“Hatasız kul olmaz” der
şarkı. Hayat bu, bizde insanız. Hatalar yaparız. Yanılgılara düşeriz.
Düştüğümüz yerden kalkma gayretinden ibaret olur bazen hayat. Zaten şarkı da bu
yüzden “Hatamla sev beni” diyerek devam eder.
Bu hafta tek bir kişiye üzüldüm
tek. Ateş’e. Öyle ki, adama sarfedilen her cümlede kahroldum. Sonra durdum ve Ateş’in
yüzüne öfkeyle adeta tükürür gibi söylenen o “onursuz, gurursuz, vicdansız,
omurgasız” la kurulmuş cümlelerin sahiplerine baktım. Nuran’a, Efsun’a, İlyas’a,
Mehmet Emir’e, Hülya’ya. Bu erdemlere sahip olamamış insanların hoyratça bu
kelimeleri dillerine dolamalarına şaştım kaldım. Öfkelerini anlamlı bir yere
koymayı elbette ki düşündüm, çalıştım ama yok başaramadım.
Açılmayan kapılardan, kovulduğun kapılara kadar hepsinin hesabını sor Ateş!
Annesinin dizlerine uzanmış bir çocuktan daha mutlusu var mı?
Ateş’i ilk bölümlerde bir
intikam ateşi ile yanarken izledik. Ki sebebi de öyle senin benim yaşadığımız şeylere pek
benzemiyordu. Derken Bahar’la karşılaştı, daha doğrusu aşkla. Ve kalbi
intikamdan yana soğudu. Bahar onun bir nevi kurtuluşu oldu. Güzel de oldu. Lakin
Ateş son gelişmelerle ailesinin son dileğine kayıtsız kalamadı. Kalamazdı da. Ateş
şu an illegal ve kanunsuz hiçbir şey yapmıyor. Suçluyu adalete teslim ediyor ve
şirketteki en yasal yetkilerini kullanıyor. Buraya kadar herşey normal. İşin
rengini asıl değiştiren ise geçmişte Efsun ile ilgili planı. Efsun’u baştan
çıkarmayı bu intikam planına dahil etmesini onaylamam, hoşlanmam da. Bir kadın
olarak çok da rahatsız olurum. Fakat Ateş’i hikaye içinde zamanla tanıdıkça, onun
gibi bir adam bunu nasıl aklından geçirdi diye merak etmiyor da değilim.
İnsanız işte, oluyor demek ki. Ben bu yaşananlarda en çok Bahar’ın durduğu noktayı
önemsiyorum. Bahar çok genç biri ve sürekli badireler atlatan bir aşk hayatı
var. Son olanlardan sonra daha fazla savaşmasını beklemek bence zor. Ateş’i her
ne kadar tanısa da, sevse de bu son yaşananlar fazlasıyla tahminlerinin ötesine
geçtiği için çok incindi, kırıldı. Bence Bahar ve Ateş asla eskisi gibi
olamayacak. Bahar Ateş’in adının Efsun ile ikinci kez anılmasını daha fazla
kaldıramayacak. Siz bakmayın Bahar’ın intikam yüzünden Ateş’i yargıladığına.
Onun yaralandığı yer başka.
Artık gözyaşın kurumaz Bahar, demedi deme.
O yüzük bir daha o parmağa geçer mi?
Hikayenin ortasında
saatli bomba gibi duran “sır” beni hep heyecanlandırıyor. “Hadi gerçekler
ortaya çıksın” diye bir takıntım yok. Fakat Bahar’ın bir Atahan olduğunu tam da
şu anda öğrenmesi müthiş olurdu. Biliyorum şu an çok üzgün ve sırrı öğrenirse daha
da üzülecek ama Bahar’ın dönüşümü açısından nefis bir kırılma noktası olurdu. Bahar’ın
da bir intikam hikayesi doğardı. Tıpkı Ateş gibi. Belki o zaman Ateş’i de daha
iyi anlardı. Bahar’ı bir çok kitapta veya filmde gördüğümüz o “karanlık tarafa
geçiş” de görmek fikri hep aklımda. Yapılanlardan
dolayı herkesten tek tek hesap sorduğu bir hikayede düşlüyorum onu. “Çeliğe su
vermek” gibi. Yumuşak yanlarını güçlendirdiği bir dönüşüm hikayesi izlemek çok
güzel olurdu. Bu hikayeyi Ateş - Bahar aşkından Ateş - Bahar savaşına bile
taşımak mümkün. İşte o zaman tutkunun fitili ateşlenir. Hikaye ile ilgili hayal
kurmak her izleyicinin yaptığı bir şey ama ben biraz daha çizginin dışına
çıkalım istiyorum. Olamaz mı?
