Gözler kalbin aynasıdır*
Bildiğiniz üzere Pazartesi günü itibariyle “kutsal” bir haftaya adım attık. Daha yeni yıl jingle’ları bitmeden 14 Şubat Sevgililer Günü (Happy/St. Valentina’s Day) için hazırlıklar hız kesmeden başladı. Pırlanta, parfüm, giyim, çiçek, ev tekstili vs. reklamları göz zenginliğimizi arttırmaya yetti. Tüm firmalar bu gün için inanılmaz indirimler uyguladılar. 14 Şubat’ın “sevgiler” günü adı altında anılması aslında bakarsanız beni biraz olsun rahatsız ediyor. Birine karşı olan duygumuzu, heyecanımızı, iç kıpırtımızı bir güne adamak ve bunun adına da “sevgi(li)” günü demek fazlaca yüzeysel geliyor. Yılın 364 günü sevme; ama o kalan bir günde tüm sevgini göster! Hayat kısa. Seviyorsan her gün söyle. Bunda ne utanılacak, ne de yerilecek bir durum söz konusu. Dünya sevgi üzerine kurulu bir ortam değil mi? – En azından başından öyleymiş! – Ne için var olmuş? Bu kavramı unuttuğumuz için 14 Şubat gibi günleri ticari kaygılar ile anar olduk. Eşler, sevgililer, flörtler, erkek arkadaşlar mecbur olduğu için değil de gerçekten gönlünden geçtiği için alsın. Gelelim asıl konumuza.


*: Gözler kalbin aynasıdır - Emel Sayın

Morgun önünden geçmek bile cesaret isterken içine girmek... 

Geçen haftaki yazımın sonunda “İhanetin en büyüğü kendini aldatmadır. Doğru olmadığını bildiği halde öyle kabul etmek ister. Sonucunda yıkılacağını bilse de, o an için, kendini aldatmaktan başka bir çaresi yoktur.” demiştim. Bu bölümde Ömer’in kaybolması ile birlikte Gülru’nun karşısına kanlı, canlı çıkana kadar geçen süreye hepimiz şahit olduk. Gülru’nun o anki korku ve endişesi gözlerindeki kederli çaresizliğinden okunuyordu. Cihan dâhil herkes, Gülru’nun hâlâ Ömer’e deliler gibi âşık olduğunu ve ne kadar “bitirdim” dese de aklından ve yüreğinden söküp atamadığını çok iyi biliyor.

Güney Amerika'da Arjanti'ne mi gitsek, Brezilya'ya mı? Uff... bi' türlü karar veremiyorum. 
 
Çorbanın görüntüsü iyi de tatmadan bilemezsin tabii. (Favori çiftim)

Gülru böyle bir savaşa girerken başına nelerin gelebileceğini daha bir mantık çerçevesinde tartıp, karar verseydi sonuç daha olabilirdi. Ama intikam hırsı gözlerini buğulandırdığı için en ufak tökezle sendelemesine ve hatta düşmesine neden olabiliyor. İzlerken bizlerin de önüne takkesini alıp düşünmesi gerekiyor. Sağlıklı düşünebilmek adına tek taraflıdan ziyade, çok yönlü düşünce tarzı olaylara bakış açımızı değiştirecektir. Saf “fanatizmlik” işte bu nedenle iyi değildir. En yakınımızdaki örnek ise Gülru’dur. Tabulaştırdığı, ilâh olarak gördüğü kadın, bugün azılı düşmanı oldu.

Doç. Dr. Onur Ersoy. Bir kenara yazın elbet bir gün lazım olur.

Sana kırmızı çok yakışıyor*

Ben demiyorum ki Gülfem ve Cahide, Gülru’nun babasına zarar vermedi. Evet! Ölümünün sebeplerinden biridir. Şimdi oku biraz ters yöne çevirelim ve diğer bir aile dramına gelelim. Recep Efendi! Bu isim hiç yabancı gelmiyor değil mi? Peki, kaçımız hangi nedenden öldüğünü hatırlıyoruz? Ölümüne kim(ler) sebep oldu? Düşününce trajik geldi değil mi? Ya da ironik? Aynı yerde, aynı simalarda olan insanların gözünün önünde ölmedi mi? O da BABA değil miydi? Bir ailesi yok muydu? Tüm düzenleri tepe taklak olmadı mı? Mert, Salih Efendi’den o zaman intikam almamıştı. Aksine kendi babası yerine koymuştu- ki babasıyla arasındaki sorunları ve “son bölümde” baba-oğul ilişkisi içine girdiklerini hatırlatmama gerek var mı? Tabii ki dizinin konusu itibariyle Gül’ler Savaşacak! Savaşa bilmesi için de bir neden çıkacaktı. Şimdi bu durumu yine bir kenara bırakalım ve diğer tarafların gözünden bölümün aksını devam ettirelim.

"... Çocuksun sen, alnına kırlangıçlar konan..." (24. bölümü hatırlayanlar?)
Gülfem'den ibretlik ders!

Madalyonun öbür yüzü mü demek azım bilmiyorum. Buna siz karar verin. Bu bölümde uzun zamandır ilk defa Gülfem’e hak verdim. Yaptığı şey her ne kadar “Cihan’ı işliyor” gibi görünse de aslında gerçekleri açığa kavuşturuyor. Cihan ile Gülru’nun evli kalmamasında sanırım hepimiz hem fikiriz. Gülru, piyon olarak veya basamak olarak Cihan’ın saf sevgisini kullandı. Duygu hırsızlığı yaptı. Geleceğini çaldı. Evet! Aynen öyle. Bu yaptığına başka bir şey denemez. Gülru’nun bir amacı var. Babasının intikamını Gülfem’den ve dolaylı olarak da Cahide’den almak. Burada en masum olan iki kişi var. Bu iki erkeğin de, farklı karakteri olsa bile, tek ortak noktası Gülru!

Cihan bu duruma daha fazla dayanmak istemez.

Cihan, Ömer’in psikiyatr arkadaşı Onur Ersoy’a anlattığı gibi tüm hayatı beş harften oluşuyor. G-Ü-L-R-U! Nefesi olmuş. O olmadığı zaman yaşamıyordu. Dört duvarın içindeki tek oksijen alanı. Gün ışığı. Baharı, yazı, kışı… Tek bir gülüşüyle dünyayı ayaklarının altına serdirecek kişi. Onsuz bir hayat nasıl olur bilmiyor ki? Cihan’ın tek suçu kısıtlı yaşadığı ortamdaki en güzel şeyden etkilenmesi! Doktorun da dediği gibi bu kavram Cihan’da obsesifliğe kadar ilerlemesi.


 
Ve… Ömer! Yakışıklılığı ve başarısıyla tüm dünya’ya (!) nam salmış bir cerrah. Çevresindeki yamyamlardan nasibini almış, bilmem kaç defa sütten ağzı yanmış biri. Eh, Gülfem ile de geçmişi belli. Bir türlü olduramamışlar. O cenazeye geldiğini sanar iken gönlünü bizim saf, içinde hiçbir kötülük barındırmayan (!), moda okulundan yeni mezun olmuş, başı dertten bir an olsun eksilmeyen kızımıza gönlünü kaptırdı. Gülru herkesten farklıydı… Ömer'i varlığından bile haberdar olmadığı masumiyetle tanıştırmıştı. Gençliğine, güzelliğine değil masumiyetine âşık oldu. O, asla kötü bir şey yapamazdı. Ta ki nikâh masasında, sebebini bilmediği bir nedenle oturduğunu görene kadar!

Ah, Gülru! Oysa vicdanını hiç hesaba katmamıştın. 

Gülru, Cihan’a nasıl zarar verdiğini odasına çıktığında doktorla konuşmasına kulak misafiri oldu ve ne yaptığının farkına vardı. Cihan’in içindeki sonsuz iyiliği ve vericiliğini hırs ve intikam tutkusu yüzünden görmezden geliyordu. Ama içindeki vicdan denen o şey ayağa kalktı ve tüm hislerine, hırsına karşı direnç göstermeye başladı. Terazinin kefesi bu defa ağırdı. Bir kolunda acı, nefret, öfke yer alırken diğer kolunda vicdan ağır bastı. Üçe karşılık bir! Yeniliyor muydu? Yenildiğini ilk defa burada hissetti. Gülfem’in tehditleri bile hükmünü yitirdi. Mesude’nin dediği gibi ya o canavara sırtını vereceksin ya da sırtını vicdanına dönüp Gülfem’den daha acımasız olacaksın.
 
Koşun, doktor kızı kaçırıyor...!

Bölümün tek eğlendiğim sahnesiydi.

Boşanma günü gelip kapımızı çaldığında ise sözleşmeye rağmen Gülru boşanmak istemedi. Sonuç olarak da boşanmadılar. Yalnız atladığı bir mesele vardı. Ömer! Aslında Ömer’in ortaya çıktığı ilk sahne bize, son sahnenin enerjisini vermişti. Bunca olan şeye rağmen tek bir bağ onları ayıramazdı. AŞK! Ömer her sonucu göze alarak köşke gitti ve Gülru ile konuşmak istedi. Gülru buna izin vermeyince de gözümüz bayram etti. Hem de böyle bir günde… Bundan sonra olacakları bir haftalığına, yani önümüzdeki Cumartesi akşamına kadar hayal gücünüze bırakıyor. İstediğiniz senaryoyu, sahneyi yazabilirsiniz. Mademki bölüm hikâyesini kendi hayal gücümüze bıraktık benim de bir düşüncem var. Ömer muhtemelen sakin bir yerde, tercihen deniz kenarı iyi olur ama hava soğuk belki ev olabilir, Gülru’ya neden böyle davrandığını sormak isteyecektir. Derin bir hesaplaşma bizleri bekliyor olabilir. Çiftimiz arasında romantik-komedi ve dram sahneleri yaşanırken, köşk ahalisi ayaklanmış bir şekilde yana yakıla Ömer ile Gülru’yu arayacaklardır. Bakalım bu yazdıklarımın kaçı hayal ürünü olarak, kaçı senaryo içinde yer alacaktır? Hep birlikte 32. bölümde göreceğiz… 

Mortis

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER