İtiraf edeyim, son birkaç haftanın yarattığı hayal
kırıklığının üstüne, 59.bölüm fragmanındaki absürt doğum günü kutlamasını
görünce gülmeyip, aksine “Bu şehir o eski
İstanbul mudur?” diye hayıflanan Attila İlhan gibi, “Bu dizi o eski,
İstanbullu Gelin midir?” diye kendi kendime mutsuzlukla söylenmiştim. Ama
bölümün başı da doğum gününden sonra geri kalan kısım da o kadar eski
İstanbullu Gelin gibi; sıcacık, hem tatlı hem iç acıtıcı ve güzeldi ki inanın o
doğum günü kutlaması ve sonrasında gelişen olaylar bana hiç batmadı. Vakit
geçirme olarak görmedim de, bölümde farklı bir enstantane olarak değerlendirdim.
Üstelik korktuğum kadar da kötü değildi ve uzun da sürmedi.
Hayat gibi acısıyla, tatlısıyla, sahici ve içe dokunan
bölümleri nasıl özlemişim. Zaten bu işin özü; insan halini sorgulatan, üstüne
durup düşündüren hikayeleridir. Bunu geçen sezon öyle ustalıkla yapıyorlardı ki
ben hep hayran kalıyordum, bölüm bittikten sonra tekrar tekrar izleyip
özümsemek, üzerine düşünmek istiyordum. Birkaç haftadır söylenmemin nedeni de;
eskiden aldığım bu tadı bir süredir bulamamamdı. Bu bölümde ise
geçen sezonun tadı vardı. Aslına bakarsanız, bölümde geçen haftadan farklı
olarak büyük bir olay olmadı ama derdim zaten salt “olay” izlemek değil. Bu dizinin
vaat ettiği de bu değil. Bu dizinin vaat ettiği mesela Esma’nın otel odasında
kendini sorguladığı cümlelerdir, reklam arasında veya bölüm sonunda kendine geç
kalmanın acılığı, hep doğru olmaya çalışmanın da bir başka hata olduğu üzerine
düşündürmektir.
Bu dizinin diğer bir güzel yanı da, karakterleri tek boyutlu
değil de adeta bir prizma gibi yansıtmalarıydı. Herkesin bir başka bakış
açısından haklı olduğu, kendini savunabileceği yönleri olurdu. Hata da yapsalar
çoğunlukla bir şekilde anlardık. Bu bölüm ben bunu da yeniden hissettim. İpek
bile, üstüne vazife olmayan DNA testi konusunda kendini Fikret’e karşı öyle
güzel savundu, öyle güzel üste çıktı ki, bir an ona hak veresim geldi. Sonra bu
haberi duyduğunda sabaha kadar kendini zor tutup dedikoduyu annesine
yetiştirdiğini, beraber üzerine hevesle gıybet ettiklerini hatırlayınca geçti
tabii ama olsun. Mesela Ülfet’e de samimi olarak üzüldüm. O anki serzenişi çok
sahiciydi, bence rol yapmıyordu. Manevi anlamda, boşa tüketilmiş bir hayatın
acısını ve pişmanlığını yaşadığını, büyük bir harcanmışlık, anlaşılmamak ve
değeri bilinmemişlikle dolduğunu hissettim. Faruk’un Garip'in oğlu olmadığından
emin olunca gerçekten ömrünü boşa harcadığını, bir hata yüzünden ailesiz
kaldığını öğrenince kim olsa yıkılır.

Aah ahh, daha kaç darbe yiyecek bu kadın?
Garip’in, Esma’nın evlilik teklifini reddetmesine ise pek
ikna olmadım. Geçen bölüm bittikten sonra teklifi reddetme ihtimali aklımdan
geçmişti ama o gençliklerinde anlattığı kuğu hikayesiyle birlikte verdiği “Bir tek prenses beni yolumdan çevirebilir. O
beni bulduğu sürece ben onunla uçarım.” sözünü hatırlayınca, reddetmez diye
düşünmüştüm. Esma, hayatında hep birinci sıraya koyduğu çocuklarından böyle bir
darbe yeyince önceliği kendi hayatına vermesi gerektiğini fark etti. Belki de
bu kararla ilk defa kendi için bir adım attı. Çocuklarını cezalandırmak, o
sırada Esma’nın düşündüğü son şeydi. Garip de Esma'nın hangi ruh hali içinde,
hangi nedenlerle ona geldiğini anlamalı ve onun nabzına göre şerbet vermeliydi.
Hem Esma böyle asılsız bir söylentiyi gelip Garip’e durduk yere niye anlatsın?
Aslında bu konuda Garip Bey'e daha çok saydırmayı
planlamıştım ama sonraki, iade-i evlilik teklifiyle benim bile gönlümü hemen
aldı. Eski Esma Sultan olsa Garip’i o andaki sözleri için bir 6 ay süründürürdü
fakat o da yumuşadı artık. Daha o gün altmış birinci yaş gününü kutlamamış da,
yirmi birinden gün almış gibi gözleri ışıl ışıl, yüreği pırpır Esma ile Esma’yı
ilk öptüğü zamanki genç ve delicesine aşık adam haline dönüşen Garip’in o
hallerine Ülfet de gizliden şahit olsaydı keşke. Herhalde eve dönüp o gizemli
odasında yaşamına son verirdi. Buğulu sesini duyduğum an bana Hatırla Sevgili’yi hatırlatan Eylem Aktaş’ın
seslendirdiği, o sahnelere fon olan şarkıya da bayıldım. Bölümün başında çalan Yeni
Türkü’nün “Öyle sevdik seni” şarkısını da zevkle dinledim. Bu dizinin naif tavrı
ile Yeni Türkü’nün sıcak şarkıları birbirine nasıl güzel yakışıyor. Osman konaktan giderken çalan “Başka türlü bir şey" parçasını da unutamıyorum mesela.
Yazı devam ediyor.