Bu haftaki bölümü izlerken Barış Manço’dan “Gibi Gibi” çalıyordu içimde. “Sanki biraz naz ediyorsun ama/ Senin bana gönlün var gibi gibi/ Yüzüme karşı git diyorsun ama/ Sanki gözlerin kal der gibi gibi” ❤ Ayşe’yle Kerem’in en başından beri duygularını kabullenmek istememeleri ama bir yandan da delice bir kaçma çabası içinde olsalar da yine de birbirlerinden uzağa gidememeleri âşkın yüz gülümseten bir hâliydi. İzleyenler bilir, Keremcem ile Yasemin Ergene’nin (şimdilerde Özilhan) başrollerini oynadıkları “Aşk Oyunu” dizisini getiriyordu akıllara. Aşk Oyunu bizi biraz şaşırtmış olsa da genelde bu hikâyelerin sonunun belli olması izleyicinin daha rahat izlemesini sağlar. Tarih mutsuzları yazar evet ama kim sever ki mutsuz sonları?..

Bölümün başlarında ve hatta ortalarında da içimde “Gibi Gibi” çalmaya devam ederken sonlara doğru biraz değişti o melodi. Ayşe ile Kerem arasındaki kaçma kovalamaca olayının temelinde kişisel korkular olduğunu sezdik. Biraz daha duygusallaştık sanki ˆ.ˆ Bu gibi durumlarda genelde korkan tarafın daha önce ihanete uğrayan taraf olduğunu düşünürüz yani korksa korksa Ayşe korkar deriz ama bu sefer durum biraz daha farklı sanki. Bölümün başındaki sahte ilan-ı aşk sonrası Ayşe’nin tavırlarını göz önüne aldığımızda onun Kerem’le aralarında doğacak (aslında çoktan doğmuş olan) bir âşkı kabullenmeye hazır olduğunu görüyoruz. Sevmeye hazır, sevilmeye de. Sadece üzerine yapışan “saf kız” etiketinden rahatsız olduğu için kendini geri çekmeye çalışıyor. Kerem düzgün bir adım atsa o koşacak. Sevmekten korkmuyor çünkü. Aldığı onca yaraya rağmen temelde ailesinden aldığı değerler ve gerçek sevginin hâkim olduğu bir ortamda yetişmesi onun en büyük şansı olmuş.

Maalesef Kerem için durum aynı değil. Kerem sevginin âdeta bir ödül olarak sunulduğu bir ailede yetişmiş. Babası ancak onun istediklerini yaptığı zaman göstermiş sevgisini, ancak o zaman durmuş arkasında. Annesi desen tipik bir sosyete kadını. Oğluna karşı her daim toleranslı olsa da karakteri gereği yeterince gösterememiş belli. Oğlunu seviyor doğru, ama onun duyguları ve düşüncelerinden ziyade yalnızca iyi şartlarda yaşamasına odaklanmış. Kerem’le Yelda Hanım’ın ikili tek bir yakın sahnelerinin olmayışı bu tezimi doğruluyor. İyi görünmek iyi olmak değildir her zaman. Kerem iyi görünmeyi öğrenmiş; duygularını saklamayı, her şeye karşı umursamaz görünmeyi öğrenmiş. Zamanla kendisini bunun doğru olduğuna inandırmış ama kurduğu dünyadan gerçeğe çarpınca doğrusu da karıştı yanlışı da. Ayşe’yle tanıştığından beri belki hayatında ilk defa ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyor. Genelde bu karakterler için geçmişten gelen yaralı bir hikâye çıkartılır sonradan ama bu dizide bu tarz bir yola gidilmemesini umuyorum çünkü birinin sevmekten korkması için illa ki geçmişten gelen yaralı bir hikâyesi değil temellere oturtulamamış değerlerin de olabileceğinin bilincinde olmalı izleyici.

Kerem sevebilme kabiliyetinin ne güçte olduğunu bilmeden korkuyor sevmekten. Gerçek duyguların varlığından habersiz kendisi adına bi bilinmeze sürüklenmekten korkuyor. Aslında çoğu şeyi Ayşe’yle öğreniyor Kerem. Düşe kalka büyüyememiş, düşe kalka seviyor. Hatalar yapa yapa, bir adım ileri iki adım geri giderek belki... Ayşe’nin saçlarını kurutmak isteyecek kadar saf ve bölüm boyunca ondan uzak durma çabasından artık yorulup bölüm sonunda verdiği sözleri unutarak onu öpme isteğine karşı koyamayacak kadar da tutkulu bir sevgi onunkisi. Biraz eski biraz yeni Kerem, ama özünde yine acemi bir âşık... Ayşe’yi devamlı sorgulayıp zorlayarak içten içe gidip gitmeyeceğini sınadığından habersiz, hissettikleriyle ne halt edeceğini bilmeyen... Gururunu bir yana bırakıp Ayşe’ye ilk öpücüğünü çalan değil ilk sevdalı öpücüğünü paylaşan adam olduğunu itiraf edebilse her şey ne güzel, ne kolay olurdu. Ama illa çıldırmamız beklenecek sanırım, e kader artık...

En başından beri bu diziye Çağlar Ertuğrul için başladığımı söyledim. Onun yıllar yılı hep böyle bir komedi karakteri oynamak istediğini bilen ve “Dönerse Senindir”den istediği tadı alamayan biri olarak dizinin fragmanları ilk dönmeye başladığından beri sabırsızlıkla bekliyordum. Çağlar beni yanıltmadı, Kerem karakterini üzerine çok iyi giyinmiş, keyifle izliyorum. Burcu Özberk’le de olmuşlar yani, enerjileri güzel. Benim tek derdim özellikle Ayşe’nin ailesi tarafında komedinin çok zorlanması. Kabul, Erkut’un üç haftalık askerlik anılarını anlatma sahneleri çok başarılıydı. Gerçekten yaşıyormuşum gibi içime o bilinen fenalık geldi, boğuluyor gibi oldum. Buraya kadar sorun yok. Asıl sorun benim Ayşe’nin ailesinin sahneleri geldiğinde Erkut sürekli askerlik anılarını anlatıyor gibi hissetmem. Rıza’nın psikiyatrist sahnelerini sevmiştim. Taner Rumeli “İnadına Aşk”taki Toprak karakteriyle benzer bir rol seçmiş. Yine aynı adam gibi ama bu sefer eş profili değişmiş. Açıkçası Nazmiye mi Leyla mı deseniz Leyla derim. Nazmiye’yi sevmedim diyemem ama ailenin diğer üyelerinin aklı başında hâllerine rağmen Erkut’la ikisinin görgü izan nedir bilmez hâllerinden fazlasıyla sıkıldım. Kanalı değiştirmemek adına zor tutuyorum kendimi. Sabri sahneleri de sıktı artık. Oyuncu başarılı ama sürekli bu tarz hikâyelerle dahil olması bıkkınlık veriyor bir süre sonra.

Bu konuda naçizane bir tavsiyem Kerem’le Ayşe ve Kerem’in ailesi tarafında komedi zaten halihazırda güzel bir şekilde işleniyorken fazlasına zorlamamaları. Uzun dizi süreleri yüzünden yan hikâyeleri de devam ettirmeniz gerek anlıyorum ama o tarafın duygusal sahneler adına güzel bir potansiyeli varken bence bu harcanmamalı. Kurbanlık konusunda Rıza’ya destek olunan, yeter ki birlikte olalım mesajlı aile temasına devam edilebilir. Rıza ile Nazmiye arasında hoş sahneler yazılabilir. Mahallede yıllardır gizliden gizliye Sabri’yi seven ama kimselere söyleyemeyen bir karakter çıkabilir. Tuğçe’nin ilk aşkı işlenip onun üzerinden Ayşe ile Kerem’e gönderme yapılan sahneler yazılabilir. Biraz düşünülse eminim çok daha fazla kurgu bulunur. Yeter ki işin duygusal tarafı biraz daha özenli işlensin. Normalde çok güzel işlenebilecek bir mezarlık sahnesinin “Kerem komik çocuk ya...” tarzı işlendiğine hâlâ inanamıyorum. Orada bir iki güzel şey söylese ardından yetişen Kerem duysa ya da Kerem kabristan çıkışında onu bekliyor olsa Ayşe gelince anlayışlı bir şekilde omzunu sıvazlasa ya da sarılsa, ona biraz destek olduğunu hissettirse ne güzel olurdu. Böyle şeyler illa ki aşkın ilerlemesi sayılmaz, bir dost da yapar bunu. Sevginin göstergesidir. Önce söz verip sonra da uyuyakalması, uyandığında Ayşe’nin yanına gitmektense kahvaltıya oturmayı tercih etmesi çok güzel bir tercih oldu gerçekten. Ayşe’ye verdiği değeri hissettik (!).
Bayram tatili sonrasında duygulara ve detaylara gereken önemin verildiği bölümler izlemeyi diliyorum. Bu yazıya başlayalı birkaç gün oldu ama bilgisayarın kablosu yanlışlıkla çıktığı için ilk yazdıklarım gittiğinden baştan yazmak zorunda kaldım. Hem gecikme hem de varsa başka bir kusurum affola...
Sevgiyle kalın.