En son Polat’ı bıraktığımız yere bakarsak dört silahşörlerin onu
nasıl kurtaracağını bekliyorduk. Bazen biz bile hafife alıyoruz bu adamı. En
çaresiz göründüğü anda dahi planını yapmış bile. Odada yalnız kalır kalmaz önce
kelepçelerden kurtuldu. Sonra bombayla oynamaya başladı. Boş bir odaya bombayla
Polat'ı baş başa koyarsanız bombanın korkması gerekir bence.
Bu noktada çok güzel işleyen bir senarist aklı vardı. Bombayı
etkisiz hale getirmek yerine onu beş dakika sonrasına ayarlayarak bir silah
haline getirdi ve planında başarılı oldu. Can tatlı tabi. Hızla deniz
seviyesine çıktılar ve sonrası malum. Denizaltı patladı, Polat ise sahile
çıktı.
Beyler, yanında destesi olan var mı beyleeer?...
Ağabeyleri icraat peşindeyken bizimkiler beklemedeydi. Oturmuşlar bir
masaya, karartmışlar enseleri öylece bekliyorlardı ki yakışıklı ve bir kaç Armageddon askeri geldi de neşelerini buldular. Bir adamın burnunun dibine
kadar giriyorsan kafa yemeyi de göze alacaksın. Sonradan kızmaca olmaz. Bu
arada hedefi de öğrendiler. Hedef Marko Petrovic... Rusya destekli Sırbistan’ın
güçlü muhalif lideri!
Fehmi ile Algis’i nihayet bir arada gördük. İkisi de aynı tarafa
çalışıyorlardı ama hiç karşı karşıya gelmemişlerdi. Bu görüşmede ilk dikkatimi
çeken şey Fehmi’nin Algis’e dahi nasıl saygıyla davrandığı oldu. Sonrasında ise
bizim artist Amon’dan “yüce” diye bahsetti. Algis’e o kadar saygı gösteren adam
doğal olarak Amon’u tanrı gözüyle görür. Fakat Yüce Majeste’den hiç
bahsedilmedi. Şuana kadar emin olduğumuz tek şey Yüce Majeste ve Amon’un aynı
çıkar odağı için çalıştığı. Bundan başka hiçbir şey net değil. Fehmi, Cahit’in
ihanetini de yine burada öğrendi. İlk duyduğundaki yüz hali gösterdi ki bu
ihaneti sineye çekmeyecek. Onun gibi paranoyakları çıldırtacak tek şey
ihanettir. Hele ki yakınlardan geliyorsa...
Hani benim gençliğim nerde??
Polat en son kıyıya kadar yüzmüştü. Fakat yer gök Armageddon
askeri kaynıyor. Yine buldular onu. Fakat sadece bir kişinin onu önüne katarak
götürebileceğini düşünmek hakikaten büyük aptallık. Sonuç olarak canlarıyla ödediler.
Bu noktadan sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Polat ve o çocuk
karşılaştılar. Öncelikle çocukda bir problem yokmuş. Aksine son derece tatlı
bir oğlanmış. Polat’ın önüne düştü ve onu eve, Armageddon timinin ortasına
kadar götürdü. Koskoca timin yapamadığını sahip olduğu özellikleri iyi bir
silah olarak kullanan çocuk yaptı. Helal olsun vallahi.
Olum bak git..
Dört silahşör Sırbistan’a nihayet vardı. Armageddon timi onları
biraz para, biraz malzeme ve silahlarla birbaşlarına bıraktılar. Buralar Akif’in
mekanı. Planı da o yaptı ve sınır boyunca ilerleyip tekrar Karadağ’a geçtiler. Daha
sağlam kaynaklarla daha çok yardım almak için buradaki uç beyine ulaşmak
istediler. Ulaştılar da ama başlarına gelmeyen kalmadı desek yeridir. Tek bir
şey diyeceğim, asla köylü uyanığı olmayacaksın. Çünkü kimse o kadar saf değil. Adamı
paket ediyorlar sonra kendi mekanında.
Polat da yakalandı ama bu sefer kendisine yakışır muamele gördü.
Yüce Majeste ile nihayet karşılıklı oturdular. Konuşmalar enfesti. Özellikle “abartı”
muhabbetini pek sevdim. Bir şeyleri konuşup, bir yerlere varma amacından ziyade
birbirini yakından görme, tanıma ve tartma deneyimini yaşadılar sohbetleri
boyunca. Fakat benim anlamadığım daha bir bölüm önce denizaltında görüşmekten
çekinen Yüce Majeste bir bölüm sonra evde ağırladı ve kolayca çıkan bir ayak
kelepçesinden başka bir tedbir de uygulamadı. Yüce Majeste’ye bu cesaret
nereden geldi belli değil...
