İki hafta önce
hem dizimizin yüzüncü bölümünü kutladık hem de benim doğum günümdü. Sevgili
Ranini’nin senarist hanımlarla yaptığı röportajın sonunda senaristlerimiz, “Feride
hamile” müjdesini vermişlerdi. Umutlu bir hediye gibi… Çok mutlu olmuştum ama
yine de temkini elden bırakmayarak, o haftaki yazımda “Ben size nasıl
güveneceğim?” demiştim. Evet, öyle söylemiştim ama yine de güvenmiştim. Güvenmiştim
güvenmesine ama yine de korktuğum başımıza geldi. Yine hevesimiz kursağımızda
kaldı. Mahir’in sezon sonunda mahkemede söylediği gibi, umudumuz öldü.
Eskilerden
bir söz vardır: tanrı köylüyü sevindirmek için önce eşeğini kaybeder sonra
buldururmuş. Ama bizim payımıza bir varmış bir yokmuş gibi gelen bebek umuduyla
önce sevinip sonra da daha çok üzülmek düştü. Zaten son zamanlarda bizim
payımıza hep daha da çok üzülmek düşüyor. Diziyi izlemeye başladığımda çok
yoğun çalıştığım bir işim vardı. Gün içinde İstanbul’da ya da şehir dışında
koşturur, gece de o günün raporunu girerdim. O koşturmaca arasında Karadayı’yı
düşünüp mutlu olduğumu hatırlıyorum. Kendime ayırabileceğim beş dakikam bile
yokken Feride’nin yaşadığı hislere sevinirdim. Mahir’in babası için gayretini
takdir ederdim. Bitmeyen yollarda kendimi Karadayı’yla avuturdum. Şimdi ise
Karadayı’yı düşünmek üzüyor beni. Üzmek ne kelime içim eziliyor. Düğün
arabasında patlayan bombadan sonra her bir parçamız bir yana savrulmuş,
savrulan her parça da bir ateşin içine düşmüş gibi. Her defasında daha çok
yanıyor canımız.
Ne yazık ki
artık hiçbir şeyi iyiye yoramıyoruz. Mesela Mahir hastaneye geldiğinde Feride’nin
hamile olduğunu öğrendiği an, bebeğin düşeceğini anladım. Bebek eğer düşmeseydi
de Mahir bunu uzun bir süre öğrenemeyecekti zaten. Yine de kötünün iyisi diye ben
kendimi bu ikinci ihtimale hazırlamıştım. Elli bölümdür müjdesini beklediğimiz
bebeğin, müjdesini kendi ağızlarıyla verdikleri bebeğin daha iki bölüm sürmeden
yok olmasını göstermezler herhalde diyordum. Oluyormuş. Eski bölümlerden
birinde Feride’nin tavrına karşılık Mahir de “hâkime hanımın canı sağ olsun”
demişti. Ne yapalım biz de aynısını söyleyelim.
Ah Songül! Baban şahane de sevdiğim çocuğu nasıl geri kazanırım konuşması da biraz fazla değil mi?
Bu kadar
sitem ettik de hiç mi güzel bir şey olmadı bu bölümde? Oldu elbet. Zaten arada
verilen güzellikler olmasa, böylesi acıyı izlemek için acıdan zevk alıyor olmak
gerekli. Bu bölümün güzelliği Nazif Babamdı. Her zamanki kalender Nazif Baba
geri gelmişti. Bir yere gitmemiştir muhakkak ki. Yaşadığı acılardan bocalıyordur
o da. Yine de kızını karşısına oturtup ondan özür diledi ya benim gönlümdeki
tüm kırgınlıklar geçti o anda. Songül zaten çoktan affetmişti de. Benim tek
beklediğim buydu. Bir küçük özür hatta sadece bir pişman bakış bile yeterdi
bana. Artık Nazif Babam derken hep o gönül kırıklığını anımsamayacağım ya bunun
için çok teşekkür ederim. Songül’ün de dediği gibi iyi ki varsın Nazif Baba.
İyi ki Nazif Baba gibi bir karakteri yazdınız ve iyi ki ona Çetin Tekindor hayat
veriyor.
Fırsatınız varken sarılın vallahi neresi olursa olsun. Zira hiçbir şeyin garantisi yok, gördünüz.
Cumartesi
günü fragmanda Feride’nin kaza geçirdiğini gördüğüm anda kızdım, üzüldüm,
söylendim, bazen umutlandım ama hep kendi hislerimdi aklımda olan. Bölüm başlayıp
da Mahir durumu öğrenince, bebeğin düşeceğini anladım ve ilk defa o an Feride’nin
çok üzüleceği düşüncesi geldi. Evet, en çok Feride’nin o halini görmek beni üzecekti.
Nitekim öyle de oldu. Yalnız bir sahne var tekrar izlerken fark ettiğim: Mahir
ilk kez Feride’nin yanına geldiğinde el ele konuşurlarken içeriye Mehmet Saim
dalıyor. Mehmet Saim “Çık dışarıya” diye Mahir’e bağırırken Feride’nin Mahir’in
elini bir sıkışı var, bir durum en güzel böyle anlatılabilirdi herhalde.
Şuan tam
olarak seksen beşinci bölümde trene binip de Mahir’i terk eden Feride ruh hali
içindeyiz. Tamam, gitmek yapabileceğimiz bir şey değil. Gidemeyiz ama geri
dönüp de “söz verdiniz, iki çocuğu görmeden bitmeyeceğine dair söz verdiniz”
diye söylenebiliriz sanırım.
Her defasında gizlice kapı dinleyen sen olacak değilsin ya Bakan Efendi!
Son olarak,
Beyefendi’nin kim olduğunu Mahir anladı. Başkalarına anlatması da ispatlaması
da zor tabi, hele Feride’ye. Her şeyin sebebinin sevdiği kadının babası
olduğunu öğrenen Mahir, Bakan Bey’e ne yapar hiç bilemiyorum. Feride’ye bu
durum nasıl söylenir, hiç bilemiyorum. Tek dileğim: Feride’nin ne kadar
üzüleceğini bilsem de Bakan Bey önce Feride’nin gözünden düşerek çeksin
cezasını bir de ölürken –ki ölecektir herhalde- Mahir’in eline bulaştırmasın
kanını.