“Koyunlar ömrünü kurttan korkarak geçirir. Hâlbuki sonunda onu yiyen çobandır.”
Thomas Hobbes
Bu zamana kadar kurtlardan neden korktuğumuz hiç aklınıza geldi mi? Atalarımız yıllar yıllar önce boşuna mı “Kurttan çoban olmaz,” demişler? İnsanlar “değerlisini” zarar verenden çok, koşulsuz güvenle ve şüphe etmeden emanet edebileceği birine teslim etmek ister. Bu sebeple güven bütün duyguların üstündedir. Merak edip güven kelimesinin sözlükteki anlamına baktığımda ise karşıma: “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat,” tanımlaması çıkıyor. Biz faniler, her daim güvenli sularda yelken açmayı düşleriz. Güvenli kıyılarımızda yüzmek varken derinlere açılmak istemeyiz. Rahatımızı, düzenimizi bozmak yerine güvenli bir şekilde yaşamak herkesin tercihi hâline gelir. Huzurumuzun kaçması, ağzımızın tadının bozulmasını istemeyiz. İşbu sebeple hırslı ve çıkarlar dünyasında yaşayan kişilerden olabildiğince uzaklaşırız.
İyi de! İşler her zaman istediğimiz gibi gitmeyebiliyor. Mesela kurtlardan kaçamıyoruz. Günün birinde bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hiç istemediğimiz hâlde bir sebeple ayağımıza dolanıveriyor. Nedense kendimizi hep kurttan sakınırken buluyoruz; ancak, dikkat etmemiz gereken kişinin çoban olduğunu her zaman unutuyoruz. Kurdu suçlarken çobanı görmezden geliyoruz. Aslında biraz düşünsek kurdun amacını bilerek yola çıktığımızı da fark edebiliriz. Sonuçta kurt, vahşi doğasını sürdürebilmek için karşısına çıkan koyunu yem eden taraf değil mi? O zaman kurda saf kötü demek ne kadar doğru? Peki, çoban öyle mi? Yola neden çobanın neler yapabileceğini öngörerek çıkmıyoruz? Her koşulda elindeki gücü kendi lehine çevirebilecek güçte biri. Kimin işi sadece koyunları otlatmakken; diğeri isterse tüm sürüyü yok edebilir. Öncelikle bu oyunun kuralarını kimin belirlediğini bulmamız gerekiyor. Saf kötü bir kurt mu? Yoksa işi sadece sürü otlatmak olan bir çoban mı? Eğer oyunu kurt belirliyorsa girdiğimiz yolun sınırlarını rahatlıkla görebiliyoruz. Ya oyunu çoban kurduysa? İşte o vakit bu oyunu kurallarına göre oynayamazsın. Özetle; bu oyunu kuralsızlığın içinde tamamlamaya çalışırsın. Ceylin’in de dediği gibi “Welcome to the Jungle!”
Bu oyunda da çoban Yekta. Kuralları kendinin belirlediği; ancak, çıkarına uymazsa anında saf değiştirerek oyuna seviye atlatarak yöneten tek kişi. Herkesi ve her durumu kendi çıkarına göre güncelleyen bir tavra sahip. O nedenle Yargı’nın kurdu herkes olabilir; ama bu hikâyenin çobanı kesinlikle Yekta Tilmen! Savcı Derya’yı nasıl da etki altına almaya çalışıyor? Ilgaz ve Ceylin’i baş düşman ilân edip, hiç acımadan harcıyor. Geçtiğimiz bölüm “Derya’yı çıldırtması ne kadar sürecek?” diye merak etmiştim. Çok beklememe lüzum kalmadı. Kendi dünyasında Ceylin’i katil, Ilgaz’ı da yardım ve yataklıktan birincil şüpheli yerine koydu. Bölümde bu sahneleri izlerken zihnime durmadan sorular üşüşmeye başladı. Sorularıma yanıtları nasıl alabileceğimi, bilmiyorum. Avukatlar her zaman ve her istediği bilgiye anında ulaşabilir mi? Ulaşıyorsa bunu nasıl ve ne şekilde yapıyorlar? Maşallah Yekta’nın da Merdan’dan eksik kalır yanı yok. Çat diye aklına gelen her bilgiye kısa bir sürede sahip oluyor. Birinin bu konularda beni aydınlatmasını bekliyorum. Şimdi diyecek olanlarınız vardır: Ama, bu bilgilere çok sonra ulaştı. Neredeyse adliye muhabirlerinin bile haberi oldu. Benim kastettiğim olay o değil. Ciddi olarak ne demek istediğimi anlayan biri olursa bana da söylesin. Sanırım tüm sorularımın cevabı Yargı Melekleri’nde gizli. Umarım soracağım sorumun da yanıtını bir şekilde kendilerinden alabilirim.
