İnsanın en büyük savaşı geçmişi ile hesaplaşmasıdır!
Bizler geçen haftayı gerimizde bırakırken, kırk altıncı (46) bölüm de ardında birçok soru işareti bıraktı. Haftalardır süre gelen DNA testi olayı ve yaşattıkları artık son durağına gelmişti. Bundan sonra o hikâyeden başka bir sonuç çıkamazdı. Yerine yeni hikâyelere ve olaylara odaklanmamız gerekiyor. Evet, en nihayetinde Halide ile Gülfem’in DNA doku uyum testi sonucu %99,9 oranında eşleşti. Halide, basın mensuplarının ve bizlerin önünde resmi olarak Gülfem Sipahi’nin biyolojik annesi olduğu bir kez daha kanıtlandı. Bundan kırk yedi (47) hafta önceye gittiğimizde Halide ile Gülfem’in karakterlerini ve davranışlarını ele aldığımızda karşımıza birçok soru işaretleri çıkıyordu. Haftalar ve bölümler ilerledikçe gerçeğe bir adım daha yaklaştık ve artık lastik gibi uzamaya devam eden bu anne-kız serüveninin ilk aşamasını sonlandırdık.


Kırmızı mı, mavi mi? 

Gülfem asırlık rüyasından (tamam, mübalağa ediyorum) uyandı. Bu zamana kadar Gülfem’in birçok kırılma noktasını izledik. Her türlü oyununa şahit olduk, fakat bu seferki başka. “Gülfem Sipahi’yi ne yıkabilir ki?” derken en büyük korkusu başına geldi. Gülfem egosuna düşkün bir kadın! Kendinden başka kimseye önem vermezken aslında kendini de sevmiyor. En büyük çaresizliği de buydu. Kalkan zırhı kalındı. O aşılmaz setlerinin ardındaki yaralı ve kırılgan küçük Gülfem’i bir türlü aklından silemiyordu. Zaman içinde soyadını ve güzelliğini zayıf kişiliğine karşı korumak için kullanmaya başladı. Her şey böyle güllük gülistanlık giderken Gülfem, buzdan kalkanlarını eritecek olan rahibinin farkına vardı. Bunun için savaştı. Genç kızlık aşkını bile silah olarak kullandı. Gülfem bunları yaparken karşı taraf neden boş dursun? Hem de elinde öyle bir koz varken!
 
Yıkılmadım, ayaktayım!

Gülru bu fitili haftalar önce ateşlediğinde Gülfem’in bu an’ı duyduğundaki tepkisi beni oldukça meraklandırıyordu. Büyük bir kırılma noktası olacaktı. Hikâyede bazı algıların altı dolmaya başladı. Tabii ki de hemen Halide’nin boynuna “Anne, anneciğim…” diye sarılmasını beklemiyordum. Bekleyen var mıdır acaba? Gülfem her krizin üstesinden ustalıkla gelirken, bu krizi nasıl atlatacağı ustalığının başarısını kanıtlayacaktı. Gülfem Sipahi asla pes etmez. Çelik gibi her daim ayakta dimdik durmak zorundadır. Yok, öyle bir şey! Hepimiz etten kemikten yapıldık. Dimdik ayakta duracaksak ne anlamı kaldı insanlığın?


İlaç koleksiyonuma bir yenisi geldi.





Küçücük çocuğa verdiği akla bak .


En güzel dert ortağıdır Toprak Ana.

Evet, Gülfem’in maskeleri var. Böylece güçlü olduğunu göstermek ve yenilmediğini tüm cihana duyurmak istedi. Ama Ömer’in de dediği gibi Gülfem aslında bir korkak. Güçsüzlüğünü kendine bile gösteremiyor. Yüzleşmekten koruyor. Bu da geçmişte kaynaklanan marazından kaynaklanıyor. Bilinçaltındaki duyguları onu bu hale getirmiş. Küçük Gülfem annesi Süheyla Hanım’dan aldığı en önemli mirası hayatının ilkesi edinmiş. Daima dik durmayı, gözyaşlarını kimseye göstermemeyi öğrenmiş. “İnsanın kendine yapacağı en büyük haksızlık kendisine acımasıdır.” sözleri kulağından bir gün olsun silinmemiş. Ne yaşarsa yaşasın, bunun içerisine ölüm de girmek şartıyla, asla ama asla Gülfem Sipahi dik durmayı bir gün bile olsun unutmamış.


Hiç acımadan parça pinçik ediverdi.


Gözlerden yaş değil kıvılcım çıkıyor!


Adam olmayacaksın Yonca!

Gülru boşuna Gülfem’e hayran olmadı. Belki Süheyla Hanım’ın bu sözlerini duymadı, belki de daha dünyada tohum bile değildi ama Gülfem Sipahi’nin acıdan kıvransa bile dimdik durmasına hayran kaldı. Bu nedenle küçük yaşından itibaren “Büyüyünce Gülfem Sipahi olmak.” istiyordu. Gün geçtikçe Gülfem Sipahi’nin maskelerine hayran kaldı. Gün geldi hayranlıkla takip ettiği o kadının tüm gerçeğini elinden aldı. Hayata olan inancını kırdı. Profesör Doktor Enver Sipahi ile saygı değer Süheyla Hanım’ın müşterek kızı değildi. Babası böyle bir alçaklığı nasıl yapardı? Babasına karşı olan hıncını mezardaki çiçeklerden alması kadar doğal olmayan bir duygu yoktu. Hesap soracağı kişi hayatta değildi ve ancak hesabını bu şekilde alabilirdi.


Yoo, haberi Ranini yapmadı. Sadece renk benzerliği :)

Kabuslar sadece rüyada olmaz Gülfem.


Halide'yi de kaybettik.


 Eski dosttan düşman olmaz!

Gülfem annesiyle olan geçmişini düşünürken, kendi geçmişinde yaptığı bir anlık öfkenin gelecekteki yaşantısının kaderini nasıl belirlediğini hatırladı. Bu da daha çok yaralanmasına neden oldu. Bundan sonra aynı acıyı tek başına kaldırabileceğini sanmadı ve Onur’a her şeyi olduğu gibi anlatmak en iyi seçeneğiydi. Gelecekteki huzuru için geçmişiyle savaşmak insana ağır gelir. Omuzlarındaki yük daha fazla kamburlaşmadan paylaşmak tek çözüm yoludur. Gülfem, Sipahi Köşkü’nün küçük ve tek prensesiydi. Annesi ve babası sadece ona aitti. Bir gün tüm bu özerkliği annesinin karnındakinin balon yerine bebek olduğunu öğrenene kadar devam etti. Yeni bir bebek algısı Gülfem’in tüm psikolojisini alt-üst etti. Balon söndü, annesi de söndü. Balon yerine bir bebek gelmişti ama annesi de gitmişti. Bebek, annesini Gülfem’den çaldı. Hem de bir daha asla görmemesi üzerine. Çocuk aklıyla bir ceza vermesi en doğru olanaydı. Başka bir yolu yoktu. Bebek geldiği gibi gidecekti. Ama nereden bile bilirdi ki nefesinin kesilip hipoksik şoka uğrayacağını?


Ömer: Biraz daha sıkı sarılırsam kemikleri kırılacak. 


Nasıl? Güzel mi sevdiğin adamın kokusu?

Yazımı burada bitirmeyi planlıyorken geçen haftanın bizim için sürpriz olan bir sahnesine değinmeden geçmek istemiyorum. Gülru bundan böyle “savaşma seviş” mantığıyla ilerlemeyi seçti. Anlayacağınız (şimdilik) aşk galip geldi. Ömer’in hadi bu diyarlardan gidelim blöfüne karşılık Gülru, düşünmeden sevdiği adamla gitmeyi tercih etti. Fakat bunca yaşananlardan sonra Öm-Ru’nun bir araya gelme ihtimali beni biraz düşündürüyor. Aşk her şeyi affeder de her şey aşkı affeder mi? Burada biraz sıkıntı yaşıyorum. Yani biz, bu kadar bölüm boşuna mı Ömer ile Gülru’nun ayrılık acısını çektik? Olmazlıklarla boğuştuk. Söylenen sözlerin unutulması, kanayan yaraya tuz basılması ne çabuk akıllardan silindi? Hadi bunları da görmezden geldik. Sezon finaline bir bölüm kalmışken önümüzdeki sezona yer açabilmek için reyting kokan kalem oyunlarından başka bir PR çalışması aklıma gelmiyor. Bu da izleyicinin odak noktasını değiştiriyor. Eğer algıda seçicilik bu ise benim algım ne yazık ki seçti. Hikâyeye olan inancımı da kırdı.
 
Bu bölüme başta Canan Ergüder olmak üzere gönlü değen herkesin emeğine bin bereket! 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER