“Bugün insanlara
güvenmekte zorlanıyorum.”
Dr. Ali Vefa(Taner
Ölmez) / Mucize Doktor, 4.Bölüm
“OTİZMLİYİM BEN,
APTAL DEĞİLİM!”
4.
Bölüm, Ali’nin otizmli savant bir insan olarak toplum içinde var olmaya
çalışırken çektiği sıkıntıların, ön yargılardan ve bilgisizlikten kaynaklanan
doğrudan kötülüğün ve her şeye rağmen iyi niyetin bazen yetmeyeceğinin farklı
hikayelerini gördüğümüz ağır bir bölüm olarak kayda geçsin. Bölümü izlerken ilk
3 hafta bizim evde duyulan kahkahaların da pek yaşanmadığını da belirteyim.
Nâzım Özgün için de benim için de 4. Bölümde Ali’nin çektiği sıkıntılar, öyle tanıdık
ki, bu yazıda bölüm sahnelerine göre biraz paylaşacağım sizinle.
***
Bölümün
açılış sahnesinde Ali’yi sabah rutini bozulmuş, hiç uyumamış sabahlamış, epey
dağılmış vaziyette buluyoruz. Nazlı’nın bir gece önce Dr. Adil ile yaptığı
telefon görüşmesini tesadüfen duyan ve Nazlı’nın sadece Dr. Adil istediği için
kendisiyle arkadaşlık ettiğine inanan Ali, ciddi bir güven kaybı yaşadı. “İnsanların söylediklerine hemen inanıyorum
da ben, sonra numaradan olduğunu öğrenince üzülüyorum” diyerek çöp almaya
gelen apartman görevlisine bile içini döken Ali için duygularını ifade etmek
aslında çok zor, ama o yine de içinde tutmuyor. Tıpkı Başhemşire Selvi’yle
hastane girişinde karşılaştığında “Sizinle konuşmasam olur mu, bugün insanlara
güvenmekte zorlanıyorum çünkü!” demesinde olduğu gibi, O hep çok dürüst!
***
Nazlı
ile birlikte şehir dışına -hem de helikopterle!- nakil edilecek organı almaya
gitmesi gereken Ali’nin çoğumuzu gülümseten tepkilerinin sahiciliğini, Taner
Ölmez’in rolü artık ne kadar “giydiğini” gösteriyor. Ali Nazlı'ya o kadar bozuk
ki, yan yan yürüyor, yüzüne bakmıyor, hatta o bir şey sorduğunda cevap bile
vermiyor.
(Ve
evet, bu hafta da her paragrafta satır aralarında Taner Ölmez için “ne güzel
oynuyor” yazdığımı düşünebilirsiniz!)
Otizmli bireyler
çoğu zaman duygularını tam göstermedikleri için (hem istemedikleri, hem gerekli
bulmadıkları, hem de çoğu zaman nasıl yapacaklarını tam bilemedikleri için)
otizme dışarıdan bakanlar tarafından “duyarsız” ya da “duygusuz” olarak
adlandırılabiliyor. Senaryoda Ali’nin Nazlı’ya olan içsel tepkisi ve gerçek
kırgınlığı öyle güzel verilmiş ki, Ali Nazlı’ya derdini anlatana kadar geçen
zamanda izleyici çoktan Ali’nin yanında yerini alıyor. Önyargılar yıkılmak içindir, otizmlilerin de aynı doğal gelişimli
insanlar gibi duyguları, düşünceleri vardır, hatta çoğu zaman bizlerden “çok”
hissederler!
***
Evde
nadir güldüğümüz sahnelerden biri tabii ki helikopter sahnesi: Sevgisi
gözlerinden okunan Dr. Ali: "Helikopterleri
severim." deyince bendeki versiyon anında yapıştırdı:
"Helikopterleri kim sevmez?" Dedim ki, “öyle deme, belki korkan vardır.”
Nâzım
Özgün’ün cevabı: “Ne saçma, baksana ne
güzel dönüyor pervanesi!”
