Hayatta her şeyin bir sırası
vardır. Her zaman buna inandım. Eğer şimdi olması gereken bir şey varsa o
yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün zaten olmaz. Shakespeare’in ölümsüz karakterlerinden Hamlet
“Bütün mesele hazır olmakta.” demiş. Doğru değil mi? Hazır olduğunda olmaz mı? İster
inanın ister inanmayın. Yaşamın bir kuralı var: Kader! Ne erteleyebilirsin, ne
geciktirebilirsin, ne de öne alabilirsin. O zamanını bekler ve uygun bir anda
gerçekleşir. İnsanlar seçimlerini yapar ama o seçimleri kader belirler. Hayatta
ne yaşacağımız kader tarafından belirlenir. İnsanlar seçimleriyle kaderlerine
yön verirler. Peki, rastlantılar bunun neresindedir? Seçimimiz ve kaderimiz
arasında o da yerini alır. Bazen küçük bir dokunuşla seçimimizi belirlemeye yön
verir. İşte bu da rastlantılardır. İlahi güç gibi bir şey… Böylece çıkmaza
düşmekten kurtuluruz.
Gözleriniz aşkla bakacaktı, nefretle değil!
Ne olduysa o geceden sonra
oldu. Gülru bir rastlantı sonucu babasının ölümüyle – ki bu bir kaderse, seçimini
intikam almaktan yana kullandı. Bu savaşı Gülru başlatmamıştı ama
körükleyenlerden biriydi. Ömer haklıydı. Gülru’nun vicdansız savaşı, Ömer-Gülru aşkına dair hiçbir umut kırıntısı bırakmadı. Gülru, Sipahi kadını
olursa böylece intikam planının ve şansının yolunda gideceğine inanıyordu. İntikam
hırsı gözünü kör ettiği için karşısına çıkan en önemli şansın Ömer Hekimoğlu
olduğunu göremedi. Eğer o gece bu intikam planını duyduğunda direkt Ömer’in
yanına gitseydi şu an her şey çok farklı olacaktı. Ömer sevdiğini asla yarı
yolda bırakmazdı. Bu savaşı tek nefes olarak verirlerdi. Belki Gülru
gerçekten Sipahi olmayı istiyordu.Belki de 6 yaşından beri bilinçaltında ve üstünde
bunu barındırıyordu. Hayalini, aşkını, ruhunu kim aldı veya kime verdin? Önemli olan
soru bu değil mi? Soruya verilen cevapla yeni hayatını seçmiş olmuyor musun? Ömer
bir küçük masum kız sevmişti. Hayatı boyunca süs bebeklerinden kaçmıştı. Tüm masumiyeti
ve doğallığı Ömer için çok şey ifade ediyordu. Gülru hayatla olan savaşını Ömer’i
kaybederek verdi. Ömer’in de dediği gibi savaşın kazananı yoktur. Kazandım sanırsın
ama kaybettiklerin kazandıklarını fazlasıyla geçmiştir.
Bu karenin dile olsa da konuşsa. O kadar çok şey anlatıyor ki ne sayfalar yeter anlatmaya ne de sözcükler...
Gülfem çok acı çekiyor. Bunu da yine güç maskesiyle gizliyor. Aslında güçlü bir kadın değil. Egosu tavan yapmış
birinin empati yetesi de olmaz. Kendisinin yaşadığı sorunlar ya da mutluluklar
her zaman ön planda. Hayat sadece Gülfem’in etrafında dönüyor. Bunu da sahte
kimliklerle güzel bir şekilde örtbas ediyor. Her şey olurken birini unutuyor. Cihan
ne kadar sessiz ve sakin kabuğuna çekilmiş gibi görünse de her şeyi en
ince ayrıntısına kadar görüyor. Gülfem’de, Gülru da bu gerçekle yüzleşmek
istemiyor. Cihan’dan çok şey saklıyorlar. Cihan da bunun farkında.
O an kim olsa Gülfem'in boğazına yapışırdı.
Evet, Gülfem hâlâ Ömer’i seviyor.
Ömer bir başkasını severken de Gülfem, Ömer’e âşık. Amansız bir hastalık gibi
ruhunu bu sevgi bırakmıyor. Acı çekecek. Çünkü Ömer hiçbir zaman Onun olmadı.
Geçmişte aşkına sahip çıkmadığı için gelecekte de o aşka sahip olamadı. Her ne
olursa olsun o Gülfem Sipahi’ydi. Egosuna yenilip vazgeçmeyecekti.
Gencim güzelim, Gülfem'den neyim eksik?
Olmayacak bir rüyaya inandım.
Çiçek, Taner’i değiştirdi.
Hoyratlığını ve hayata olan acımasızlığını mıknatıs gibi sevgisiyle çekti.
Taner, babaannesinin yattığı hastaneye geldiğindeki tereddüdünü
anlayabiliyorum. Arafta kalmanın ne demek olduğunu yaşamayan bilmez. Bir yanın
yaşananlara karşı üzüntü duyarken, diğer yanın “Bana bu kadar çektirdi, biraz
da o çeksin.” der. Bunun sevmekle ya da sevmemekle hiçbir alakası yoktur.
Sadece vicdan sahibi biri bu denli arada kalır ve arada kaldığı için acı çeker.
Bir an tüm yaşananları unutup şu ana bakmak ister, fakat geçmişin yarası daha
kabuk bağlamamıştır. Vicdanın sesini dinlemek ne derece doğrudur? Seçimini
yapmak bu kadar zor mudur? Hayatı akışına bıraksak ne fark eder? Sürekli
beyninden bu soruları geçirir durursun. Sonunda seçimini vicdanından yana
kullanırsın. İşte o zaman vicdanın ne denli kudretli olduğuna bir kez daha
şahit olursun. Vicdan, hayatta her şeyi görmüş ve kalbi iyiliği seçmiş
kişilerde bulunur. İnsana hastır. Bir yanı ne kadar yanlış yaptın dese de o
anki akışa göre hayatına yön verirsin.
Beni küçük düşüremezsin Gülfem Sipahi. Bunun hesabını çok ağır ödeyeceksin!
Gülfem yine egosuna yenildi
ve sosyal statüsü ile Gülru’yu ezmeye kalktı. Salih Efendi’yi bu defa egosuna
yem etti. Belki Gülru’nun elinde babasından başka koz kalmamıştı. Belki 6 yaşından
beri Gülfem Sipahi olmak istiyordu. Onun yaşam tarzına, arkadaşlarını,
giyimine, konuşmasına hayrandı ve bu nedenle Gülfem Sipahi olma gibi bir hayali
vardı. Ama Gülfem kibrine bu kadar çabuk yenilmemeliydi. Gülfem’i tek yok
edecek sebep zaaflarının yüksek olmasıdır. Asansördeki monologu da bunun tek
göstergesidir. Monolog dedim çünkü Gülfem diyaloga girmeyi sevmez. Sadece onun
görüşü vardır ve önemlidir. Gerisi laf güzaf! Gülfem için bugüne kadar saydığım
tüm özellikler tek bir semptomu tanımlamakta. Bu davranışların psikolojideki
anlamı narsistik kişilik bozukluğuna denk geliyor. Araştırdığınız zaman da bu
özelliklerin Gülfem ile birebir uyuştuğunu göreceksiniz.
Hoş geldin Halide, güle güle Münevver.
Müjde, bir annen oldu Gülfem!
Münevver Hanım, Halide ile
Gülru arasında kalmaktansa gitmeyi tercih etti. Bence de en güzel kararı verdi.
Umarım bundan sonra kadını rahat bırakırlar. Bunun yanı sıra giderken de
ardında birçok soru işareti bıraktı. Halide’nin bu kadar tehdit malzemesi
yaptığı diğer bir sırrı neydi de kadının canına tak etti? Bir bakıma Halide’nin
Sipahi Köşkü’ne geri dönmesi iyi oldu. Böylelikle olaylar daha çok kızışacak ve
Güller arasındaki gerilim artacak. Zaten Gülru, DNA testini Gülfem’in başucuna
koymakla bombanın pimini çekmiş bulundu. Bundan sonra Halide’nin ölüm
tehditleri vız gelir. Gülfem gerçeği öğrendi. Çok sevgili babasının biricik
eşinin kızı değildi. Peki, Enver Sipahi gerçekten Gülfem’in babası mıydı?
Elbette önümüzdeki bölümlerde bu gerçekle de yüzleşeceğiz. Şunu söylemeliyim ki
Gülfem baştan inanmayacak. Hatta inkâr edecek. Öyle hemen Halide’yi bağırana
basacağını da düşünmeyin. Gülfem Sipahi’den bahsediyoruz. O, Dünya’ca ünlü bir
profesörün kızı olmak varken hizmetçi parçasını annesi olarak kabul eder mi?
Önümüzdeki bölümü merakla bekliyor olacağım. Yer yer durum komedilerinin
olduğu, entrikanın, kavganın hiç eksik olmadığı güzel bir bölüm izledik. Gönül
veren herkesin emeğine sağlık!