Derya neden sevilmedi anlamadım? Aslında Yargı’ya böyle bir hareket gelmesi bir bakıma iyi oldu. Adliye ve emniyet çevresinde geçen bir hikâyenin; hâkim, savcı, avukat, polis gibi karakterlerinin çeşitli olması anlatımı aynılaştırmamış oluyor. Şükran Ovalı’nın üzerinde bu şekilde gidilmesi hikâyeye haksızlık gibi görüyorum. Kimse her oyuncuyu sevmek ya da beğenmek zorunda değil. Açıkça söylemem gerekirse bu zamana kadar Şükran Ovalı’nın alıcısı değildim. Yazdıklarım için Şükran Ovalı’nın gücenmesini istemem. Kendisini bilinçli olarak kırmak en son isteyeceğim durum olur. Yargı’da denk gelmeseydi izler miydim? İzlemezdim. Ancak, bu şekilde düşünüyorum diye Şükran Ovalı’ya ve Yargı’ya saygı duymayacağım anlamına gelmiyor. Önce bu çizgiyi bir ayırt edelim. Partnerlerinin karşısında oyununu iyi yönetiyor mu, ona bakarım. Karakter olarak hikâyeye katkısı oluyorsa benim için gerisi lafügüzaftır.
Bu zamana kadar Ceylin’i; hareketlerinin ve davranışlarının arkasında durarak, ona hak vermeye çalışarak izlemeye çalıştım. Ama! Başına buyrukluğu, dur bilmezliği canımı fena hâlde sıkmaya başladı. Aklına geldiğini yapıp sonra da geri dönülmez yollara girdiğinde pişmanlık duymasına artık kanmıyorum. Tamam, Ceylin böyle. Onu bu şekilde kabul edeceğiz de sonra ne olacak? Durmasının vakti gelmedi mi? Kimseye ama, hiç kimseye haber vermeye gerek dahi duymadan kendini olayın göbeğine atıyor. Sadece kendini değil yanına Ilgaz’ı da çekeliyor. Metin’e çok da çok hak vermesem de bu defa sonuna kadar haklı olduğunu düşünüyorum. Ceylin her zamanki işgüzarlığı ile gelinen son durumu kördüğüme çevirdi. Tam düğümü açtık, derken Ceylin öyle bir şey yapıyor ki o düğüm açılmaz hâle geliyor. Hatırlarsanız Ceylin, Engin kaçmadan önce hastane koridorunda gördüğünde kaçacağını anlamıştı. Gökten zembille inen vahiy misali Niyazi’nin peşine düştü ve beklenen son! Yalnız bu sonuç hiç değişmeyecek. Ceylin, koyunun peşinden her koştuğunda çoban her zaman Ceylin’den bir adım önde olacak. Bu oyundaki koyunların sonu ölümle sonuçlanırken, oyunun kurdu olarak tüm suç Ceylin’in üzerine yapışacak. Çoban da köşesine çekilip tüm olan biteni keyif içinde izleyecek. Fakat sürekli olarak bu döngüye girmekten büyük sıkıldım. Ayaklarının üzerinde duran, cesur, dimdik bir kadın izlemek istedik. Zaman içinde bu kadının adeta yalan makinasına dönüştüğünü gördükçe kahroluyorum. Karakterin derinlerine ineceğiz diye gittikçe karakteri bozulduğunu görüyorum.
Ceylin, Niyazi’yi takip etmekle sadece Niyazi’nin hayatına mâl olmadı. Aynı zamanda Pars’ın güvenini de derinden sarstı. Pars zaten insanlara zor güvenen bir adam. Ilgaz ve Ceylin’in arkadaşlığı için tüm yetkilerini sonuna kadar kullandı. O yetmedi kendini riske attı. Ceylin’in bu yaptıklarına karşın artık insanları çıkarına göre kullandığını düşünüyorum. Oyunun o anki kuralı neyse ona göre davranıyor. Oyunun eline kim uymuyorsa o kişiyi hiç acımadan diskalifiye ediyor. Sonrasında pişman olsa ne yazar? Bu yaptığı düpedüz insan kullanmak. Böyle davranmayı sürdürdüğü sürece Ilgaz’ı kaybedecek diye korkuyorum.
Pars oldukça çocuk ruhlu bir adam. Onun kalbine girdiğin zaman naif ruhuyla karşılaşıyorsun. Pars’ın karakterine sahip insanların sevdikleri ve değer verdikleri için yapamayacağı hiçbir şey olmaz. Daima elinden gelenin fazlasını yapmaya hazırlardır. İki eli kanda olsa hiç düşünmeden gelenlerden biri olur. Ceylin, Pars’ın tüm içtenliğini bir kalemde yok etti. Pars’ın hem güvenini yıktı hem de kalbinde filizlenmeye başlayan dostluğunu zedeledi. Sezgi veya teori her ne olursa olsun Pars’ın bu inceliğini atlamaması gerekirdi. Kaldı ki Ilgaz’a bile mecbur kalmasaydı söylemeyecekti. Ilgaz, Niyazi’nin evinin önüne gelmeseydi belki de Ceylin yine başka bir maceraya atılacaktı? Her ne olursa olsun Ceylin, Pars’ın dostluğunu yıkmayacaktı. Ceylin sürekli olarak sezgilerine boyun eğdiği sürece etrafındaki herkesi teker teker kaybetmeye başlayacak. İlk gidenlerden biri Pars oldu. Umarım yarasını sarmayı başarır da Pars’ın yüce gönüllü dostluğunu tekrardan kazanır.
Yekta nasıl olur da Niyazi’yi bilmez? Yahu, bu adam İnci’nin kan örneğinin değişmesini sağlamadı mı? Ya da şöyle yol almam daha uygun olur. Yekta, Niyazi’yi gerçekten bilmiyordu. Taşların oturması için bu kanı üzerine adım adım ilerliyorum. Cüneyt’in vasıtasıyla İnci’nin kanı Niyazi tarafından değiştirildi. Çünkü Cüneyt’e değiştirme emrini Yekta vermişti. Böylelikle Yekta’nın maşası Cüneyt oluyor. Cüneyt’inki de Niyazi! Bu nedenle Yekta, Niyazi’nin ölümünden emniyette haberdar oldu. Tüm iş bitiricilik Cüneyt tarafından yapılmakta. O yüzden Engin’in ölümünden Cüneyt sorumlu. Peki, neden? Tabii ki tek amacı Tilmen Hukuk’a sahip olmak değil. Burada asıl merak ettiğim soru Engin’in, Cüneyt’i ne şekilde tehdit ettiği. Bu oyunda Engin kimleri tehdit ettiyse hemen hemen herkesi ne için tehdit ettiğine de ulaştık. Öğrenemediğimiz tek bir kişi var o da Cüneyt.
Sema Ergenekon, Yargı’nın hikâyesinde Yekta’yı kolaylıkla harcamaz. Elinde Yekta Tilmen gibi bir malzeme varken, tepedeki adamın Yekta olmasını istemez. Bu sebepledir ki tüm oklar Cüneyt’e yöneliyor. O hâlde Engin, Cüneyt’i ne ile tehdit etmiş olabilir? Bu bölüm fark ettiyseniz Neva mimik ve tavırlarıyla açık vermeye başladı. Bu demek oluyor ki Cüneyt, Neva’yı da kullanarak güç birliği yaptı. Bölüm içinde Cüneyt’in kiralık araba ile Neva’yı eve bıraktığına şahit olduk. Hatta Pars şüphe edip plakadan arabanın kime ait olduğunu buldu. Şimdi, Cüneyt Yekta Tilmen gibi bir adamın sağ kolu. Hâliyle hatırı sayılır ölçüde kazanca sahip olması gerekiyor. İyi kazanan ve hayat kalitesini arttıran herkesin yapacağı gibi Cüneyt de şimdiye değin “lüks segment” olarak tabir edilen bir arabaya çoktan sahip olabilirdi. O zaman aklımda direkt şu soru canlanıyor: Niye tercih etmedi? Kılık ve kıyafetinden de anlayacağımız üzere Cüneyt kaliteli yaşamayı sevmiş bir adam gibi görünüyor. Böyle biri neden kiralık araç kullanmak ister ki?