Yorumlarımı takip edenler
bilirler, Gönül İşleri için baştan bu
yana hep, pazar akşamlarını ısıtan, sıcacık bir aile hikâyesidir derim. Genelde
yeni haftayı karşılamadan hemen önce, ekran karşısında, battaniyem üzerimde,
elimde sıcak içeceğimi yudumlarken, yüzümde gülümseme, kalbimde sıcaklıkla
izlerim Gönül İşleri’ni. Bu haftaki
bölümdeyse yanımda birileri olsun, bir şeyler anlatsın ben de arada bir ekrana
bakayım istedim. Hani salonda bir kalabalık vardır da, çay bardakları sürekli
gider gelir, inceden bir sohbet de peydahlanmıştır, arada gözün ekrandadır,
olup biteni kaçırmaz. Hah, işte öyle bir kalabalık olsun istedim salonumda,
çünkü bu hafta gerçekten ekrandaki sesi bir şeyler bastırsın, ilgim sağa sola
dağılsın istedim.
Şu atışmaların dozu "turşuya limon konur, sirke konur" u bayağı aştı.
Bir kere Servet’le Yılmaz’ın
sürekli yüksek perdede mücadeleleri beni çok yoruyor artık. Onların aşkına,
birbirlerine bağlılıklarına olan inancım zedeleniyor böyle oldukça. Bir de son
iki haftadır Timuçin Esen’e olan sevgim bile Yılmaz’ı gözüme hoş gösteremiyor.
Mesela Servet’in avukatına, zina sözleri sonrası gösterdiği tepki neydi Allah
aşkına?! Sanki haksız yere suçlanıyor. Servet’e ettiği “bebeğinin babasının
alnına sürdüğün kara leke” çıkışını içeren cümlesi ise son noktaydı. Canım o
leke kimin eseri, ne dersin Yılmaz’cım bir daha düşünelim mi?
"indim dereye taaaaaşşş bulamaaaadııımmmm"
Hani şiddet konusunda daha da
hassaslaştığımız şu günlerde, hele bir de tam Dünya Kadınlar Günü’nde yayınlanan bu bölümde;
Yılmaz bana şiddetin sadece eylemle değil, sözlerle de yaşandığını hatırlattı
bir kez daha. Evet, Yılmaz’ın bağırış çağırışlarının, sözlü şiddete çok yakın
bir yerde olduğunu düşünüyorum gün geçtikçe. Hamile bir kadın, eşin var senin
karşında. Zaten (maazallah) o bebeğin hala zarar görmemiş olması bir mucize
bence. Ne yalan söyleyeyim Servet’in fenalaşma oyunundan bir an kuşkulanmadım.
Hah, bak işte, olacağı buydu dedim izlerken.
Ha, Yılmaz böyle de Servet’in
da ondan aşağı kalır yanı var mı, yok. O da artık çok yorucu. Aralarındaki tek
fark, Yılmaz’ın hayata karşı genel tavrının agresif olması. Servet damarına
basılmadıkça ona göre daha sakin bir kadın. Ama Yılmaz’ın altında kalıyor mu,
hayır! Kavga ve mücadelelerle başlayan aşkları ekranda izlemeye her zaman varım
ama, ikisinin aşk ve inat adı altında, birbirlerini bu kadar kırmaları artık
beni çok yoruyor.
Üstelik Yılmaz’ın Servet
dışındaki kadınların kalplerini fütursuzca kırması da hiç hoşuma gitmiyor.
Tamam, bahsettiğimiz kadınlar olan Alev ve Müjgan da sütten çıkmış ak kaşık
değiller elbet, ama Yılmaz karısını aldatıp onlarla gönül eğlendirirken iyi,
sonra Yılmaz’ın yoluna çıktıklarında veryansın! Mesela belli ki, Müjgan gitme
kararı almış olsa dahi, kapıdan bacadan Yılmaz’ı gözetliyor, fırsat kolluyordu.
Hasta olduğunu duyunca koşup geldi. Ama Yılmaz ona, şu gün ettiği lafları
sakince en başta etseydi, o da hiç niyete giremezdi herhalde. Her ne kadar
Yılmaz Müjgan’a “ben sana hiç umut vermedim” dese de, ilk geldiği günlerde
elini bacağına koyup da, umut vermeyen ama, şu son, had bildiren tavrından da
çok uzakta olan Yılmaz’ın, mücadeleye değer olduğunu düşündü herhalde Müjgan.
Aman yanlış anlaşılmasın Müjgan’ı aklamaya çalışır falan değilim, ama bu
olanların tüm faturasının Müjgan’a kesilmesini doğru bulmuyorum. Neyse çok uzattım.
Yılmaz’la Servet’in
boşanmasına bir anlamda sevindim, belki artık hikâyeleri başka bir boyut alır.
En güzel Sevda Bedir karelerinden biri değil mi sizce de?
Bölümün geneline hâkim olan
Bedir&Sevda cephesindeyse yine olaylar olaylar. Sevda’nın babasının
laflarına alınıp da Muzaffer Amca’ya bu kadar düşman olmasına anlam veremiyorum
açıkçası. Adam bir başına üç kız evlat yetiştirmiş, sana bağırdı diye, babanı
hemen sil! Üzgünüm ama ben bunu Sevda’dan bile beklemezdim. Üstelik Sevda bu
bölüm bir “yanlış duymuşsunuz” tutturdu ki, gelene geçene açıklaması bu oldu. Bedir’le
kaçışı öncesi, zaman kazanmak için Tibet’in evine yerleşmesi her şeye tuz biber
oldu tabi. Yalnız bölümün en eğlendiğim kısmı, Tibet’in Sevda’ya annesinin
evini gösterip “evlenince nasıl olsa burada yaşayacağız” demesiydi, kılkuyruk
Tibet annesine şu ara efelense de, tabi ki onun evinde yaşayacak, ya ne
olacağdı?!
Bedir’in pasaportu Sevda’ya
vermesi ve Sevda’nın tedbirsizce telefonda konuşarak, Lale Hanım’ın kaçış
planlarından haberdar olması, planlarını sekteye uğratacak dedik, ama
kaçmalarına bilâkis Lale Hanım yardım etti. Oysa ikisini aynı evde görünce,
Sevda tam Lale Hanım’ın gelini olacak kız diye düşündüm. Sizce de harika bir
takım olmamışlar mıydı?

"
Şaşırınca bayağı benziyoruz bizce"
Tam kaçıyorlar dedik, bu kez
Süreyya Hanım’ın kızıyla babasını barıştırma çabaları, Sevda’nın üvey olduğunu
öğrenmesiyle sonuçlandı. Ama bu sonuç da meğer yanlışmış. Saf Saadet’ciğin
babalık testi Muzaffer Amca ile Süreyya Hanım arasındaymış ya! Yani herhalde
öyle çıkacak. Sevda üvey falan değil mi şimdi? Peki o zaman Muzaffer Amca’nın
mektubu neydi?
Bu arada Servet bir şekilde
kolundan tutup eve getirdi ama Süreyya Hanım’ın “DEV haklı” terk etme
hikâyesini hâlâ bilmiyoruz. Sadece Vehbi Bey’in Muzaffer Amca’dan önce Süreyya
Hanım’a talip olduğunu ve onun da Sevda adında bir kızı olduğunu biliyoruz. Gerisi
yine seyircisini merakta bırakmayı tercih eden hikâyemizin muammaları… Bu arada
Vehbi Bey rolünde karşımıza çıkan Yılmaz Gruda’yı görmek de çok keyifliydi.
Bölüm boyunca ortalıklarda
görünmeyen ama son haftalarda izlemeyi en sevdiğim kısımların kahramanı Kemal
Komiser’imi de ben ekleyeyim. Zira bu hafta dizimiz bize kendisini göstermemeyi
tercih etti.
Bu kadar harika oyuncular, bu
kadar sıcak başlayan hikâye için, bu kadar paragraf yazıp, tek güzel söz
söylemeyi başaramayan huysuz June’dan sevgilerle, iyi bir hafta dilerim.