Öncelikle şunu
mutlaka belirtmeliyim ki Mustafa Ceceli’nin “Hüsran” şarkısında Maral ve Sarp’ı
öyle görmek benim yüreğimi öylesine dağladı ki hâl,â kendime gelebilmiş değilim.
Gözlerimden akan yaşlarada engel olamadım haliyle. Onları bekleyen çok zor
sınavlar, baş etmeleri gereken zorluklar var daha. Mücadeleleri yeni başlıyor
aslında. Ve ben, ilk defa bu sahnede bağlandım Maral ve Sarp aşkına. İçimden bir
ses "keşke vermek zorunda oldukları hiçbir mücadele olmasa, böyle mutlu mesut
yaşasalar biz de izlesek" diyor ama, bunun imkansız olduğunu bildiğimden hayaller
alemine çok fazla dalmadan hemen çıkıyorum. Gerçi çıkarıldım desek sanırım daha
doğru. Çünkü onları izlerken evden bir ses “sen daha çok ağlarsın” dedi. Neden, dedim. “E daha çok zorlu yollardan geçecekler, çok üzülecekler”
cevabını aldım (Bir bırakın acımızı yaşayalım ama! Hiç saygı kalmamış vallahi).
Bu kısımla yazıda sonradan haşır neşir olacağız ama şimdilik iteliyorum.
İçimden bir ses der sabret, sabret...
Bölümün ilk
sahnelerinde Sarp’ın kullandığı “NASA’ya mı gidiyoruz?” cümlesini kuran kişiler
olarak toplansak buradan köye yol olur bence. Zira Sarp laboratuvar görünümlü
mekanda (mekan diyorum çünkü oraya ne desem bu konuda kafam çok karışık) hedefe
ulaşmaya çalışırken “noluyor, sen hayırdır çocuğu nereye götürüyorsun, siz kimi
koruyorsunuz böyle kardeşim!” cümlelerini hepimiz kullanmışızdır. Tabii hal
böyle olunca insan iyice meraklanıyor
“Kim bu İnci Peker?” diye. Üstelik böyle durumlarda aklımdan binbir türlü
senaryo geçiyorken bu sefer kilitlendim kaldım. Belki de Defne Halman (İnci
Peker) sebep oldu buna. Çünkü kendisini izlerken mest oldum. Çok yakıştırdım bu
role. O konuştu ben koltuğa yapıştım! Yüzüme su serpen kişi ise “Sarp the bad
boy” oldu. İntikam savaşının başlaması için uzattığı el bence en büyük
pişmanlıklarından olacak ilerde.
Bugüne kadar acı vermek adına yaptığı her şey
daha masumcaydı. Ufak tefek zararlar… Ama artık savaşına kattığı insanlarla çok
daha farklı ve çirkin olacak diye düşünüyorum. Üstelik bana soracak
olursanız, Sarp şu an bir plan doğrultusunda babasına yaklaşıyor olsa da bu işin
içinde çok büyük bir gerçeklik payı var. Zamanla babasına bağlanacak ve intikam
yolunda yapması gereken şeyleri yapmak istemeyecektir. Tam bu noktada savaş
arkadaşlarıyla ilişkisi kopmaya başlayacak ve tehdit yoluyla bir şeyleri yapmak
zorunda bırakılacaktır. Keşke “haydi iyi günler kolay gelsin size” (buradaki
tepkiye bayağı güldüm bu arada) kısmında durdurabilseydik zamanı da o el hiç
uzanmasaydı anlaşmaya. Ah be Sarp... Müslüm Baba’dan gelsin sana; “son pişmanlık
neye yarar, her şeyin bedeli var”… Vakit çok geç olmadan, “dönülmez akşamın
ufkuna” varmadan vazgeçseydin iyiydi ama kısmet… (içimdeki arabesk aşkı
bambaşka!)
Hanım hanım! Biz senin hakkından da geliriz.
Tüm bu “eyvah eyvah
neler olacak” düşünceleriyle boğuşuyordum ki Sarp’tan suratıma bir bardak su
daha geldi! Maral’ım araları düzelsin diye “barışma hediyesi” olarak kek
yapmış, mutlu mutlu beyaz atlısını bekliyor, bizimki aklını intikamla bozmuş
olduğu için terslemesin mi kızı! E be çocuğum oldu mu şimdi? Sarp gittikten
sonra Maral’ın kekleri yere atışı ve Aslı’nın omzunda “başlamadan bitti” diye
haykırışı hala gözümün önünde. Sarp’ı kısmen anlıyorum aslında. Yapılanların
acısını bir şekilde çıkarmak isterken Maral’a zarar gelsin istemiyor. Ama madem
böyle bir karar verdin, arkasında duracaksın. Yarım saat sonra kızla
karşılaşınca şebeklikler yapmaya çalışmayacaksın. O zaman kızarım işte! Hatta
tam kızıyordum ki yine o Deniz (en sevdiğim!) girdi sahneyede, biriktirdiğim tüm
sinirimi ona boşalttım. Halis’e oynadığı terk etme oyununun tutacağını
söylemiştim. Luna’da hemen bir yer buldu kendine ve patronluk taslamaya başladı
bile (zaten Maral’dan başka herkes patron maşallah). Yalnız onun hakkından
Canan gelecektir demedi demeyin! Maral biraz daha yetişsin ezip geçecektir
zaten (misal geçen bölümdeki vitrin tasarlama olayı), ona şüphem yok, ama biraz
sabretmemiz gerekecek tabii. Neyse ki yaptığı kötülüklerin hepsi sonuçsuz Deniz
bacımın. O yüzden şu an çok ciddiye alamıyorum onu. Ama zamanla sertleşeceğini
de düşünüyorum açıkçası. Maral nasıl patronluğun ısınma turlarındaysa, Deniz de
“yaşasın kötülük” felsefesinin ısınma turlarında. Bu arada söylemeden
geçemeyeceğim odasına yerleşirken çantadan kremleri, parfümleri çıkartıp masaya
koydukça dedim “yoksa bir Burhan çantası daha mı!” (bakınız Avrupa Yakası). Ben
ilk işe girdiğimde kalem, dosya, ajanda falan yerleştirmiştim oysa ki. Bende
bir acayiplik varsa demek!
Baban nerdeydi mi dedin? Sölim mi emin misin?
Deniz’in havaları ve
oynadığı oyunun tutması zaten yeterince sinir etmişken ve hatta üzüldüğüm
birçok durum meydana gelmişken Sarp ve Halis’in tartışması bardağın
son damlası oldu. Malum Sarp planının gerektirdiği gibi Halis’e yakın olma
çabalarına girdi. Pasta götürdü olmadı (tatlı yersek tatlı konuşuruz sandıydı
herhal), çareyi hasta şöför’ün yerine geçmekte buldu. Baba, oğul ve gelin (e
öyle ama, yalan mı?) çıktılar bir yolculuğa. Arkada Halis ve Maral, şöför
koltuğunda Sarp. Kırgın olmasına rağmen o an bile Sarp’ı düşünerek “ben öne
otursaydım” diyen Maral… Canım Maral. Moda çekimi için mekan bakmaya gittiler
ve Maral işine ne kadar hakim olduğunu bir kez kanıtlayarak bu bölüm de
göğsümüzü kabarttı. Derken… Gelelim bahsettiğim “bardağın son damlası”
meselesine… Gittikleri mahallede Maral’a laf atanlara sabırla direnmesine
rağmen en sonunda dayanamayan Sarp’ın içinden bir dövüşçü çıktı! (“Sarp the
Superman” diye boşuna demiyoruz herhalde). Tabii Halis ve Maral daha uzakta olduklarından olayı idrak edemediler. Ne olduğunu dinlemeden, anlamadan azarlama kısmına geçti direk Halis. Sarp adamlara attığı dayakla yetinmemiş olacak ki
Halis’in azarını yedikten sonra (özellikle “senin annen baban neredeydi” kısmı) son yumruğunu da Halis’e attı. Sözleriyle… “Benim babam yok” derken
kimbilir ne kadar acımıştır kalbi. “Sensin benim babam!” diye haykırmış mıdır
içinden? Mutlaka… Bölümün en iç acıtan sahnelerindendi ve benim boğazımda bir yumru olmasına sebep oldu.
Bu olayların
karşısında neye üzüleceğimi şaşırarak dibe battıkça batmıştım açıkçası. Ne
zaman ki Maral ve Sarp o kaldırımda elele, gözgöze kenetlendi biribirlerine,
tam o an unuttum Deniz’i, Halis’i, İnci Peker’i… Herkesi! Fonda Mustafa Ceceli
ve aşkın içine düşmüş iki can. “Git” dedi Sarp. “Ellerin öyle söylemiyor ama”
dedi ve kaldı Maral. Bir yandan bundan sonra hayat onlara neler yaşatacak acaba
diye üzülmedim değil ama, bir yandan da “aşka düştünüz bir kere, yalan olur size
sizden başka herkes bundan böyle” dedim. Kendimi bıraktım onların aşkına.
Gözlerimi ayırmadan izledim. Kalkıp yürüyüşlerini… Bir süre sonra o
eller birleşecek ve öyle yürüyeceksiniz bu sahnelerde, dedim… Bir de hani Sarp
cüzdanında annesi ve Tahsin’inle çocukken oynadığı fotoğrafı saklıyor ve onlar
için “işte benim tüm varlığım” diyor ya hani, orada Maral’ın fotoğrafının da
bulunması yakındır…
Hayır madem kusacan niye yiyon he niye?
Bölümdeki Maral ve Sarp'ın kaldırım sahnesi
sanırım dramanın yerini komediye bıraktığı kısımdı. Ya da ben bu sahnenin
mutluluğuyla sarhoş oldum ve her sahneyi ağzım kulaklarımda izledim. Hangisi
bilmiyorum. Halis’le yaşadığı tartışma sonrası işten kovulan Sarp’ın durumunun
dramatize edilmeden eğlenceli bir olaya dönüştürülüşüne bayıldım mesela! Öyle
eğlendim ki Maral’ın moda çekiminde Alara’dan ne çektiğini gördüğümde bile
kendimi gülümserken buldum. Bige Önal’ı çok beğenen ama Alara’ya sinir olan
biri olarak içimde en ufak bir öfke belirtisi olmadı. Sanırım bu durum Maral’ın
bana verdiği “nasılsa halleder” güveni. Nitekim öyle de oldu. Hatta neredeyse
Alara’yla arkadaş oluyordu, -ki buna çok sevinirdim çünkü düşman olmaları
Maral’ın başına iş açardı- ama Makas Canan olaya müdahele edince her şey
tepetaklak oldu ve dostluk çizgisinden düşmanlık çizgisine kaydılar. Üstelik
bence Alara, Deniz kadar hafife alınacak bir düşman da değil. Bunu Maral’ın
canını yakmak için Sarp’a yaklaşmasıyla da belli etti. Hem de hiç zaman
kaybetmeden! Ama Alara'cığım, bunu savaş olarak gördüysen ve bir kazanan
olacağından söz ediyorsan bu Maral olacaktır!
Yazımı Oytun
hakkındaki şaşkınlığımı belirterek bitirmek istiyorum izninizle. Oytun ve
kumar?! Demek ki Halis, Kaan ismine bu yüzden bu kadar tepki vermiş. Şahsen
aklımdan bile geçmedi. Öyle düzgün bir profil sergiliyordu ki şüphe etmemek mi
saçmaydı acaba? Ama Sarp durmamış, Halis’in Kaan ismine verdiği bu tepkinin
nedenini araştırmış ve bulmuş. Tabi bunu müttefiklerine söylerken Canan’ın
duymuş olması zar zor yakaladığım neşemin, yerini endişeye bırakmasına neden
oldu. Bundan sonra neler olur merakla bekliyorum ama mutlaka şunu da
söylemeliyim ki; Fırat Altunmeşe’yi daha sık görmeye başlayacağımız aşikar!