İstanbullu Gelin’in 65.bölümü zaten uzun zamandır izlemeye
doyamadığımız Fırat Tanış’ın kalbimin üzerine dev bir kayayı bırakıp gittiği
bölüm oldu. Sayesinde Adem Boran o kadar ete kemiğe büründü, o kadar iyi
tanıdığımız ve her haline rağmen sevdiğimiz biri gibi oldu ki bir an bile olsa
Adem’in artık olmayacağını düşününce çok ama çok üzüldüm. Yine de esas gözyaşı
sebebi bu değil de Adem’in hayali oldu. Boran köşkünde bütün kardeşleri ve
Dilara ile oyun oynadıkları o sahne ne kadar gerçek, ne kadar özlem doluydu.
Onlarca insan için belki son derece sıradan bir Pazar öğleden sonrası ama Adem’in
hayattan bütün beklentisiydi işte o. Yaptığı tüm hatalar da o yüzden, doğrular
da. Bu hayal uğruna bir hastane yatağında buldu kendini, bu hayal uğruna İdil Hanım'ın karşısında, bu hayal uğruna karakolda, bu hayal uğruna tüm iyi ve kötü anlarda. Bölümde bu sahnede sonra en çok çarpıldığım şey işe Yeni Türkü’nün muhteşem
şarkısı Akasya Kokulu Sabahlar’ın bölüme nasıl olup da bu kadar uyduğuydu. Bayılıyorum
ekibin müzik seçimlerini böyle özenli yapmasına, öylesine üstüne sahneler akıp
gitsin değil de aslında dinleyince bizi diziyi anlatsın diye seçilmiş
şarkılara.

Güneş'in yemek yapacağını hiç düşünmezdim bir de tabii
Dizinin en dokunaklı diğer kısmı ise Güneş’in özene bezene
yemekler hazırlayarak -nefret ettiği halde et pişirmeyi göze alıp Kasımda Aşk
Başkadır DVD’sinden medet umacak kadar hem de- heyecanla beklediği Adem’in
hastanede olduğunu öğrendiği andı. Sonrasında da açıkçası Dilara’dan görmeyi
umacağım cesareti gösterdi ve Adem’in tüm itirazlarına karşı hastane çıkışında
onu buldu ve yanında oldu. Dilara da keşke o kadar çabuk vazgeçmeseydi. Gerçi tabii
kızcağız da hamile, ona da çok yüklenmemek lazım, kolay bir şey yaşamadı.
Nasıl geldik bu hale?
Evet Adem’e aşık değil belki artık ya da olmaması
gerektiğine ikna etmeye çalışıyor kendisini ama aynı zamanda Adem’in çocuğunu
nasıl heyecanla beklediğini görmek de ona güç vermişti ki bu hisse hak vermemek
elde değil. Bir yandan Adem’le yaşadıkları, bir yandan Süreyya’ya olan
bağlılığı ve sağduyusu Adem’le olmaması gerektiğini söylüyorsa da bir yandan da
özellikle de hormonları o kadar inişli çıkışlıyken kolaylıkla mantığını dinlemesi
mümkün değil tabii. Adem’in Fikret’i hastanelik ettiğini değil de hayatını
kurtardığını öğrenmesi de hislerini karıştırdı bir de. Dilara’yı çok sevmesem
de Adem’in yanında bir kadın sesi duyduğunda yaşadığı hayal kırıklığına
üzülmemek işten değildi. En kritik anlarda olduğu gibi Süreyya ise yine Dilara’nın
yanında değildi. Tamam hastanede bir süre durdu onunla ama ertesi gün koştur
koştur okul odası derlemek yerine Dilara ile olsa daha güzel olmaz mıydı? Bence
olurdu.
Baksa mıydım ki mesaja? - by Süreyya
Okul konusundan hemen Süreyya’nın Özgür’ü kıskanması
konusuna geçmek isterim. Özgür’ün kadın olduğunu anlayan Süreyya’nın onu
kıskanması normal şartlarda her konuda aşırı anlayışlı olan Süreyya’ya göre bir
hareket değil aslında ama bazen onun da normal insan tepkileri vermesi hoşuma
gidiyor. Özgür’e ‘Çocuklarımız var bizim’ deyişi, Özgür ‘Sizin yaşınızda’ deyince
gözlerini devirmesi hep çok hoşuma giden sahneler oldu. Yine de umarım bu Özgür
konusu çok uzamaz, bu kadar güldük eğlendik yeter.
Sen de bir huzur bul ve huzur ver artık Fikret
Gelelim bölümün ve hatta her bölümün en küçük çocuğu Fikret’e.
Hem Adem’in hem kendisinin başını belaya soktuğu ve Adem’i belki de kalıcı
olacak bir felce mahkum ettiği yetmezmiş gibi bir de insanların her şeyi
bırakıp onu teselli etmesini bekliyor, yine en büyük depresyona giren o. Bir kere
baksa etrafına, en zor durumun kendisinde olmadığını, nasıl bir bebek gibi davrandığını
görse. Ya da birisi onu omuzlarından sarsıp kendisine getirse diyeceğim de Esma
Sultan ona pek izin veremiyor, hep kayırıyor oğlunu. Bölümün en büyük
sürprizlerinden biri ise İpek’in Fikret’e söylediği aşırı mantıklı sözlerdi.
İpek onu ilk tanıdığımız zamanlar komple kötüydü ve hakkında kolaylıkla karar
verebiliyorduk hâlbuki bu sezon bir iyi bir kötü, bir çok makul bir çok saçma. Ne
hissedeceğimize bir türlü karar veremiyoruz. Fikret’e onun hayatındaki
savrulmaların kendi hayatı üzerindeki etkisini anlattığı sahneyi çok sevdim,
İpek’e hak vermek de varmış hayatta.
Şimdi ne yapacağız?
Bölümün en üzücü anı ise elbette sonuydu, Esma Sultan’a
Alzheimer başlangıcı teşhisi konduğu o andı. O dünyaları yönetebilen, elinden
gelmeyen bir şey olmayan, tüm hayatını mücadele ile geçirmiş Esma tam da
hayatının aşkına kavuştuğu, tam da mutluluğu bulacağı günlerde şimdi de bu
hastalık ile sınanacak. Esma’nın haberi alınca yüzündeki o endişe, o dehşet
içime işledi resmen. Bakalım Boranları ve izleyenleri neler bekliyor? İyi seyirler
dilerim.