Yüzümde
tatlı bir gülümsemeyle oturdum bu hafta yorumun başına. Diyebilirsiniz ki; “manyak
mısın silahlar çekilmiş, Zülfikar kaçırılmış, sert bir bölüm sonu olmuş, bunun
nesine gülümsüyorsun?” Haklısınız, ama şöyle ki isterse kan gövdeyi götürsün, sahneler
birbiri ardına nazikçe akıyor, olaylar belirli bir mantık içinde ilerliyor ve
ben heyecanla, dikkatle bölümü izleyebiliyorsam benim keyfim yerine geliyor.
Yani öyle çok karakter ile gülen karakter ile ağlayan bir seyirci tipi değilim.
18. bölümde son sahne hariç çok ekstrem şeyler olmamasına ve bölümün çok geç
bitmesine rağmen, 18. Bölüm Poyraz
Karayel’i mutlulukla, sıkılmadan izledim. Elbette her şey güllük gülistanlık
değildi ama gelin önce mutluluk sebeplerime bakalım.
Bi’ 18 bölüm
de pembe rujla mücadele edeceğim galiba!
Hepsinden
önce söze bu bölümdeki en büyük mutluluk sebebim olan Ayşegül’ün saçlarından
başlamak ve teşekkür etmek istiyorum. Ayşegül’ün maşalanmayan saçları beni
nasıl mutlu etti anlatamam. Haftalar sonra Ayşegül’ü 10 yaş genç gösteren
modern imajına kavuşturdukları için binlerce kere teşekkürler.
Depresyon
dedikleri
Ama 17. bölümde
beni çok rahatsız eden; Begüm’ün aşırı karikatürize kötülük anlayışı 18. bölüm ile
tam beklediğim kıvama gelmesi esas mutluluğumun kaynağıdır. Hem bence böylesi
çok daha tehlikeli. Begüm’den beklediğim kötülük tipi, kötülük için kötülük
değil sanat için kötülüktü. Yani sakin ve umursamaz kadını oynayıp Ayşegül ile
soğuk savaş ilan etmesi bizim için daha tüyler ürpertici olacak. Ancak
hepsinden önemlisi Begüm’ün canavar değil insani yanlarını ve zayıflıklarını
izlemek benim için çok daha ilgi çekici. Çünkü cidden sorunlu bir kadın profili
var karşımızda ve ben bunun derinliklerini izlemek için sabırsızlanıyorum. (Evet,
sorunlu karakter seviyorum, ne yapayım.)
Hangi ara bu
kadar içli sarılacak acıları yaşadınız sevgili ZülfÇiğ?
Geçen hafta
tek yüzümü güldüren âşıklar, Zülfikar ve Çiğdem, en izlemeye bayıldığım aşama
olan ‘canım cicim’ günlerini transit geçerek ‘yıllardır kavuşamayan âşıklar’
aşamasına hızlı transfer olmaları ile bu hafta bana hayal kırıklığı yaşatanlar
oldu. Öncelikle Zülfikar’ın âşık halini çok sevdim ‘gülüm’ deyişinin hastası
oldum. Ama neden daha önce sadece beş kere görüşmüş Zülfikar ve Çiğdem’in
birbirini tanıma sahneleri es geçilerek biz, cumburlop, hikâyenin dramasına
daldık ki? Önce bir onların aşkına biraz daha ikna olsaydık. Çiğdem’in Zülfikar’ı
silahı ile kabul edişinin perde arkasına daha yakından baksaydık. Hele Zülfikar’ın
Çiğdem’i Bahri Baba ile tanıştırmaya getirmesindeki noktayı bulmakta o kadar
zorlandım ki bir an, iki üç hafta komaya girdim de diziyi kaçırdım sandım.
Tarih ve
tekerrür hikâyesi en bi' sevdiğim!
Bu aşkın
arkasından çok güzel bir hikâye potansiyeli var bunu da görüyorum ve bunun için
heyecanlanıyorum da. Ancak gelecek vaat eden ve 10 bölüme yayılabilecek olan bu
hikâyenin sabırsızca tüketilmesinden de endişe duyuyorum. Elbette Çiğdem’in
babasının Zülfikar’ın işkencecisi olmasından bahsediyorum. Bunun sinyalini
gözleri bağlı Zülfikar sahnesi ile çok güzel hissettik ve tüylerim diken diken
olmadı dersem yalan söylemiş olurum. Hatta bu düğümü görüyor ve arttırıyorum: Çiğdem’in
babasının, adını Mümtaz’dan yeni duyduğumuz Adil Topal, Sema’nın savcı babası ve
Bahri Baba ile arasında polis, mafya, savcı derin ilişkileri olabileceğini öngörüyorum.
“Bana
vurdun, bana vurdun!”
Mümtaz’a
gelirsek onun Poyraz’ı satmasının ardındaki nedeninin, hep Poyraz’ı Bahri’nin
köstebeği yapmak olduğunu düşünmüştüm. Ama Mümtaz’ın bu kadar komplike düşünen
bir adam olmadığı gerçeğini göz ardı etmişim. Bu nedenle hepimiz gibi sağlık
sistemimizden mustarip olmak gibi basit ama hayatın içinden bir neden benim
daha çok hoşuma gitti. Poyraz Karayel’in
asla kaybetmesini istemediğim bir özelliği de mafyalar kurşunlar havada
uçuşurken bir anda bizi devlet hastanelerindeki kuyruklar kadar hayatın
gerçeklerine savurması.
