Kalbinde bana yer yoksa güzelim...

Bamsı yaralanmış, Doğan ve Afşin Bey bayılmış ve Ertuğrul yerdeyken bizim için resmen gecenin en karanlık anıydı. Geceyi karartan yaralardan çok Turgut’un istemsiz ihanetiydi. Hep bir umut besledik. Turgut konsantre olup ilacın etkisine karşı geliyor da dendi, İsadora Turgut’u gizli gizli işliyor da dendi. Hepsi yanlış çıktı ve bilim galip geldi. İlaçlar neredeyse sonuna kadar işe yaramış. Ertuğrul’a öldürücü darbeyi vuramadı ama oraya kadar işi tereddüt etmeden ilerletti.

Gecenin en karanlık anı olur da sonunda aydınlık olmaz mı? Gündoğdu belki de ilk defa isminin hakkını verdi. Günümüz tekrar doğdu. Baskına gelen tüm tapınakçıları geri püskürttüler ama Turgut da tapınakçılarla birlikte gitti ya benim içimden de bir şeyler gitti. Turgut’un hikayesine katlanmak gerçekten zor oluyor. İmkansızlığın böylesi zorluyor. Her bölüm arkadaşlarına dönmesini bekliyorum ama belli ki daha çok yolumuz var. Her şey İsadora’ya kalmış durumda. Onun da pek acelesi yok.

Kayı obası bu aralar pek bereketli. Misafiri bitmiyor. Bu sefer de Selçuklu Sultanı Alaaddin’in elçileri sandıklarla geldiler. Fakat getirdikleri haberler sandıklardan çok daha değerliydi. Öncelikle Ertuğrul’un namı Konya’ya kadar varmış. Artık o bulunduğu devirde uluslararası bir kahraman. Açıkçası elçiyi görür görmez Alaaddin’in Halep Emiri’nden intikam almak için Halep’i fethedeceğini sanmıştım. Tabi ben sıradan bir insanım. Alaaddin ise koskoca devleti yönetiyor. Vizyonunun benimkinden çok daha geniş olması şaşırtıcı değil. Ben düşmanlık beklerken o ittifak yolunu seçmiş. Büyük adam...

Tarih uzmanlarının yaptıkları açıklamalarda o dönemdeki en büyük tehlikenin Moğollar olduğu, Tapınakçıların o kadar etkin olmadığı söyleniyordu. Dizide belki bir Moğol tehlikesi görmüyoruz ama dev ittifakların sebebi olabilecek kadar etkin olduklarını ilk defa hissetmiş olduk. Bu ittifak da dünya üzerindeki tüm güç odaklarının yaptıkları gibi evlilik yoluyla sağlanacak. Alaaddin, Şam Melikesi'yle evlenmek istiyormuş.

Kayı obasından beklenen ise Ertuğrul’un Şam’a yollanan dev çeyize korumalık yapması ve yerine ulaştırması. Sonrasında Süleyman Şah, Ertuğrul ve Alaaddin bir arada oturup istişare edeceklermiş. Vay vay vay... Makama, mevkiye bak. Kayı obası henüz kendisi dahi farkında değil ama büyümeye başlamış.

Tabii bir de şehzade ve sultan meselesi var. Alaaddin burada da büyük bir devlet adamı olduğunu ispatladı. Bir çocuktan korkacağına onu himayesine almayı seçerek ne Kayı obasını zor durumda bıraktı ne de yeni kaçışlara sebep oldu. Halime Sultan için de güzel şeyler düşünmüş ama onun yolu belli.

Kayı obasında yatarak ancak düşman büyür. Kalk yiğidim kalk.

Elçi güzel haberleri getirdi ama Kayı Obası’nda büyüme oldukça sancılı geçiyor. İyi bir haberin tadını uzun uzun çıkarmak mümkün değil. Her zaman at üstünde obaya giren Ertuğrul’un bu sefer bir atın arkasında obaya girmesi üzücüydü. Hayme Ana, Gökçe bacı, Halime, Süleyman Şah herkes perişan oldu. Ertuğrul nasıl alıştırmışsa bizi bölüm boyunca onun yatmasını yadırgadım. Sanki bir dağ yere serilmiş gibi ama dağ nasıl yere serilebilir ki? İmkansız. Ertuğrul’un öylece yatması da işte bu kadar imkansız geliyor.

Kendimden başka nankör sevmem.

Kayı karışık ama Amanos da bu konuda hiç fena değil. Adamlar kim bilir ne zamandır Kardinal ağırlıyor, şımartıyor ama Ertuğrul çıkıp bir hamle yapıyor ve Kardinal, Tapınakçılara “Ertuğrul yaşadıkça zerre değeriniz yok” diyerek rest çekiyor. Vallahi olacak iş değil. Hele ki adamların evlerinde, yüzlerine karşı rest çekmek resmen aptallık.

Kardinal böylesi bir restten sonra tapınakçılardan bir hamle beklemiyorsa o da sandığımız kadar zeki biri değilmiş demektir. Petrucyo’nun Eftelya hamlesi çok yerinde oldu ve Kardinal’in sonu yakın görünüyor. Kendi kaşındı...

Süleyman Şah’ın otağı yine krizlere gebe oldu. Elçi ile görüşmesini anlatması tamam da çözüm önerisi olarak kaleyi fethetme fikri gerçekten kötüydü. Oba daha kendine zor bakarken bir kuşatmanın faturasını ödeyebilmek imkansız ki nasıl kuşatacaksın? Kurdoğlu daha önce Elçi’nin huzurundan çıkarılmasının da verdiği öfkeyle kurnazca yüklendi. İş dönüp dolaşıp Gündoğdu’nun ağzına geldi ve o da aslında Selçuklu – Eyyübi ittifakından bahsederek yani yeni hiçbir fikir öne sürmemiş olsa da tüm alkışı topladı. Selçuklu Sultanı’nın isteğini uygulamama gibi bir lüksleri varmış gibi karara varmaları enteresan oldu.

Arabi hazretlerinin bakımı ve duası sayesinde Ertuğrul ilk defa konuşmaya başladı. Aslında sadece bir sayıklamaydı. Sayıkladığı kelime ise “Halime” oldu. Gökçe hatun için ne zor bir sınav... Sevdiğin adam canıyla boğuşuyor ve ağzından başka bir kadının ismi dökülüyor. Hangisine daha çok yanar ki insan? Gökçe bacının çilesi çok büyük. Dert oluyor bu kız bana.

Otağ’dan da gazı alınca Gündoğdu’nun gözü Ertuğrul’un görevine dikildi. Eeee Ertuğrul yatarken toplayabildiği kadar puan toplamalı. Süleyman Şah da görevi ona verdi ama benim içim pek rahat etmedi. Ne kadar iyi bir savaşçı olsa da bir Ertuğrul değil sonuçta. Çeyiz kervanı meselesinin sıkıntısız geçmesini beklemek saflık olur zaten.

Yaz geliyor. Şam'dan bana tişört getirsene yeğen.

Gündoğdu’nun hızını alamayarak kervan olayını emmisini test etmek için bir fırsat olarak görmesi gerçekten akıllıcaydı. Fakat bu testi Selcan’a söylemesi şaşırttı doğrusu. Süleyman Şah ve Ertuğrul’dan sonra Selcan’ın en büyük düşmanının Kurdoğlu olduğunu biliyoruz. Kervan haberinin Kurdoğlu’na geldiğini bilmediği için Selcan adına Kurdoğlu’nu satmak için mükemmel bir fırsattı ama kullanmadı. Sabırlı davranmayı seçti. Tüm o fevriliğinin arkasında inanılmaz bir sabır var. O da gitti Gündoğdu’dan aldığı bilgileri aynen Kurdoğlu’na okudu. Kurdoğlu artık Gündoğdu’nun pusu atacağı yeri de, Kervan’ın esas güzergahını da biliyor.

Arabi Hazretleri’ni yine yol çağırdı. Halime Sultan kalmasını istediğinde verdiği cevap müthişti. “Telaş etmeyesin. Bu yiğidin yanında nice koruyucular var.” Kuşkusuz Bamsı ve Doğan’dan bahsetmiyordu. Bu konuyu daha fazla eşelemek bize düşmez. Bize düşen sandığa ne olacağını merak etmek. Yanından ayırmadan diyar diyar gezdirdiği sandığını Halime Sultan’a emanet etmesi gerçekten önemli. İnsanların içlerini ayna gibi gören Arabi Hazretleri bu iş için Halime Sultan’a güvendi. Onun Ertuğrul’a olan aşkına değil. Yüreğine güvendi.

Turgut'un formatı.

Ertuğrul’un bu halde olması kadar bunu yapanın Turgut olması da obadaki herkesin yüreğini yaktı. Bu öyle büyük bir şok oldu ki en yakınları bile sırf aşık olduğu için Aykız’dan şüphe etti. Fakat Aykız belki de obanın en mert dört beş insanından biri. Bamsıların karşısına çıkıp aşkını anlatması da Turgut’un canını kendi elleriyle almak istemesi de inanılmazdı. Aykız müthiş bir karakter. Bu fikrin utancı da Bamsılara yeter.

Obadan kervan için birlik hareket eder de Amanos durur mu? O da yaptı görev dağılımını. Titus hem kervanı, hem taşıyanları ele geçirecek ve hiçbiri geri dönmeyecek. Arabi Hazretleri’ni ise bir kaç şövalye getirecek. Neredeyse getiriyorlardı da ama Kladyus çok güzel tepeledi adamları. Açıkçası Kladyusa dövüşmek çok yakışıyor. Sonrasında Arabi hazretlerinin önünde eğilişi ve tutkuyla bağlı olduğu dininden vazgeçişi hepimizi şaşırtmış olsa gerek. Aslında Arabi Hazretleri’nin sandığı yanında taşımadığını görünce numaradan iman ediyor sandım ama Hazretleri’nin gülümseyen yüzü şüphelerimi yok etti. İnsanın içini gören Hazretleri kabul ediyorsa bize ne laf düşer ne de yorum.

Meeeh yine mi ayran aşı?

Gündoğdu’nun atı obada daha gözden kaybolmadan Kurdoğlu doğan boşluktan yararlanıp darbe girişimine başladı bile... Süleyman Şah’ın yüzüne karşı ikinci çemkirişi bu... Süleyman Şah daha fazla sabretmez diyordum ama onun da kendine güveni kırılmış. Kurdoğlu’nun iki lafına bakıp beylikten ayrılmayı düşünür hale gelmiş. Hiç yakıştıramadım ona hiç...

Kurdoğlu bir yandan darbe girişimini yürütürken kendisini de temiz göstermesi gerekiyordu. Zira son dönemde özellikle Süleyman Şah’ın gözünde fazlaca kirlendi. Elçi ile toplantı yapılırken çadırdan yollanması buna güzel bir örnek. Hedef şaşırtıp obaya bir hain vermesi gerekiyordu. Onu da en yakınından seçti. Zira o çok şey biliyordu ve bu haliyle tehlike arzediyordu. Plan basit, çadırda Ertuğrul öldürüldükten hemen sonra görgü şahitlerinin görebileceği şekilde çabucak adamın işini bitirecek ve bir taşta iki kuş vuracak. Bazen insanlar taşlarla kuşları vurur, bazen kuşlar taşlarla insanları vurur. Kimin kimi vuracağına Mevlam karar veriyor.

Nitekim hiç beklemediği yerden, Amanos’dan felaketi yola çıktı. İsadora da herkes gibi kurtuluşun yolunu Kayılarda buldu. Ne Kayılarmış yahu merhem gibi oba vallahi. Her derde deva. Kaleden kolayca kaçtı ama yankısı büyük oldu. Üstad bence şeker hastası. Sinirlenince ne yaptığını hiç bilmiyor. Gitti İsadora’nın babasına patladı ve onu öldürdü. Adamcağız adına sevindim. Zaten üç dakika görünüyordu onda da çile bülbülüm çile... En azından acısı dinmiş oldu. Fakat bir ceset üstadı kesmedi. Mario’nun odasına da daldı ama geç kalmış. Mario kendini asmış. Üstad bu sinirle Kardinali kendi elleriyle öldürür demedi demeyin.

Kurdoğlu'nun planı aslında plan bir yere kadar işledi. En azından adam çadıra girebildi. Ertuğrul’un kolay lokma olacağı zaten düşünülemezdi ama arkasından saplanan bıçağın Gökçe’nin elinde olması tam bir şok oldu. Hemen ardından Gökçe’nin bıçaklanması ise gerçekten hiç beklemediğim bir şeydi. Tamam, Halime obaya yerleştikten sonra Gökçe’nin durumu gerçekten kötü olmuştu. Hem ona üzülüyorduk hem Ertuğrul’un aşkını yaşamasını istiyorduk ve bir çözüm aranıyordu. Çözümlerin en acımasızı geldi. Gökçe sevdiği erkeğin kollarında öldü. Ertuğrul'a hem derin bir minnet duygusu ve en azından bir parça da olsa sevgi bıraktı. Zaten en başından beri istediği de buydu. Ertuğrul'a son sözü "kalbinde bana yer yoksa güzelim merak etme ben tabutta da giderim" oldu.

İsadora gören masum hain.

Gökçe Hatun sayesinde Kurdoğlu’nun en azından obadaki planı bozulmuş oldu. Artık kahraman olamayacak. İsadora ise daha obaya adım atar atmaz oyunları bozmaya başladı maşallah. İsadora, Kurdoğlu’nun kıyameti demek. İsadora’nın Süleyman Şahın huzuruna çıkmasını engellemek zorunda. En azından yüz yüze karşılaşmadan ilk fırsatta işini bitirmesi lazım. Obadaki Tapınakçı alerjisi malum... Bunun affı olmaz.

Bir de kervan var tabii... Kervan önemli. Buşra tepesindeki pusuya giden olmadı ama oraya sadece üç alp gönderilmesi beni şaşırtmıştı zaten. Meğer esas pusu kervanın gideceği yolun kendisindeymiş. Tapınakçılar her zamanki sinsilikleri ile çalıların ardından yılan gibi sokulurken Gündoğdu’nun pusatı Titus’un boynuna değdi ya orada keyiften 16 köşe oldum. Sinsi sinsi yaklaşmak neymiş göstermiş oldular. Şimdi Titus geçici de olsa Gündoğdu’nun elinde ama ortalık fena karıştı.

Bölüm başında Gündoğdu, Kurdoğlu’nu yemleme planını Selcan hatuna anlatırken kızmıştım. Zira güveni sarsılan bir adam durduk yere güven tazelemez. Bölüm sonuyla birlikte kafam oldukça karıştı. Pusu beklemeden ilerleyen bir kervan, ona pusu atan Tapınakçılar ve Tapınakçılar'a pusu atan Gündoğdu... Gündoğdu, Selcan Hatunu da denemiş olabilir mi, bilmiyorum. Fakat denemediyse bu pusuya neden gerek duydular ve dahası Tapınakçılar'a asıl güzergahın bilgisinin gittiğini nasıl öğrendiler? Kafamda deli sorularla gelecek haftayı bekleyeceğim.

Eski dost, gelecek düşman.

Son olarak Gökçe’nin ölmesi en çok Selcan Hatun’u yakacak. Her ne kadar karakteri hiç sevmesek de kardeş kaybı zordur. Acısını tahmin dahi edemiyorum. Bu acı Selcan Hatun’un içini cayır cayır yakacak. Doğmamış bebenin acısına benzemez. Kurdoğlu ile bir olup onu besleyen, hanım eden obaya ihanet ettikçe sevdiği bir tutam insanı da teker teker kaybediyor. Fakat bunları düşünüp ders alır mı? Asla. Zira bir balta ancak kesmeyi bilir. Selcan da ancak öfkesine öfke katacaktır.

Diriliş "Ertuğrul"un 17. bölümünü böylece bitirmiş olduk. Şimdi bizi bekleyen müthiş bir 18. bölüm var. Haftaya çok heyecanlı olacak. Ayrıca Gökçe karakterini canlandıran Burcu Kıratlı’nın yolu açık, şansı bol olsun. O bize Gökçe’yi çok sevdirdi. Eminim yeni yapımlarda yepyeni ve farklı karakterleri de izleyicisine çok sevdirecektir.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER