoğdu’nun inanmaması da değil, Gökçe’nin inanmaması içini yakmıştı. O,
Gökçe’ye “gardaşım” derdi ama aslında onu evlat bellerdi. Her evlat gibi Gökçe
de nankörlüğü düstur bellemişti. Zaten insanoğlu birini suçlu ilan etmesin, her
şeyi ondan bilir.
Gökçe çemkire çemkire suçladı anne yarısını! O yetmedi,
Gündoğdu da tokadı ağzının üstüne vurmak suretiyle resmen dövecekti. Aslında
Gündoğdu’nun öfkesinin yarısı da kendisineydi. Kandıran Selcan ise kanan
Gündoğdu idi. Selcan’ı affetmesi için önce kendini affetmesi gerekiyordu ki
zorlandığı esas nokta da burasıydı. Gündoğdu’nun içindeki savaş çetindi ama
Selcan Hatun çoktan mağluptu. Gitmekten başka çaresi kalmamıştı ve gitti...
-: Size iki şiş attırayım mı çocuklar? +: Sağ ol beyim biz yedik de geldik.
Düşman bol, dost ise az. Az olan her şey gibi o da çok
kıymetli. Hele ki verilen kıymet bir de karşılıklıysa işte o zaman paha
biçilemez olur. El Aziz eski düşman, yeni dosttu. Hem de paha biçilemez bir
dost. Savaşın yaraları ağırken kendince pansumana geldi. Ne de iyi etti...
Mısıra gidecekmiş. Belli ki bir daha göremeyeceğiz ama olsun varlığını
bileceğiz. Güzel kardeşinin Ertuğrul aşkını onunla beraber biz de unutacağız.
El Aziz doğru yolu bulmuş, Halep’deki hainler ağı
çökertilmiş, yetmemiş Amanos tapınakçıların başlarına yıkılmış, sevenler
kavuşmuş, hatta kuşatmanın şehitleri de gömülmüştü ama bir konu vardı ki o ana
kadar gizemini korumuştu. Sandık! Tüm şer odaklarının peşinde olduğu gizemli
sandığın bırakın içerisinde ne olduğunu, kime ait olduğunu dahi merak etmeye
cüret edemiyorduk! Arabi Hazretleri'nin huzurunda ses çıkarmadan, itiraz
etmeden, acelecilik göstermeden bir sezon bekledik. Nihayet lütfetti.
İçerisinde ne olduğunu değil. Kime ait olduğunu öğrendik. Ertuğrul’a aitmiş. Bu
öyle bir gizemdi ki aslında son ana kadar kime ait olduğunu Arabi hazretleri
dahi bilmiyordu. Ertuğrul’a bahşedildi. Hatta koca bir imparatorluğa...
İşte Osmanlı böyle doğdu.
Türk hükümdarları çıbandan çektiğini ne Hasan Sabbah’dan ne
de tapınakçılardan çekmiştir. Arabi Hazretleri de Süleyman Şah’ın sırtını görünce
hüzünlenmişti. Bulunduğu telkinler ise hiçbir işe yaramadı. Moğollar geliyordu
ve Anadolu beyliklerinin toplantısına katılması hayatından daha önemliydi!
Sadece durumdan emin oldu Süleyman Şah. Yakında hakka yürüyecekti. Ölümden
korkmuyordu ama dünya işleri de vardı. Beylerin toplantısına gitmeden hemen
önce Halime ve Ertuğrul’un düğününün yapılmasını istedi. Onu bu kadar mutlu
eden, yüzünü bir gün olsun kara çıkarmayan, toyu da avı da gözünü kırpmadan
emanet edebileceği evladı en azından bu kadarlık bir mutluluğu hak ediyordu.
Ertesi akşam olduğunda imam nikahı kıyıldı. Ertuğrul Gazi 10
dirhem altın ve 20 koyuna Halime Sultan’ı nikahına aldı. Turgut bile daha
fazlasını vermişti. Ertuğrul’un verebileceği ise o kadardı... Tıpkı babası gibi
onun da gözünde dünya malı yoktu. Koca obayı yönetiyordu ama verebildikleri alpinden
azdı. Böylesi bir ahlakla Kayı obasından filizlenip dünyaya hükmetmiş
bir imparatorluğa dönüştüler. Fakat günümüzde dünyanın en fakir 100 müslüman
ülkesinin liderleri dünyanın en zengin insanları listelerinde yer alıyor. Bu ayıp İslam alemine yeter de artar bile.
Selcan gtmş çk ktym şuan ltfn çkme...
Nikahtan çadıra geçilirken Kayı obası her zamanki
geleneğini yine uygulamıştı. Yol boyunca onlara eşlik ettiler. Koca alanda sadece
bir kişi yoktu. Zaten kimse de farkında değildi. Gündoğdu hariç... Süleyman Şah
da affet demişti. Nikahtan sonra soluğu Selcan Hatun’un çadırında aldı ama
Selcan Hatun gitmişti...
Sen geçmişini bırakabilirsin ama geçmişin seni kolay kolay
bırakmaz. Bela o kadar alışmıştı ki Selcan Hatun’a artık çağırmasa da
geliyordu. Gündoğdu obanın dışında Selcan Hatun’u ararken yılan Titus’un
hedefine girdi ama Selcan Hatun hem kendini hem bebesini feda etti. Selcan
Hatun kurtulacak mı bilmiyorum ama bir bebe daha hayatını kaybetti. Şimdi
Titus’un elinde ok, savunmasız Gündoğdu ile karşı karşıya kaldı. Neler
olacağını Diriliş “Ertuğrul” 26. Bölüm’ünde yani sezon finalinde göreceğiz.
Emin olduğumuz tek şey Tituslara rağmen Kayı büyümeye devam edecek.
Bölüm, TRT 1’de devam ederken bölüme paralel olarak Hüseyin Dal
da Twitter’den Üstad Petruggio rolündeki Levent Öktem ve El Aziz rolündeki
Mehmet Emin İnci’ye veda etti. Gerçekten iki oyuncu da muazzam performans
sergilediler. Yolları açık, şansları bol olsun.
Haftaya görüşürüz.