Hadi
yine bir “otizm bilgisi penceresi” açalım, “dönen şeyler” daha önce de konumuz
olmuştu: Otizmli bireyler, özellikle de
çocuk yaşta otizmliler, iletişim kuramadıkları dönem başta olmak üzere dönen
nesnelere, tekrarlayıcı hareketlere, bazen sadece düzenli hareket eden her şeye
ve farklı ışıklara epey tutkun olabiliyorlar. Bu durum, bazen sadece çocuğun
kendini sakinleştirmesine ve iyi hissetmesine neden olurken, çoğu zaman aslında
ciddi bir takıntının da belirtisi. Özellikle küçük yaştaki otizmli çocuk sahibi
anne-babalar iyi bilirler, böyle bir durumda çocuğun neyi neden takıntı haline
getirdiği ve hangi amaçla kullandığını çözmek gerekiyor. Oyuncak araba
tekerleği döndürmekten çamaşır makinesini çalışırken seyretmeye, başından
ayrılmadan, göz kırpmadan dönen pervane izlemeye kadar uzanan bir yelpazede
çeşitli versiyonların, düzenli takıntı haline gelmemesi için pekiştireç ve akıl
çeliciler kullanmak gerekiyor.
***
“Mucize
Doktor”umuz 4. Bölümde otizm farkındalığı bir yana, organ nakli ve organ bağışı
bilgileri verirken, organ nakli bekleyen bir hastanın yaptığı hata nedeniyle
nasıl bağışı kaybettiğini anlatıp, yeni bir farkındalığa yelken açtı, ekibe
yürekten teşekkürler!
Nakil
yapılacak karaciğeri ince ince inceleyen Dr. Ali titizliği bir yana, onları
götürecek ambulans bulunamadığında pratik zekâsı ile çözüm üreten Ali’ye şapka
çıkardım. Burada bence önemli olan aralarını düzeltmeye çalışan Nazlı’nın hemen
Ali’yi dinlemesi, genelde toplum içinde
otizmli bireyler ciddi bir şey söylese bile dikkate alınmıyor.
***
Senaryo
ve akıştaki tıbbi bazı eleştirilere de yer vermek isterim. Özellikle Twitter’da
çok şahit oluyorum, epey yorum yazılıyor, hele de ameliyathane hijyeni
konusunda. Bu bölümde de kıl bir tarzı ve hafif aşağılık kompleksi olan Dr.
Tanju'nun Dr. Ferman’ı ortak ameliyata almak istememesinde tüm tavrı itici
belki, ama Dr. Ferman'ın da hastanede her ameliyatı yapabilen bir cerrah olması
tuhaf değil mi biraz? -Cerrah okuyucular bu konuda ne derler, merak ediyorum,
belki yorum yazarsınız.-
***
Bir
polis arabası flaşörü nelere kadir... Ah bu hafıza derinliği! Neyse ki
sahnemizde Nazlı Ali’nin flaşöre takıldığını çabuk fark etti. Ali organ nakli
için kullanacakları polis arabasının flaşörüne takılmışken, biz de bilgi
tazeleyelim. Otizmli bireylerin neredeyse
tamamında dışarıya göstersinler veya göstermesinler fark etmez, müthiş bir fotoğraf
ve video hafızası var. Bu hafıza, hayatın içindeki birçok detayı kolay
hatırlamalarını sağlıyor, geriye dönük anıların çoğu bir tek görsel ile
akıllarında kalıyor. Bazen bir renk, bazen bir ses, çoğu zaman dikkatlerini
çeken bir ayrıntı, olayları ve insanları unutmamalarını sağlıyor. Eğer otizmli
bir çocuğun görsel hafızası kuvvetli ise, öğrenme biçimi olarak görsel eğitime
ağırlık verilmesi, çocuğun çok hızlı ilerlemesine neden olabilir. Bu anlamda
otizmlileri hangi yolla daha kolay öğrendiklerini özel eğitimcilerin ve
ailelerinin keşfetmesi gerekiyor.
Peki
ama nakil yapılacak aslında “cansız” bir karaciğere donörün adıyla hitap etmek
kimin aklına gelir? Tabii ki Dr. Ali gibi hassas bir otizmlinin! İçgüdüsel
olarak donöre ve kişiliğine saygı göstermesi çok güzel bir detaydı, not olarak
belirtmek isterim.
Organ
nakli olacak, tüm ekibin çok yakından ilgilenip tanıdığı hasta Muhsin Amca’nın
sırf kızının arkadaşlarına “normal” gözükmek için, organ naklinde ilk önemli
kurallardan birini ihlal ederek alkol alması sahnesinde Dr. Ferman'ın
"içmiş miii" deyişindeki o vurgu ve üzerine eklenen transplant yapılacak
karaciğerin ısısını düşürmek için karaciğeri Buzlaş'a gömen (!) Ali ve Nazlı
ikilisini cengaverliği sahneleri unutulmaz hale getirdi. Bazen sonuçlarını
düşünmediğimiz bir hata, hayatımıza mal olabilir, Muhsin Amca hikayesi herkes
için akılda kalıcı bir dersti.
***
“Matematiğim
iyi değildir…” Dr. Demir’in matematik bilmeden nasıl tıp bitirdiği aklımızda
bir muamma ve Demir’i tanımlayan komik bir detay olarak kalsın, öte yandan bir
çırpıda hesap yapan ve test sonuçlarıyla birebir aynı rakamı buluveren
Dr.Ali’nin tabii ki çoğumuza olduğu gibi her otizmliye de nasip olmayan
“matematik yeteneği”ne bakalım: Dr. Ali
savant otizmli bir birey, bazı savantların olağandışı matematik yeteneği sadece
sayılarla aralarının iyi olmasını değil, çoğu zaman hayatı sayılarla ifade
etmelerini de sağlayabilir. Tıpkı fotografik hafıza, resim veya müzik yeteneği
gibi matematiğe özel bir yetenek geliştirmiş otizmli bireyler var ve dünya
üzerinde bu özelliklerinden faydalanarak önemli yerlere gelebiliyorlar:
Kendini, hayatı ve dilleri sayılarla çözümleyen otizmli yazar ve dilbilimci
Daniel Tammet veya Amerika’da Silikon Vadisi’nde aktif çalışan veri bilimci,
yazılımcı otizmliler gibi…
***
Polis
arabasında yolda giderken Nazlı’nın atlattığı ufak kaza, bize Ali’nin duyarlı
ve hassas yüreğiyle ilgili güzel bir ipucu veriyor: Hem trip atar hem de
kıyamaz, ama bir yandan dersini de verir: "Kemerini
takmazsan böyle olur, ama incinmesin, bir yerin incinmesin!" Ali ve
Nazlı’nın çok tatlı bir ikili olduklarını ve böyle ilerlerler ise bize çok daha
keyifli sahneler yaşatacağını düşünüyorum.
Dr.Ali: "Bana ne yapmış olursan ol, ben senin
canını acıtamam!" Otizmli bireylerdeki bu şahane duyarlılığı çok
seviyorum, çoğu zaman kendilerine yapılan kötülük ne olursa olsun hiç
beklenmedik sakinlikte doğru tepkiler geliştirebiliyorlar. Bizim çoğu zaman
beceremediğimiz bir durum.
Bölüm
boyunca çoğu sahnede nefesimi tutarak izledim doğrusu, transplant yapılacak bir
karaciğerin başına daha ne gelebilir ki? Yine de yol kenarında araç kaportası
üzerinde organa küçük bir operasyon uygulayan Ali ve Nazlı ikilisini biraz
abartılı bulduğumu da belirteyim. Ama tabii bu bir dizi, senaryoya uç detaylar
da lazım. (İzlediğimizin sadece bir dizi olduğunu unutabiliyorum bazen, siz
beni uyarın!)
***
Hastane
ahalisinin beni benden alan dedikodu kazanı durumu, herkesin kendisini sevip
beğeneni değil de bir başkasını seviyor hali, buna karşılık sürekli bir arkadan
iş çevirme, hıncını başkasından alma, tuhaf bakışlar ve bol gıybet dolu
sahneler giderek çoğalıyor, bakalım bu düğümler nasıl çözülecek?
***
Nazlı’nın
Ali ile arasını düzeltmek için istediği “ikinci bir şans” lafı, Ali’nin
beyninde başka bir pencereyi araladı: "Ne
kadar çok kullanıyorsunuz bu lafı? Herkes ikinci bir şansın peşinde, kimse
ilkini düzeltmenin peşinde değil..."
Sahnenin
devamında Ali’nin çocukluğunda çocuk bakım evinde kaldığı dönemin başlangıcında
annesinin kendisini kontrole gelse de kapıda beklediğini, Ali’nin yanına
gelmediğini, çünkü babasının tepkisinden korktuğunu öğreniyoruz. Amerikan
versiyonu olan senaryo takip edilirse, bizim uyarlama versiyonda da Ali'nin
annesiyle ikinci bir şansı muhtemelen hiç olmayacak… Ama işte Ali bir otizmli
ve kendisine yapılanı hiç unutmuyor. Buna kindarlık olarak bakmayalım derim,
sonuçta kim olursa olsun terk edilmek bir çocuk için hayat boyu travma demek.
Nâzım
Özgün reklam arasında sürekli söylendi. Ali’nin haklı olduğunu, Nazlı ile
arkadaş olmaması gerektiğini söyleyen oğlum, “sonuçta Muhsin amcanınki kadar
hayati bir hata değil Nazlı’nın yaptığı” dedim ama, oğlum “Nazlı Ali’yi kandırdı” derken pek ciddiydi: “Sana öyle geliyor,
ben bilirim Ali çok üzüldü…”
***
Geldik
kalbimin bir parçasını bıraktığım, bu bölümün odak noktası önemli sahneye: Ali,
Nazlı’ya neden kırıldığını anlatırken kendisi ve tüm otizmliler için değerli
bazı ipuçları da verdi:
- Arkadaşım olduğun
için mutlu olduğunu söylemiştin.
- Adil Hoca söylemese
de yapardım.
- İnandırıcı gelmiyor.
Numara yapmana gerek yok, kendine bak bir de bana bak. Senin gibi birinin
benimle vakit geçirme ihtimali kaçtır ki normalde? Otizmliyim ben, aptal değilim!"
Bu
sahnede başka bir alt metin, otizmliler ile ilgili detaylı bir farkındalık var:
Otizmli bireyler toplumsal yaşam içinde bu tip davranışlar ile çok sık
karşılaşırlar. Onların anlamadığını, düşünmediğini, hissetmediğini sanan bazı
insanlar, kötü davranışları ile onulmaz yaralar açabiliyor. Yalan söylemek,
kandırmak, ötelemek veya ayrımcılık uygulamak, tahminlerin ötesinde otizmli
bireylerin doğrudan algılayıp hissettiği durumlar. Dolayısıyla hayatınızda
rastladığınız otizmli birini kolayca kandırdığınızı veya onun hiçbir şeyin
farkında olmadığını düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz, bir daha düşünün!
Nâzım Özgün’ün sözü ile sahneyi kapatalım:
"Böyle oluyor bazen işte, insanlar biraz tuhaf, anlamıyorlar, ama biz her
şeyi hissediyoruz." (Oğlum diziyi izlerken her “biz” dediğinde içim
eziliyor, ona iyi geliyor kendine benzer birini ekranda izlemek…)
***
Dr.
Adil’in tüm sahnelerini pek keyifle izliyoruz, çünkü Reha Özcan sahnenin gerektirdiği duyguyu izleyiciye çok iyi
geçiriyor. 4. Bölümden aklımda kalan sahnede tonton doktorumuz, Ali’ye neden
yalnız yaşayamayacağını anlatırken, limonlu çay metaforu pek eğlenceli:
Dr.Adil: Hiç kimse
tek başına yaşayamaz.
Dr.Ali: Ama onlar
beni istemiyorlar.
Dr.Adil: Kim bizi
üzer kırar bilemeyiz, bırakırız kendimizi hayata, yaşayıp görürüz. Bunların
hepsine tecrübe diyoruz.
Ve
hiç limonlu çay içmemiş Ali, çayı denemeyi kabul ederek sonucu bildiriyor: “Limonlu çay güzelmiş!”
Benimse yine Ali’ye sarılasım geliyor, ah!
Yazı devam ediyor..