Bir dizide başrol
oyuncusunun diziden ayrılacağını düşünmek pek hayra alamet değildir. Ne kadar
iyi yazılmış bir senaryo olursa olsun, biliriz ki altında yatan sebepler
başkadır. Ateş’in kazasıyla çoğumuz “Acaba Keremcem diziden çıkıyor mu? sorusunu
sormaya başladık. “Nereden çıkarıyorsun, başrol oyuncusu diziden çıkar mı? “demeyin.
Diziyi düzenli izleyen herkes bu duyguya kolaylıkla kapılabilir. İzleyicinin bu
merakı reytinglere yansıdı diye mutlu olan da vardır ama ben onlardan değilim.
Diziyi seven biri olarak böyle yersiz bir kaygıya kapılmaktan hiç hoşlanmadım. Bir
süredir devam eden Ateş-Bahar sahnelerinin azlığını ve zayıflığını konuşuyorken
bu kaza ile birlikte kafam karıştı. Bir hafta boyunca endişem devam etti. Ta ki
instagramda gördüğüm o set fotoğrafına kadar. Keremcem setteydi. Hadi diyelim
izleyici üzerinde yarattığınız bu kaygıyı sevdiniz bari en azından şu fotoğrafların
azıcık önüne geçseydiniz de bölümü izlerken hevesimiz kaçmasaydı. Ben Ateş’in
yaşayıp yaşamayacağını instagram fotografından değilde bu bölümü izlerken
öğrenseydim daha hoş olurdu. Bu nedenle Ateş’in hastanedeyken 2.kez yaşadığı hayati
tehlike anları beni etkilemedi. Salih’in Ateş’i hastanede ziyaret ettiği sahne
de öyle. Bir haftadır Keremcem hakkında yaşadığım endişe “Acaba hastanede mi
ölecek yoksa Salih mi öldürecek” diye süreceğine heyecansız ve sönük geçti.
Instagram’da Ateş’in yaşadığını görmeseydim bu bölümü nefesimi tutarak izlerdim
emin olun.

Ateş rolü Keremcem’in
dokusuna öyle güzel işlemiş ki, sempatikliği, kibarlığı, sevecenliği çok sahici
duruyor. Hep söylüyorum bu zarif adamı seviyorum ben. İçimi ezen hayat hikayesi
yüzünden hep merhametle bakıyorum ona. Yalanla canını acıtanlara fena
kızıyorum. İlyas’a her “Baba” dediğinde ruhum daralıyor. “O senin baban değil,
olamaz da” demek istiyorum. İyi ki aramıza döndün Ateş, iyi ki.

Ateş’e “gitme!” dedik ve ne
mutlu ki bizi bırakıp gitmedi. Ama ya Hasret? O bizi dinlemedi. Sanırım 43
bölümdür ilk kez ağladım. Çok sulu gözlü biri değilimdir. 42 yıllık ömrümde
ağlayacak hikayeler de biriktirmiş olabilirim. Ama şunu özellikle söylemek isterim
ki çok güzel çekilmiş sahnelerdi. Bahar’a baktıkça mahvoldum. Ezgi Asaroğlu’nun
masumiyeti, Bahar’ın saflığı insandaki
merhamet duygusunu katmerliyor. İcal Aydın’ın zerafeti, Hasret’in o yumuşak ve
asil tavrı insanı duvardan duvara vuruyor. Nuran, İlyas, Efsun ve Mücella’nın
zehir gibi suskunluğu ise insanı kahrediyor. Hasret hikayede çok önemli bir
karakter. Gidemez, gitmemeli. Şunu anladım ki; Hasret Bahar’ın gerçek kızı olduğunu
bilmesede onları bir arada görmek bana iyi geliyormuş. Hasret gitmesin, söz
Bahar’ın ona “abla” demesine içerlemeyeceğim. Hasret tıpkı kızıyla tanıştırıldığı
sahnede olduğu gibi bu veda sahnesiyle de beni çok ama çok etkiledi.

Atahanların vicdan
konusunda ciddi sıkıntıları olduğunu hep söylerim. Hırslarının meyvelerini o
kadar çok yemişler ki bir türlü vazgeçemiyorlar. İş hayatında da aile
hayatlarında da bencillik gözlerini kör etmiş. Bu acımasız duyguların bedelini
bu hafta Hülya akıl sağlığını kaybederek ödedi. Ataerkil bir ailede bir kadın
olarak ayakta durmaya çalışan Hülya’ya bu mücadele biraz ağır geldi. Mehmet
Emir “Bu ailenin reisi benim, şirketin yönetim kurulu başkanı da benim” diyerek
yine beni sinirlendirmeyi başardı. Reis demek! Hülya’yı bu noktaya getiren şey,
yıllardır onu etkisiz bir kız evlat! olarak gören zihniyettir. Ailesi içinde
söz sahibi olamayışı, Asım gibi kolay yönetebileceği bir adamı eş olarak seçmesine
neden olmuştur. Edibe Hanım her ne kadar kızına düşkün gözükse de kendisine
aile reisi payesi veren adamı yetiştiren kadındır. Hülya’nın geldiği nokta hiçbirimizi
şaşırtmadı. Zaten o ilk günden beri bildiğimiz dengesiz ve agresif davranışlarından bir kolaj
yayınlayarak bunu gösterdiler. Ahu Sungur’un oyunculuğundan çok etkilendim.
Müthiş bir performanstı. Paramparça ve can kırıklarıyla dolu bu kalple daha
fazla sağlıklı kalamayacağını bize çok güzel anlattı. Hikayede yaralı çok çocuk
var. Hülya’da bunlardan biri. Evlatlarının sevgisi ile iyileşmeyi denemeli. İşe
yarayacağından eminim.

Erdal Cindoruk diziye
girdiği andan beri ışıldıyor. Salih karakteri çok iyi yazılıyor ve hikayeye
katkısı da büyük. Daha uzun süre görmek isterim

Sakine’nin gururlu
tavırları, Nuran’ın Ateş’e sevgisi ne yazık ki beni çok etkilemiyor. Tam mutlu
olacağım birden aklıma çaldıkları hayatlar, sustukları gerçekler geliyor, canım
sıkılıyor. 15.000 YeTaLe çalıntı da, o hayatlar değil mi be Sakinecim?

Kamera teknikleri ile
ilgili bir bilgim yok. Fakat bir izleyici olarak, tablo tadında kareler görmeyi
çok arzu ediyorum. Mesela Hasret’in vedasında Bahar ve Efsun’a sarıldığı
sahneden tek kare fotoğraf kesemedim, çünkü yok. Sürekli yakın plan ve yüzler
çekiliyor. Logoların altında, ekranın kenarlarında kaybolan yüzler, sürekli flu,
net yapılan ön ve arka planlar izlerken azıcık keyfim kaçıyor. Romantik ya da
dramatik anları anlatacak kareler çoğu zaman çıkmıyor ne yazık ki. Bunun benim
yeni sıkıntım olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Ayrıca yazıyı yazdığım
saatlerde bölümün hala Fox tv ye yüklenmemiş olması da benim kalitesiz videolardan
fotoğraf kesmeme neden oluyor
Biz izleyenler kadar yazanın,
çekenin, oynayanın da keyif aldığını düşündüğüm çok güzel bir bölümdü. Elleriniz, yüreğiniz dert görmesin.