Bol oksijen alman lazım Fulya.
Mehmet Emir’in olayları
yönetme tarzı berbat. Onunla yıldızım hiç barışmadı. Son örneği de Fulya’ya
yaptıkları. Fulya’nın yüzüne karşı söylediği o “Ben Hasret’e aşığım” sahnesi çok
acımasızdı. İnsan 20 yıllık evliliğini bitirme kararı alabilir, başka birine aşık
olabilir ama bunu dile getirirken bu kadar nobran olmamalı. Sevdiği adamın
başka bir kadına aşık olması karşısında soğukkanlı olmak zordur. Fulya’nın
davranışlarına hak vermesem de anlayabilirim. Fakat benim etrafımda da
gözlemlediğim, adam kadını terkettiğinde hedef her zaman diğer kadın oluyor.
Kötü, acımasız, baştan çıkaran!, yuva yıkan hep o hep o. Peki ya adam? Bir adam
bir kadını bırakıp gidiyorsa gittiği yere değil, bizzat adamın kendisine
odaklanmak lazım. Birinin sizi terketmesi için çoğu zaman sebebe falan da
ihtiyacı yoktur, gitmek ister ve gider. Bazen bu kadar basittir. İşte tam da bu
noktada Hasret’in Fulya’ya söylediği “Sen kocanı kaybettiysen bu tavırların
yüzünden kaybetmişsin.” cümlesine katılmıyorum. Hasret böyle bir cümle kuracak
biri değil. Orada talihsiz bir mantık hatası var sanki. Ama illaki Hasret’i
anlamaya kafa yoracaksam Fulya’nın canını acıtmak istediği için yaptığını,
çünkü Fulya’nın da onun canını çok acıttığını söyleyebilirim. Mahallelinin
Hasret’e tavrı da işte bu az evvel eleştirdiğim bakış açısından geliyor. O
mahallede kal Hasret. Hiçbir yere de gitme. Ama Mehmet Emir ile mutlu olman çok
zor onu da bil. Hasret-Fulya savaşına incelikli dokunuşlar bekliyorum. Kadın
olmanın zorluklarına dikkat çekilebilecek bir alan oluştu orada.
Konağı görmeye gelen
Altan ve Açelya çiftini umarım bir daha görmeyiz. Çok kötü bir oyunculuk izledim.
Nuran ve Sakine’nin temizliğe gittiği ev sahibi kadınların da oyunculukları kötüydü.
Küçük rollerle diziye eşlik edenlerde sıkıntı var.
Hülya’nın mücevherlerini
bozdurduğu kuyumcu da hiç olmamış. Bildiğiniz mahalle kuyumcusuydu o. Oysa
böyle insanlar şampanya ikram edilen kuyumcularda alışveriş yaparlar.
Efsun’un bağırmasından
yakınırken bu hafta bütün kadro bas bas bağırdı. Müge bile. Allah kulaklarımıza
zeval vermesin.
Ateş’in yüzüğü eline çok
bol, düştü düşecek. Çok mühim değil elbette ama aklıma geldi söyleyeyim dedim.
Fragman mevzusuna gelince;
hafta boyunca dönen fragmandaki sahneyi, başka bir mekanda ve başka insanlarla
çekilmiş olarak izledik. Ben hoşlanmadım. Hassas mıyım neyim bilmiyorum ama
kandırılmış hissettim. Acele verilmiş bir karar gibi de algıladım. Sevenler
olabilir onları da anlarım. “Fragmandır en nihayetinde” diyene de lafım yok.
Orada çarpıcı nokta Nuran ve İlyas’ın asıl çekilen sahnede olmayışıdır.
Elinize sağlık, emeği
geçen herkese selam olsun.
* Mevlana’nın, Şems'in
gidişi üzerine, ona seslendiği şiirden alıntıdır.