“Nasıl anlatsam, nerden
başlasam” diye şarkı söyleyerek evde dolandım durdum. Yazının başına oturup kalktım.
Oyalanmak için mutfağı topladım, evi çitiledim, makyajımı çıkardım. Baktım evde
yapacak iş kalmadı oturdum yazının başına. O
Hayat Benim’e olan sevgimi bilen bilir. İlk günden itibaren elini tuttum ve
bir daha da bırakmadım. Hakkında yazdığım her satırda sevgim saklıdır. Kurduğum
her cümlede hikayeye bir katma değerim olmasından yanayımdır. Hâşâ işi bilenlere,
emek veren herkese de saygım sonsuzdur. Fakat gelin görün ki insan iki
kelam etmeden de duramıyor haliyle.
Heyecanlı bir bölüm
finali ve ardından gelen yakışıklı bir fragman bu işin olmazsa olmazıdır. Fragman
o büyük lezzetin habercisidir. Ağıza bir parmak bal çalmak içindir. Ancak ne
yazık ki birkaç haftadır, fragmanda yayınlanandan fazlasını bölümde izleyemedim.
Heyecanla başına oturduğum bölümden “ziyade olsun” duygusuyla kalkamadım.

Ateş’in intikam duygusunu
tekrar gündemine taşıması çok doğal. Babasından gelen o kayıda kayıtsız kalması
mümkün mü? Kendine yakışır şekilde polisle, hak hukukla işi halletme yoluna
gitti. Ki doğrusu da buydu zaten. Ailesinin katillerini bulmaya and içmiş bir
Ateş’i geçen sezon uzun uzun izlemiştik. Adam kayıt, belge, şahit bulana kadar
canla başla uğraşmıştı. Hayatını bile tehlikeye atmıştı. İntikam duygusunu çok
azımız yaşamışızdır hatta bu dozda yaşayanımız yoktur bile. Allah yaşatmasın
da. Bu yüzden insanda yarattığı tahribatı pek bilemeyiz. Bu açıdan bakıldığında
Ateş’in Efsun ile yakınlaşarak Atahanlar’a zarar verme fikri bana çok da
anlaşılmaz gelmiyor. Zaten her ne kadar bunu yapmayı planlasa da hatırlarsanız
becerememişti. Bahar’a aşık olmuş ve bu aşk, intikam yöntemlerini değiştirip,
dönüştürmüştü. Kötü bir adam olsa o aşkı da ıskalar ve yoluna Efsun ile alacağı
intikam ile devam ederdi. Kusura bakmayın ama Ateş’in sırtını yere getirmem.
Hep ne diyorum, ben bu adamı seviyorum. Nokta.
Son sahnede Bahar’ın Ateş’e
sarfettiği o “İntikamını da istemiyorum, seni de istemiyorum” sözlerine çok
şaşırdığımı belirtmek isterim. Epey kafamı meşgul etti o sahne. Tanıdığım Bahar
bu sözleri sarfeder miydi yoksa sırf hikayeye hareket getirmek için mi o sözler
Bahar’a yazıldı bilemedim. İçinden çıkamadığımı söylemek isterim. Fakat şunu
söylemeliyim ki bu kadar büyük sözlerin edildiği bir sahneyi nasıl bu kadar
sıradan çekebildiniz? Bahar sinirlenip masayı bile dağıtamadı, gülünç gözüktü
gözüme o sahne. O bıçak kadar keskin sözleri sarfederken, elinin tersiyle
o fotoğraflarının olduğu çerçeve yere düşüp paramparça olsaydı, cam kırıkları elini
kesse ama can kırıklarından dolayı fotoğrafa düşen kanı görmese ve hissetmeseydi.
Ah ah! Bir tutam tutku rica ediyorum bu ikili için. Allah rızası için. İmdadımıza
yetişen Göksel şarkıları da olmasa ne olurdu halimiz!

Ahu Sungur’u hep
beğeniyorum ama iki haftadır izlediğim performansı müthiş. Annesi tarafından
örselenmiş bu çocuk! yine annesi tarafından yaralı halde savaşa sürülüyor. Daha
önceki yazılarımda da söylemiştim, Hülya’nın eş seçimi, hırçınlığı, ailede
sözünün geçmemesinin tek sorumlusu Edibe Hanım’dır. Nuran ile Edibe Hanım’ın
ortak özellikleri, hırsları uğruna kızlarına hiç mi hiç acımamalarıdır. Hastane
sahnelerinde beni rahatsız eden; günler geçse de Hülya’nın aynı siyah
gecelikle, terliksiz ve çıkmayan ojeleriyle geçen günleriydi. Yalın ayak koşan
kadın etkisi yaratmak istemeniz doğal, etkileyici de ama siz terliği giydirin o
yine çıkarıp kaçsın o hastaneden. Beyza minik bir bavul yapıverseydi ne güzel
olurdu. Ne de olsa koskoca Atahanlar’ın kızıydı Hülya. Öyle tek tip kıyafetle,
yalın ayak hastane köşelerinde günler geçirecek kadın değildi.

Hasret döndü. Ne güzel,
pek sevindim. Fakat Hasret’i Mehmet Emir’e layık görmüyorum ben. İkisinin bir
geleceği olmazsa sevinirim. O hikaye kapanmış, bitmiş dostlar. Mehmet Emir’in
bu saatten sonra kimseye hayrının dokunacağını da sanmıyorum.

Efsun meselesine çok
girmeyeceğim, çünkü gerçekten ama gerçekten bu bölüm de çok sıkıldım. Bu komiklik dozu bana göre
değil. Türkçe ve İngilizce kelimelere ettiği zulümden fenalık geldi. Bir de bu
kadar cahil bir kızın bu kadar ingilizce kelime bilmesi, bu kadar teknik kelime
bilmesi de epey tuhaf. Evet eğlenceli olduğu zamanlar var kabul ediyorum ama susmayan
hallerine bir ayarlama yapmak şart.

Nuran’ın Güleser’i
kıskanması olmamış. Hayır kadın bu kıskanabilir ama Güleser’i İlyas’a bu kadar
meyilli hatta işveli göstermenizi sevmedim. Bu arada Ezel Salık aynı zamanda şarkı
da söylüyor. Bir bölüm şöyle Berat’ın başını okşarken güzel bir türkü söylese
güzel olmaz mı? Hem sesini de duymuş oluruz.
Mücella karakteri diziye
ilk girdiğinde, kafayı fena halde Nuran’a taktığı için pek derinlikli
bulmamıştım. Nuran’a sarfettiği sözler çok sert ve kabaydı. Fakat zamanla çok
enteresan bir karakter olarak izledik. Bu gidişattan çok memnun kalmıştım.
Fakat şimdi yine Nuran’a kafayı taktı! İlyas ile boşanmalarını istemesini,
Güleser’i İlyas’a yakıştırmasını sevmedim.
Bölüm sonundaki
fragmandan etkilenmedim. Çünkü fragman ile tavlanıp bölüm boyunca daha
fazlasını izlemiyoruz bu ara.
Notlar: Hülya ile Bahar’ın
handa oturup konuştukları sahnenin planlarına bayıldım. Poster kıvamındaydı.
Her anın fotoğrafı kesilirdi. Bu sahne dışında da logolara denk gelmeyen şahane
planlar izledim. Allah razı olsun.
Fışkiyeyi kıran! arabayı pert
yapan prodüksiyona da sevgiler...
Efsun’u radyo programına
çıkarma fikri korkunçtu. Sıkıntı ve sinirden o ara başka şeylerle ilgilendim
itiraf ediyorum.
Nuran’ın banyo sahnesi
efsaneydi. Bir ihtiyaç anını böyle bir banyo keyfine dönüştürürken çok şekerdi.
Hikayeye emeği geçen
herkesin gönlüne sağlık.