Bahri Baba
onaylı, bol engelli Poyraz Ayşegül ilişkisi
Poyraz ve
Ayşegül’e gelecek olursak, yakın zamanda Bahri Baba elleriyle nişan yüzüklerini
takacak gibi görünüyor. Baba’nın artık onları bir çift olarak kabul etmesi
hoşuma gidiyor. Ama Baba’nın bu ilişkiyi onaylama yöntemi kızını baba
iradesinden koca iradesine emanet etmek olunca Ayşegül’ün feminist damarlarının
kabarttı. Ayşegül, ‘babam aşkımıza mani değil artık’ diye sevinmek şöyle
dursun, bu duruma resmen atarlandı. İşte esas alkışı benden bu noktada aldı. Ama
böyle güzel sahnelerin Bahri Baba’nın çalışma odasında tıkılıp kalması biraz
beni basıyor. Madem hep beraber oturulup konuşuluyor, madem Baba, kızı ile
Poyraz’ı ilk defa kati bir şekilde kabullenmiş olarak çağırıyor, şöyle bir
sofra hazırlansaydı lebi derya salonda, cümbür cemaat muhabbet izleseydik, depresif
Sema’nın ortama limon sıkmasını doya doya görseydik. Koskoca Umman malikânesine
gelene bir kahve bile ikram edilmemesi olacak iş değil.
Şu sahnenin doğallığını hiçbir şeyi değişmem
Örneğin
Poyraz’ın apartmanındaki ev hayatına kısa kısa tanık olmak diziyi izlerken bana
nefes aldırıyor. Bu sahneler olaylar kızışınca hepten yok olacak diye öylesine korkuyorum
ki, bu yüzden onları saklayıp kavanozlara koyup turşusunu kurmak istiyorum. Tüm
bu silahın, cinayetin ve yalanın içinde karakterlerin bir araya gelip bilinçaltlarını
sofraya döken hesaplaşmalar yaşamaları hepimize iyi gelmez mi?
Ooo kardeşlik,
alırız bundan da bir dal.
Sona
sakladığım, 18.bölümün en bomba olayı Sema’nın geçmiş hesaplaşmasına gelirsek; Sema’nın depresyon içinde yuvarlanması, O’nun ev dekorunu ilk defa görmemiz çok
iyi detaylardı. Sadreddin’in ve Ayşegül’ün Sema’ya duydukları sevgisi ve
şefkatin de çok doğru işlendiğini düşünüyorum. Sonuçta beraber büyümüşler,
babaları Sema’yı onlardan ayırmadan sevmiş, ilgilenmiş bu yüzden Ayşegül’ün ve
Sadreddin’in Sema için endişelenmesi detayının atlanmaması çok güzeldi.
Baba sen de
Sefer’e silah çeksen tam olacak.
Sefer’in
Sema’yı sahiplenmesi mutluluğumuzun da çok uzun sürmeyeceği aşikârdı. Sema,
Erhan’dan gerçeği öğrendiğinden beri işin içinde Sefer’in de olduğunu zaten
anladı. Ama Sema’nın esas canını acıtan Bahri’nin açtığı yaraydı. Çünkü baba
boşluğunu Bahri Baba ile kapatmıştı Sema, bu yüzden de Bahri Baba’nın öz
evlatlarından daha çok baba saymıştı onu. Bütün bu verilerle ben de yüreğimizi
dağlayacak bir Baba Sema yüzleşmesi beklerken, beklentilerimi biraz fazla
büyütmüşüm sanrım. Aslında ortalama üstü olan bu sahneden çok etkilenemedim. Sema’nın
silahı çekesiye kadar olan çıkışı çok iyiydi. Silah çekmesini de anlıyorum ama
Sema’nın da çok iyi bildiği şey, Baba’yı silah ile korkutamayacak olması. Eğer
o silahı Baba’ya değil de kendi başına çekseydi işte o zaman Baba’yı bülbül
gibi şakıtırdı.
Ama esas Sefer’in
Sema’ya silah çekebilmesine hiç ikna olamadım. Evet, Baba’yı canından öte sevdiğine
defalarca şahit olduk, bunu biliyoruz ama yine de içime sinmeyen bir şeyler var
sahnede. Belki de Sema-Baba yüzleşmesinde silahların başrol olmasını istemezdim,
bu yüzden böyle hissediyorum. Ama ne olursa olsun etkili ve sonrasında kimin kimi vurduğu üzerine düşünmemize neden olan bir son oldu. O kadar her şey olmuş olabilir ki, Baba Sefer'i vurduysa bile şaşırmam.
Velhasıl
kelam acısıyla, tatlısıyla 18. bölümü de devirdi Poyraz’cığımız Karayel. Artık
kendi dinamiklerine ve dünyasına bizi alıştırdı, karakterlerini evimizin bir bireyi
yaptı. Bu yüzden her olayın perde arkasını didik didik öğrenmek isteyen biz
sevgili izler-okurları daha da mutlu edecek bölümlerde görüşmek dileğiyle.