Bizim silahşörler Mitrovica’ya varıp uç beyini buldular ama iki
dürüm kıvıracak zamanı bulamadılar. Sonra gidip uç beyinin evinde çay içtiklerinde
insan kızıyor doğal olarak. Madem çaya vakit var, dürüme niye yok! Uç beyi her
şeyi ayarladı ama son anda çark etti. İhtiyarlara danışmış ve red cevabını
almış. Zaten İhtiyarların en büyük hobisi Polat’ı ortada bırakmak. Bundan derin
bir keyif alıyorlar. Bizimkiler “Ağbi için” deyince uç beyi de ihtiyarlara
rağmen izni verdi. İnsiyatif almasını beğendim lakin İhtiyarlar’ın sözünden
çıkması aynı oranda bir gevşeklik zaafını da ortaya koyuyor. Aman dikkat...
Ne pis sohbeti varmış. İnsanda moral bırakmıyor.
Yüce Majeste ve Polat’ın sohbetlerinde geleceğe dair açıklamalar
ilgi çekiciydi. Hala araştırma fırsatım olmadı ve balkanların patlamaya hazır
bomba olması bir kurgu mu yoksa Vadi Aklı’nın bir söylemimi bilmiyorum. Fakat
Şedid’den dönecek vatandaşların balkanlarda kullanılması ve Polat’ın Musul
hamlesi gerçekten ilgi çekici. Son günlerde Irak bu kadar karışmış ve tekrar
alevlenmişken bu konuda gelecek bölümlerde Vadi Aklı daha pek çok şey
söyleyecektir.
Balkan savaşı ile ilgili Majestelerinin karnı guruldarsa, Fehmi
gibiler açlıktan taşı toprağı kemirir. Doğal olarak konsey toplantısının konusu
da buydu. Zaharyas üstüne düşeni yaptı. Can ve Mete bey yine sinsi sinsi
oturdular. Olan Bünyamin’e oldu. Önce altınları gitti, şimdi de paracıkları
gidecek. Bu adam kanser olmadan para kazanabilse bari konseyden. Yoksa ilk
ihanet eden Can bey’den de önce o olacak.
"Demek hiiç sevmemiş, isteeememişsiniz beni. Unutmuş, düşünmemişsiniz beniiii.."
Dikkat çekici bir diğer nokta da konseyde Cahit’ten bahseden
olmadı. Zaten Fehmiler bahsetmeyecekti ama kimsenin sormaması da garip geldi.
Sonuçta bir şekilde konseyin içinde olacak adam kaç toplantıdır ortalarda yok.
Bakalım Cahit krizi nasıl patlak verecek.
Polat’ı fazla serbest bıraktıklarından bahsetmiştim. Adam
denizaltıdan çıkmayı başarmış bir kelepçeden mi kaçamayacak? Enfes kaçtı.
Kaçarken ağacı kullanması hepimize de bir ders vermiş oldu. Ağaç önemli
arkadaşlar. Ağaçları kesmeyelim. Aşağı indikten sonra ise her zamanki
kahramanlık halleri bu sefer yerini bir kez daha bu bölümde zekaya bıraktı.
Armageddon askeri gibi giyinip kolayca herkesi indirmesi ve adadan kaçması
eğlenceli olduğu kadar akla da uygundu. Yüce Majeste yatsın kalksın canının sağ
kaldığına şükretsin.
Athos, Porthos, Aramis, Dartanyan.
Bizimkiler Petroviç’in toplantı yapacağı yerin kapısına dayanmış
bile. Bir kaç bölüm önce Mr. Smith ilk gelip operasyon yaptığında bu nasıl
tedbirsizlik demiştik. Meğer Ruslar bizden de rahatmış. Koca bir time gerek
kalmadan dört kişiyle paketlediler tüm adamları.
Tanınan süreye 20 dakika kalmıştı ve Petroviç ellerindeydi. İşte
burada bi tek Timur’un kafası çalıştı. Dördünün arasında asla ondan beklemezdim
bu çıkışı. Hoş şimdi Timur’u övdük ya iki bölüme kalmaz yapar gene olmadık bir
iş. Neyse, Yakışıklıya telefonda Polat’la görüşmek istediklerini söylediler ama
tabi Polat yok. Algislerin blöf yapmaktan başka çaresi yoktu. Aslında
yaptıkları blöf de tam tutuyordu ama pat diye kapıdan Polat girdi. Bu adam Hızır
galiba. İlk önce bir Rasim Ozan “haydaaaaa”sı çektim ama ikinci saniyeden sonra
mantıklı geldi. Polat’ın imkanları çok üst düzey ve toplantı yerini uç beyi
biliyor. Pek tabi oraya yetişebilir. Gelip balkanları kanlı bir savaştan ‘şimdilik’
kurtardı ama bakalım Cahit’i kurtarabilecek mi?
Haftaya ne olacağını şuan için kestirmek gerçekten çok zor. Hoş,
Polat “Musul” dedi ama bakalım ne zamana olur. Böylesi haftalarda Vadi'yi daha ayrı bir
heyecanla bekliyorum. Zira ne yöne gideceğini kestirmek için en ufak bir
işaret dahi olmuyor. Tamamen bir bilinmezlik lüksüyle karşı karşıya kalıyoruz.
Hadi bakalım... Ha unutmadan 250. bölüm kutlu, yolumuz açık olsun.